İkide bir "Ben öyle bir şey demedim", "yanlış", "yalan", "alçak herif mahvetti beni" haykırışları... Sonra dayanamadı, cep telefonundan kendisiyle söyleşi yapan muhabiri aradı ve ağır sözler sarf etti:
- Aldattın beni, bu kentte beni tanıyan bir sürü arkadaşım, var rezil oldum onların nezdinde...
- Söz vermiştin bir Cimbom tribününde bir de Fener tribününde resim koyacaktınız, öyle anlaşmıştık, bir tek Fener tribünü resmini koymuşsun, Fenerli gibi gözüküyorum, halbuki değilim...
- En beğendiğim Türk futbolcularını sormuştum, ben sana Hakan Şükür ve Tuncay Şanlı demiştim, sen kalkıp Emre Belezoğlu ve Nihat Kahveci yazmışsın, bu Kahveci'nin adını bile duymadım ben....
- Editör mü yapmış bu değişiklikleri? Nasıl yani sana sormadan sen de bana sormadan, benim dediklerimi değiştiriyor musunuz siz böyle?
- Bak kardeşim, ben buraya ombudsman toplantısına geldim, gazetelerin doğru haber verebilmesi için neler yapılması gerektiğini tartıştık 3 gün boyunca, ama senin söyleşin sayesinde Türk basınının nasıl çalıştığını anlamış oldum ben, sağol!
Medya operasyonuyla Fenerli oldu!
Ed Vulliamy, Observer gazetesinin savaş muhabiri. Son olarak Bosna ve Irak'ta çalışmış. Deli dolu sempatik, sıkı solcu bir İngiliz.
Ailesi Fransız Huguenot kökenli, biraz da İrlanda var atalarının künyesinde. NTV'de Mithat Bereket'in programında da hoş şeyler söyledi. Ama Hürriyet'de çıkan röportajında da hiç bir şekilde söylemediği halde kendisinin Fenerbahçe sempatizanı olduğu yolunda satırlar çıkmış. "Bu Türk basını beni zorla Fenerli yaptı, bu nedenle hem Türk basınına hem de Fenerbahçe'ye daha mesafeli duruyorum artık," dedi.
Ed'i teselli etmeye çalıştım. Türk medyasının maalesef böyle çalıştığını, bir sürü iyi gazeteci ve akademisyenin de bütün güçleriyle mesleki ve akademik alanda bu olumsuzluklara karşı direnmeye çalıştığını söyledim.
- İyi ama, arkadaşım Yavuz (ONO'nun yeni Başkanı Y.Baydar), Akşam gazetesinde çıkan söyleşisinde "Türk medyası sınavı geçti" diyor, dedi ve pis pis gülümsedi.
Gerçekten de, toplantının en verimli bir şekilde geçmesi için emek ve zaman harcayan Baydar, ev sahipliğinde ve organizasyonda başarılı idi ama gerek Akşam'daki söyleşisinde gerekse kendi sayfasında yayınlanan Türk medyası hakkındaki değerlendirmelerine ONO toplantısına katılanların büyük bir çoğunluğu katılmıyordu. Nedeni çok basit, ONO toplantısında Türk medyası sadece iki kez gündeme geldi:
Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, konuşması sırasında Türk medyasında savaş yanlısı ve savaş karşıtı yayınların uç noktalara ulaştığını söyledi. Örnek verirken de, Türk medyasını tanıyanları şaşırtırcasına, birinci grubun tipik temsilcisi olarak Hürriyet'i örnek göstereceğine, o kesimden hiç örnek vermedi ve uzun uzun Yeni Şafak'ın manşetlerini gösterdi. Bir de Zaman'ın ne kadar dengeli yayın yaptığını kanıtlamaya çalıştı.
Türk medyası bir de Herkül Milas'ın konuşmasında gündeme geldi. Milas, Türk medyasının Yunanlılar ve Yunanistan hakkındaki önyargılarını pek hoş, mizahi bir dille teşhir etti. Bir de belki Doğan grubunun işveren temsilcileri yabancı meslektaşları sosyal aktiviteler ve yemekler sırasında bilgilendirmiştir!
Bu konuyu Ed'e sordum. Cevabı şu oldu:
Istanbul'da türk medyası konuşulmadı
''Bu ülkede bulunmamıza rağmen Türk medyası hakkında yeteri kadar konuşamadığımız için üzgünüm. ONO yakında Londra'da bir toplantı yapacak ve eminim ki Londra toplantısında, İngiltere'nin İrlanda'daki varlığının ve Tony Blair'in Irak işgalini savunmasının ya da İngiltere'nin gündemindeki diğer konuların gazetecilik üzerindeki etkilerini tartışacağız. Bu nedenle de Türkiye'de iken Kürtlerin istekleri ve sivil özgürlükler gibi konuları gazetecilik açısından tartışmak ilginç olabilirdi. Üstelik bu konular Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyeliğini, yakından ilgilendiriyor. Bu arada söyleyeyim, ben Türkiye'nin AB üyeliğini tamamen destekliyorum''.
Türk medyası ONO toplantısından gerekli dersleri çıkaramadı, mesajları alamadı daha çok Baydar'ın Başkanlığı üzerinde durdu. Oysa ki, Baydar'ın da belirttiği üzere ONO başlangıçta Kaliforniya merkezli ve ağırlıklı küçük bir örgüt. Üstelik ombudsmanların öyle yaptırım gücü filan da yok. Bütün dünyada topu topu 30-40 aktif üyesi var. Dünya gazeteci sendikalarının şemsiye örgütü FIJ (Uluslarararası Gazeteciler Federasyonu), editörlerin örgütü IPI (Uluslarararsı Basın Enstitüsü) ya da gazete sahipleri ve yöneticilerinin derneği WAN (Dünya Gazeteler Birliği ), Dünya Basın Konseyleri örgütü filan kadar ağırlığı yok.
