Sabancı Üniversitesi Minerva Palas’ta “Ortadoğu'da Toplumsal Cinsiyet ve Barış” paneli düzenlendi.
Panele Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nükhet Sirman, Londra SOAS Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nadje Al-Ali ve Sabancı Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik katıldı.
Doç. Dr. Ayşe Gül Altınay, moderatörlüğünü yaptığı paneli “Biz belki şu anda Türkiye toprakları içinde savaşı ve barışı daha yakıcı bir şekilde hissetmeye ve konuşmaya başladık son zamanlarda. Ama şüphesiz ki savaşın da barışın da bölgesel boyutları var. Bu panelde bölge için yakın dönem içinde savaşın ve barışın ne anlama geldiğini ve barış için kadınların nasıl ses çıkardığını tartışacağız” sözleriyle açtı.
Iraklı kadınların barış mücadelesi
Prof. Dr. Nadje Al-Ali, “Iraklı Kadınların Barış İçin Zorlu Mücadelesi” başlıklı konuşmasında militarizm, yetkecilik ve mezhepçilik kavramlarını tartıştı:
“Feministler olarak barış için mücadele verirken aslında militarizm, yetkecilik ve mezhepçiliğe karşı da mücadele ediyoruz. Özellikle militarizm ve yetkecilik Türk ve Kürt halklarının da barış için karşı durduğu kavramlar.
“Irak’ta 80 kadın örgütünden oluşan kadın hareketi ağı, aslında 2003’ten beri artmış olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı değil yolsuzluğa ve mezhepçiliğe karşı savaşıyor. Hem Irak’ta hem bölgede kadınlar artık kadın mücadelesine daha bütünsel bir şekilde bakmaya başlıyor. Şiddet birçok farklı boyutta olabiliyor ve cinsel şiddet de diğer şiddet türlerine bağlı. Eğer ev içi şiddete karşı savaşmamız gerekiyorsa, işsizliğe karşı da savaşmamız gerekiyor.”
Barış için çalışmak
Prof. Dr. Nükhet Sirman barış kelimesinin Türkiye’de değersizleştirildiğini, bu yüzden tekrar değerlendirilmesi gerektiğini söyledi ve bunun için kendi deneyimlerini paylaştı. Barışın ve barış için çalışmanın kendisi için ne anlama geldiğini şu sözlerle anlattı:
“2009 yılında Kürt kadın hareketinden birçok kadın gözaltına alındı. Feminist çevrelerden bu kadınları tanıyordum. Çoğu özgürlük hareketi için de çalışıyorlardı ama bu özgürlük hareketi içinde erkek egemenliğine karşı mücadele ediyorlardı. Bu kadınlar gözaltına alınınca benim gibi feminist kadınlar 2009 yılında Barış İçin Kadın Girişimi’ni kurdu. Bu adımın arkasındaki düşünce bu ülkenin kadınlarının ancak birlikte mücadele ederlerse erkek egemenliği konusunda bir yere varabileceğiydi, çünkü savaş ve düşmanlık devam ettikçe erkek egemen değerler daha da güçleniyor ve kadın mücadelesi daha da zorlaşıyordu.
“Erkek egemenliğinin çeşitli biçimleri vardır; akrabalığa dayalı, devlete dayalı, kocaya/babaya dayalı ve militarist versiyonu. Kürt kadınlarının verdiği savaş bir yandan akrabalığa dayalı, öte yandan devletin militarist yüzüne karşı verilen bir savaş. Dolayısıyla bizlerin bu kadınlardan öğreneceği çok şey vardı.
“Barış için çalışmak benim için bir öğrenme süreci oldu. Öğrenmek denilen ise iki taraflı bir şey, biri size bir şey anlatınca gerçekten dinlerseniz kendiniz değişmeye başlıyorsunuz. Dinlemek sadece beyinle değil, aynı zamanda duyguyla da anlamak demek. Dinlemek aynı zamanda bedensel bir şey. Tabii dinlemekle insanın fikri, duygusu ve bedeni değişince, aynı şekilde düşünme sistematiği de değişiyor. Aklımızdaki temiz kategoriler, ayrımlar da dönüşüme uğruyor. Barış için çalışmak ötekini merak etmek, dinlemek ve öğrenmek, bu süreçte kendini belirsizliğe açmaktır.”
Kürt kadınlarının çatışma ve barış algısı
Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik, Kürt Kadınlarının Çatışma ve Barış Algısı araştırmasının bulgularını ilk kez dünkü panelde paylaştı;
“Önceki çalışmalardan farklı olarak, kadınları sadece çatışmalarda mağduriyet yaşamış kişiler olarak değil barışın aktif özneleri olarak, çatışma ya da barışın cinsiyetlendirilmiş meselelerine nasıl baktıklarını, barış adına neler talep ettiklerini anlamaya çalıştık.
“Kadınların savaşı nasıl yaşadığı, nasıl hatırladığı sorusunda Şengal’de Kobane’de yaşananlarla bağ kuruluyordu. Çatışma ve barışı aralıksız bir bütün olarak almak lazım. Zaman içerisindeki değişimlerin eskinin izdüşümüyle nasıl tekrar okuduğumuzun altını çizmek isterim. Bu kadınlar geçmiş travmalarından bahsederken ortaya çıkan yoğun duygular öfke ve özlem. Özellikle Kürt partilerinde çalışmış, mahalle toplantılarına katılmış kadınların kadın olarak özgüven sağladıklarından bahsetmek mümkün.
“Birçok kadın toplumsal cinsiyet rollerinin hakim olduğu geleneksel azınlıktan da kurtulmayı başaramamış. Bu gösteriyor ki çok farklı tecrübelerin sadece bu mağduriyet yanına odaklanmıştık şimdiye kadar. Fakat Kürt hareketinde kazanılan özgüven, sosyo-ekonomik bağımsızlık, bireysel deneyimler gibi faktörler kadınları bir yandan güçlendirirken, bir yandan da söylemlerinde paradokslar yaratıyor.
“Yerinden edilme sırasında ve sonrasında kadınların erkeklerden farklı acı çekişlerini inceledim. İki farklı cevap geldi; bir kısım kadın hem doğrudan hem dolaylı şiddete maruz kaldıkları için (yoksulluk, aile içi şiddet) kendi acılarının erkeklerden farklı, hatta daha güçlü olduğunu söyledi. Diğerleri ise erkeklerin ve kadınların eşit şekilde acı çektiklerini, hatta bazı durumlarda erkeklerin yaşadığı fiziksel şiddetin daha yoğun olduğunu belirtti. Bu kadınların iddiası herkesin yaşadığı acı ve zulmün esas sebebinin Kürt kimliğine sahip oluşları olduğu, cinsiyet kimliğinin yaşanan acılarda bir fark yaratmadığı yönündeydi. Bu kadınların kendi acılarını daha az önemli görme eğilimi olduğu öngörüsüyle örtüşmekte.” (EÖ/ÇT)