Bana! Çünkü ben, bu ülkede yaşamımın, her alanında dayatılan, karşıcinsle beraber olma gerekliliğini ve mutlaklığını zırvalayan anlayışa ve bunu tekrar tekrar üreten, TV programlarına, gazetelere, filmlere; vücudundaki tüm damarlarının, beynine, boynundan değil, bacak arasındaki uzvundan geçtiğini zanneden, mahallemizin evrimleşememiş delikanlılarına, çocuğunun eşcinsel olmasından utanan başta aileme, sonra diğer ailelere, artık dayanamıyorum!
Şimdi bunun basit bir ibnenin hezeyanı olduğunu düşünüyorsunuz, hatta birçoklarınızın, bu melodramlara karnı tok. Hatta o kadar tok ki, mide fesadı geçirip, öğürüyorsunuz! Vaziyet o kadar iğrenç ki, bu öğürmeden çıkan ulusal kusmuğunuzu, doğan her canlıya sevabına veriyorsunuz ama nedense bir kısmımız buna bağışıklık gösteriyor. Buna bağışıklık göstermeyen insanlar ise bu mamayla mücadele etmek için ona bir ad takıyor. Onun adı ise, "heteroseksizm" (zorunlu karşıcinselcilik).
Peki bu mama ne anlama geliyor? Şöyle ki, eğer insanlar, salt haz duydukları birliktelikler gerçekleştirirlerse ve bu birliktelikler, ne bir nesil devamı için çocuğa, ne de kendi birlikteliklerini meşru göstermek için aileye gerek duymazlarsa, kışlalarda yetişecek asker, patronların sömüreceği işçi, hükümetlerin her dediklerine itaat edecek koyun, iktidar karşıtlarına katılacak piyonlar, yetişmeyecek.
Bu insan kaynağının eksikliğiyse, iktidar ve muhalifler için bir kaygı oluşturacak. Onun için de; din, sermaye, devlet, askeriye ve bunlara sözde karşı gelen muhalifler, kendi egemen anlayışlarına ters düştüğü için, varolan eşcinselliği her defasında öteleyecektir.
Tam da bu noktada, kadın hareketi ortaya çıkar ve yıllarca, yuvayı yapma görevine sadık kalan dişi kuşu, yuva kurma yükümlülüğü gösteren anlayışa, ihanet etmesi için kışkırtır. Böylece evlilik kurumunun, en sadık hizmetkarı olan kadının, kendi kurtuluşu için bulunduğu yuvayı dinamitlemesini ister. Feminizmin de en can alıcı yanı olan, varolan hiyerarşik ve despot yönetimlerin temeli olan evliliğe ve onun kutsadığı aile kavramına geliştirdiği, bu eleştiriyle, iktidar ve muhaliflere restini çeker.
Bu resti hiçe sayan, özellikle sol muhalif kesim, bu sefer de feminizmi, "bölücülükle" itham eder, ki bu, iktidarın yönelttiği suçlamadan farksız değildir. Halbuki, bunun bir bölünmeye değil, farklılıklarımızı ortaya koyarak, güçlenmeye neden olacağını düşünememiştir. İktidarsa, zaten kadını iplemediğinden, kadınların kendi mücadelelerine de, aynı "hassasiyeti" göstermiştir.
Ancak, iktidarın, erkek egemen olduğunu deşifre etmek de, onu değiştirmek için yetmemiştir.Türkiye'deki feminist kuş, kendi yarattığı yuvayı bir şekilde "erkeksizleştirerek" dağıtmak isterken, erkek egemen anlayışın bir uzantısı olan heteroseksizimi, o yuvadan uzaklaştıramamıştır.
Uzaklaştıramadığından, "sevici" bir kuşun o yuvada olmasını belli bir süre engellemiştir. Bu yüzden, yurt dışındaki eşcinsel hareket her ne kadar feminizm sayesinde ortaya çıksa da, Türkiye'deki lezbiyenler, eşcinsel hareket çıktıktan sonra "açık olarak" kadın örgütleriyle çalışabilmişlerdir.
İşte, tam burada, eşcinsel hareket, en sarsıcı yanıyla, yani ahlak kavramını sorgulatmasıyla devreye girer! Ve Norm diye dayatılan, ciddiyet, sert duruş, aşırı duygusal davranışın zayıflık olarak algılanması, karşıcinsler arası ilişki, cinsiyet değiştirme operasyonlarının meşru sayılmaması, anal ilişki ya da sado-mazoşizm vb gibi cinsel edim pratiklerinin mide bulandırıcı sayılmasındaki algılayışın, egemen anlayışın ta kendisi olduğunu ortaya koyar.Yıllarca, çelişkiyi sadece emek-sermayeden ibaret sananlar ise, oldukları yerde sayarlar.
Fakat, dayatılan, kadın-erkek birlikteliğine ve rollerine adeta alay edercisine karşı durmasıyla, aile kurumuna ikinci bir darbe indiren eşcinsel hareket, Türkiye'de, kadın hareketi dahil, diğer özel alan politikası yapan gruplardan çok sonra kendini var edebildiğinden, kendini ifade etmesi uzun zaman almıştır. Şimdi dahi, bu mücadele içindedir, çünkü hala kendi rüştünü ispat edememiştir. Bunun da nedeni, eşcinsel kimliğin doğalında varolan, ahlak kavramına, "ince" eleştirisinin, devamlı, görmezden gelinmesinden kaynaklıdır.