Bu nedenle ONO toplantısı yok yere Türk medyasında abartıldı.
Önemli tespitlerden bir demet
Oysa ki 3 günlük çalışmaları izleyen ve gelişmeleri eleştirel, sorgulayıcı bir perspektifle izleyenler, hem global medyanın pek parlak günler geçirmediğini hem de ombudsmanlığın öyle pek de etkili ve işlevsel bir mekanizma olmadığını kolaylıkla anlayabilir.
3 gün boyunca izlediğim konferansta aldığım notlar ve alıntılardan bir demet:
* ''Fransa'da yapılan kamuoyu araştırmalarında gazeteciler, güvenirlik ve prestij açısından politikacılarla fahişeler arasında yer alır'' FR2 ve FR3 Program Ombudsmanı Genevieve Guicheney
* ''Bu tekelci medya mülkiyetinde ombudsmanın ne kadar işlevsel ve etkili olacağını sordunuz. Ombudsmanlık da bu sistemin bir parçası'' İngiliz İletişimbilim Profesörü Steven Barnett
* ''Embedded muhabirlerin TV ekranlarına ve birinci sayfalara yansıyan görüntü ve haberleri, 'haber pornografisi' kavramını gündeme getirdi. Amerikan NPR TV'si ombudsmanı Jeffrey Dvornik
* ''Savaş öncesinde ve süresince üst düzey editörler, Beyaz Saray yetkilileri tarafından özel seanlarda brief edildi'' David İgnatius, Washington Post
* " Savaş konusunda İnternet'de yayınlanan bir sürü ilginç bilgi ve haber bilinmezlikten gelindi.Bugün geriye doğru baktığımızda anlıyoruz ki bazı kararları almayabilirdik'' Tonny Maddox, CNN İnternational
* ''Beni savaş sonrası Irak'a davet edip Arap meslektaşlara ders vermem önerildi. Tereddüt ettim ve sonunda gitmedim. Acaba bir gazetecilik emperyalizmine mi dahil oluyorum diye endişelendim'' J.Dvornik, NPR
* ''İsrail medyası olduğu gibi ABD'nin yanında ve savaştan yanaydı. Çünkü bu tutum İsrail'de kamuoyunun hissiyatını yansıtıyordu. Biz İsveç ya da Belçika değiliz. İsrail doğrudan tehdit altında bir ülke...'' Israel Rosenblatt, Maariv, İsrail
* ''Savaş sırasında yapılan hataların nedenlerine, köklerine inelim, araştıralım, yüzeyde kalıyoruz, hataların gerçek nedenlerini araştırmalıyız'' Bernardo Ajzenberg, Folha de Sao Paulo, Brezilya
* ''Hata nasıl oluştu sorusu yerine bu nasıl oldu da editör oldu?, sorusunu soralım'' Dan Hortsch, Oregonian, Portland, ABD
* ''Le Monde'un Gizlenen Yüzü başlıklı kitap ve bu konuyla ilgili tartışma başladığından bu yana okur artık Le Monde'u aynı gözle okumuyor, sanıyorum. Çünkü Le Monde'un prestiji ciddi bir şekilde sarsıldı'' Robert Sole, Le Monde, Paris
* ''Okurun gazeteye duyduğu güvensizlik, neredeyse şu aşamaya gelmiş: Gazete, bugün yanlış bilgiler içeren haberler yayınlıyor ama ombudsman ya da düzeltmeler sayesinde ertesi gün bu hataların bir kısmını düzeltiyor. Böylece okura, 'Bugün size hatalı bir gazete satıyoruz ama yarın, dünkü hataları düzelten bir nüsha alabilirsiniz' demiş oluyoruz gibi...'' Alan Rubridger, Guardian, Londra
Esasla tali arasındaki ayırım
Ono toplantısında medya mülkiyeti meselesi de gündeme geldi. Hatta Guardian gibi bir vakfa ait olan gazete ile Le Monde gibi çalışanların ve okurların mülkiyete ortak oldukları yapılar da tartışıldı.
Mülkiyetin yapısı ve içeriği kaçınılmaz olarak yayın politikalarını büyük ölçüde etkiliyor ancak etik kurallar, ombudsman, okur katılımı gibi başka bir çok unsur da medyanın bağımsızlığı ve özgürlüğünü sağlamaya çalışırken, piyasa ekonomisinin mantığı nispeten olumlu sayılabilecek tüm bu önlemleri etkisiz, işlevsiz kılıyor.
ABD'de 2000'de Columbia Journalism Review'un başlattığı ilginç bir tartışma vardı: ''Tamam biz gazetecilerin etik kuralları var ama medya işverenlerinin etik kuralları var mı?''
Bu siyasi içerikli soruya henüz doğru dürüst bir yanıt verilmedi.
Etik kurallar, ombudsman, okur denetimi ya da Türkiye'de henüz gündeme gelmeyen teknik-mesleki bir mekanizma olan fact-checking (Haberlerin doğruluğunu denetleyen bir iç mekanizma) gibi sistem ve yaklaşımlar, medya mülkiyeti sorunu çözülmeden yarar sağlayabilecek mekanizmalar gibi görünmüyor.
Bu nedenle şık, cici, işlevsel gösterilmeye çalışılan ombusmanlık kurumundan önce medya mülkiyeti sorununu çözmek gerek. (RD/NM)