Yaklaşık beş aydır doğduğum şehirden, büyüdüğüm topraklardan çok uzakta; yabancısı olduğum bir memlekette, Almanya'nın Frankfurt kentinde yaşıyorum. Buraya daha ayak basmadan, bir yabancı olduğum, üstelik “istenmeyen” bir yabancı olduğum bana hissettirilmişti. Hele bir de buralara gelince, kendimi belki de hiçbir zaman hissetmediğim kadar yabancı hissettim. Bu hislerim öyle bir noktaya geldi ki, artık en küçük, hatta en masum şeylerin altında bile yabancı düşmanlığını arar oldum.
Şimdi, bütün bu süreç boyunca yaşadıklarımın listesini çıkarmak istiyorum. Eminim bu yaşadıklarıma benzer dışlanmaları, şu an, şu saniyede milyonlarca insan yaşıyor. Yani bu yaşadıklarımın, herhangi bir “yabancı”nın ya da “öteki”nin yaşadıklarından bir farkı yok. Aksine "yabancının" yaşayabileceği şeyler bunlar:
Bir;
Yurt dışına gönderilecek misafir öğrencilerden biri olarak seçildim. Başvurduğum üniversite beni kabul etti ve davet mektubu gönderdi. Eğitim amaçlı, geçici bir süreliğine gidecek olmama rağmen, vize alabilmek için bir yığın belgeyi hazırlamam gerekti. Benden istenen tüm belgeleri eksiksiz hazırlamama rağmen, vizeyi ancak iki buçuk ay sonra alabildim. Bu arada gideceğim üniversitede çoktan dersler başlamıştı.
İki;
Uçağın kapısı açılır açılmaz polisler gelip vizelerimizi kontrol ettiler. Eğer vizemiz yoksa daha uçaktan inmeden geldiğimiz yere bizi geri göndereceklerdi.
Üç;
Yolculuklarımdan birinde, trenden iner inmez polisler kimliğimi sordular. Trenden inen yüzlerce insan arasından sadece benim kimliğimi görmek istediler. Pasaportumun her bir sayfasını teker teker incelediler, vizelerimin orijinal olup olmadığını kontrol ettiler. Ardından karakolu arayıp, ismimi verdiler; böyle birinin aranıp aranmadığını sordular. Pasaportumu ancak “böyle birinin” aranmadığını öğrendiklerinde geri alabildim.
Dört;
Yolda yürürken arkamdan iki kişi, “Bir kara sakallı daha!” diyerek laf attı. Daha sonra “kara sakallı”nın Türkiye’den gelenleri aşağılamak için söylenen bir deyim olduğunu öğrendim.
Beş;
Türklerin barlara alınmadığı gerçeğiyle yüzleşmem eğlenmek için dışarı çıktığım bir gece oldu.
Altı;
Ev arkadaşlarımın Türkiye hakkında ne kadar az şey bildiklerini fark etmeye başladım. Türkiye hakkındaki soruları ise hep farklılıklar ve yoksunluklar üzerineydi.
Yedi;
Farklı kültürlerden öğrencilerin bir araya gelip eğlendikleri bir ev partisine katıldım. Partinin sonuna doğru benim gibi yabancı olan biri, cüzdanının çalındığını sanarak bağırıp çağırmaya başladı. Hemen ilk anda şüphelendiği ve üzerine yürüdüğü insanlar ise, partideki tek siyahlardı. Üstelik eve gittiğinde cüzdanını evde unuttuğunu fark etti.
Sekiz;
Tren istasyonunda peşimden polisler koşarak beni durdurdular. Pasaportumu görmek istediler. Uyuşturucu kullanıp kullanmadığımı sordular.
Dokuz;
Bir arkadaşımın gittiği üniversitede, profesörlerin, “Niçin buraya geliyorsunuz, Türkiye’de üniversite yok mu?” diye sorabildiklerini duydum. Ayrıca aynı üniversitede Türkiye’den gelenler daha fazla harç ödemek zorundaydılar.
On;
Tüm bu süreç boyunca çevremdeki insanların, Çinlilerin koktuğu, Kamerunlarının azgın olduğu ve İranlıların pis olduklarına dair söyledikleri saçma sapan şeyleri duydum. Başka kültürlerle ve farklılıklarla ne kadar kolay dalga geçebildiklerine tanık oldum.
Sonuç…
Her şeyden önce, saçımın, kaşımın renginden ötürü Türkiye’den geldiğim belliydi. Bu yüzden tren istasyonları gibi yoğun insan sirkülâsyonunun olduğu yerlerde hemen fark ediliyordum. Saçımın rengi, kaşımın rengi; bu topraklarda yaşayanlar için bir takım karanlık işleri çağrıştırıyordu.
Karanlık işleri çağrıştırmasa bile, sokakta yürürken sakalımın rengine gönderme yaparak bana laf atılabiliyor, istenmediğim yüzüme vurulabiliyordu. Benim gibi Türkiye’den gelenler, üniversitelerde “bile” istenmiyor, eğlenmek için dışarı çıktıklarında barlara alınmıyordu.
Sadece Türkiye’den gelenler değil, benim gibi farklı dili konuşanlar, farklı kültürden gelenler ya da farklı ten rengine sahip olanlar da ötekileştirmeden nasibini alıyorlardı. Aynı zamanda benim gibi öteki ya da yabancı olanlar da, başkalarını ötekileştirmekten geri kalmıyorlardı.
Farklılıklara tahammülsüzlüğün sadece Türkiye’ye has olmadığını gördüm tüm bu süreçte. Her milletten, dilden, kültürden, ırktan, dinden, cinsiyetten, cinsel yönelimden ve diğer tüm kimliklerden insanlar kendi ötekilerini yaratıyorlardı. Belki de kendi kimliklerinin var oluşu ve bütünlüğü için ötekilere ya da yabancılara ihtiyaç duyuyorlardı.
Tüm bunları deneyimlemek için elbette yurt dışına çıkmak gerekmiyor. Ancak birçok kültürden göçmenlerin yaşadığı ülkelere gitmek, kültürler ve kimlikler arasındaki çatışmaları gözlemlemek için güzel bir fırsat sunuyor. Bu tarz seyahatler, kimlikler arasındaki olası dayanışmalar hakkında düşünmemiz için de bir ortam sunuyor.
Ah şu duvarlar...
Bu dayanışmalardan biri, bir konferansta gerçekleşti. Bu konferanstaki konuşmacılardan biri, konuşmacılar arasında yer alan bir Türk’ten, “My Black Sister” (Benim Siyah Kızkardeşim) şeklinde bahsetti. Kendisi bir siyahtı ve bu ülkede yaşayan bir Türk’ün de bir siyahın yaşadıklarına benzer şeyler yaşadığının farkındaydı.
Sanırım hepimiz, bizi çevreleyen duvarları yıktığımızda biraz siyah, biraz transseksüel, biraz kadın, biraz Kürt, biraz Doğulu oluyoruz. Keşke her zaman bu duvarlar yıkılı kalabilse. (YB/EÜ)
* Yener Bayramoğlu, Lisans üstü öğrencisi