Çünkü, egemen anlayış, birebir yaşadığımız cinsel yönelimimizde, ahlakımızda, edimlerimizde (kim altta kim üstte, aktiflik-pasiflik vb) gizlidir.Kimse de, bu gizliliği, genel geçer ahlak değerlerinden dolayı deşmek istemez. Halbuki, hem düşünsel, hem fiziksel olarak çıplak kaldığımız tek alan olan cinselliğimiz, günlük hayatta karşılaştığımız, birbirimizi çekemezliğimizden tutun da, birbirimiz üzerine hakimiyet kurma isteğimiz dahil bir çok şeyle benzerlik gösterir. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesiyle, bir erkeğin ısrarla karşısındakini "düzme" arzusu duyması arasında pek bir fark olmaması, buna bir örnektir.
Hatta bu gibi olguları kafasında aştığını iddia edenler dahi bunun farkında olmadığından, egemen erkek heteroseksüel anlayışı bir şekilde devam ettirir. Örneğin, bunu, kızdığı ya da öfkelendiği zaman, egemen anlayışın cinselliğe bakışındaki ezici bir güce dönüştüğü dilde, yani küfürde, rahatça görebiliriz.
Bu küfür söylemi de ancak, ezme-ezilme ilişkisinin, cinsellikteki yansıması olan düzme-düzülme ilişkisiyle eş değer görülüp, bundan aynı oranda rahatsızlık duyup, ortak mücadele ettiğimizde, ancak ortadan kalkar. Türkiye'de varolan egemen anlayışın değişimi, cinsel ahlak,cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim sorgulamaları yapılmadan eksik kalacağı için, olması gereken değişim ancak cinsel devrimle vücut bulacaktır.
Bu yüzden de, eşcinselliğin sadece erkekler arası bacak omuza seks pozisyonundan oluşmadığını, bunla beraber genel bir sistem eleştirisi olduğunu anlamak gerekiyor. Anlaşılmadığı takdirde, misyoner pozisyonu dışında bir pratik üretemeyen güzel halkım; eşcinselliği "sadece" bu edimle özdeşleştirip sonra bunu ayıplamaktan öte bir şey yapamaz.
15 yıllık örgütsel politika üreten eşcinsel hareket de, dernek olmak isteyince, sırf derneğin adı eşcinsellikle başlıyor diye bulunduğu yerin sahibinin eteklerinin, homofobi alevinden dolayı tutuşmasını engelleyemez. Tabi, oranın bir kültür merkezi olarak işleyeceğini idrak edemeyen ev sahibi, eşcinsellerin bulunduğu örgütü de, gey porno tacirlerinden, farksız bir yere koyamaz. Bu nedenle de, o örgütü, bulunduğu yerden kovar.
Bahane olarak da, kendi arkadaş çevresine, "eşcinsellere bir katını nasıl verdiğini", anlatma sıkıntısını yaşamak istemediğini söyleyerek gösterir. Aslında bunu mazur görmek lazım çünkü, ne onun arkadaşları ne bu ülkenin yüzde 90'ı, heteroseksizmden muaf olmadığı için eşcinsellerin bu ülkede yaşama talebinde bulunması, bir anlamda anlamsızlaştırılmıştır. Ev sahibi de, doğuştan bir aktivist olmadığından, eşcinsellere yapılan her zulmü meşru görecektir. Bu yüzden, eşcinsellerin, günlük hayatta karşısına çıkmasını, aynı zamanda, ev, iş, meslek sahibi olmasını, istemeyecektir.
Benim asıl sorunum ise, bu ayrımcılığın uygulanmasından çok, içselleştirilmesidir.
Bu ülkede, hala bir sivil toplum kuruluşu (STK), daha kendisini ifade edecek bir alana sahip olamıyorsa ve buna rağmen, utanmadan, AB'nin gözüne girelim diye oramızı buramızı yırtıyorsak, ben, bundan ala komediyi, sitcom'lar da bile rastlayacağımıza inanmıyorum.
Eşcinsel bir örgütün, bir yer bulamaması, o örgütün acizliğini değil, onu her alanda kuşatan, sistemin ve o sisteme, karşı durduğunu her fırsatta dile getiren sonra da kendi gibi STK'ları yalnız bırakan örgütlerin ve aydınların, acizliğinin göstergesidir.
Bunun da nedeni, cinsel ahlaksızlık sayılan bir alanda mücadele etmenin, herkesin göğüs gerebileceği, yanında durabileceği ya da elini "bu" taşın altına sokabileceği bir alan olmamasından kaynaklıdır!
Onun için de, eşcinsel hareket ve bireyler, bugüne kadar hem iktidar, hem muhalifler tarafından, onursuz olarak atfedilip, dışlanmıştır. Bu yüzden, Türkiyeli eşcinseller olarak, her seferinde, onursuz sayıldığımız bu toplumda, en az bu ülkedeki her birey kadar onurlu olduğumuzu söylemek zorunda kalıyoruz.
Yoksa maksat, onur mücadelesini "kim daha onurlu" sidik yarışına çevirmek değil! Bu yüzden, 1969 yılında, eşcinsel hareketinin, dünya çapında başlamasını sağlayan Stonewall ayaklanmasını anmaya yönelik, tüm dünyadaki eşcinsellerin düzenlediği, Eşcinsel Onur Etkinliklerini, biz de düzenliyoruz.
İlginçtir, Lambdaistanbul'un düzenlemek istediği ilk etkinlik de, bir onur etkinliğiydi; fakat, 93'deki valilik buna izin vermediğinden, bu etkinlik geçekleştirilememiştir.
Geçen süre zarfında bir şeyler ne kadar değişti, tartışılır ama eşcinsel hareketin özneleri, tüm topluma "açılarak", mücadeleyi sürdürmeye devam ettiler. O yüzden, bu onur etkinliğinin anlamı, eşcinseller için çok önemlidir ve ayaklar altına alınan onurumuza sahip çıkmamız için de bir araçtır! (SC/YS)