Ömer Uluç'un 1985 yılında Ankara Galeri Nev'de açtığı ilk sergisine 100 nüsha olarak basılan ve her nüshası sanatçı tarafından numaralanıp imzalanan "édition de luxe" kitap "Armalar" eşlik etti. Adını Uluç'un 1965 yılında Paris'te, Galerie La Roue'da açtığı aynı adlı sergiden (Les Blasons) alan dizi, sanatçının bu yıllardan 70'li yılların ortalarına kadar uzanan süreçte aralıksız çizdiği ve bir bakıma Gerçeküstücülerin otomotaik desenlerini hatırlatan sayısız desen içinden seçilmişti.
52 desenlik bu seçki, bugünden geriye baktığımızda, Ömer Uluç'un daha sonra yaptığı tüm resimleri, heykelleri ve cinleri "okumak" için kullanabileceğimiz 52 harflik bir alfabe, Uluç resminin "rosetta taşı" gibi... Uluç'un bu seçkisini onun için kendi kaleme aldığı satırlardan daha iyi hiçbirşey anlatamaz...
Deniz Artun, Galeri Nev, Ankara
* Uluç'un "Armalar"ına ulaşmak için tıklayın.
Ömer Uluç: Armalar
1967-1974 yılları arasında burada görülen desenleri, bunlara ve birbirlerine benzeyen daha yüzlercesini, her seferinde sanki bir karışıklığı hızla düzeltmek istercesine yaptığımda, bir gün böyle bir kitap içinde toplanacağı aklıma gelmemişti. Ancak zamanla önem kazandılar, benim için bir anlamları olmaya, birbirlerinden ayrılıp, kişilikleri tek tek görünmeye başladı. Bugün eski tanıdıkların bir albümü gibiler.
Bunlar nedir, ne olabilirler? Sorunun önceleri önemi yoktu. Yoğun bir karalama hırsını düzenli bir karmaşaya dönüştürmek, belki de simgesel olarak, o yıllarda bir şeylerin felaketle bitmesini önlemek istiyordum. Bunun için belli bir mekaniklik ve tek düzelik içinde, aramalardan, inceliklerden ve dinginlikten uzak, kağıtlar üzerine hızla desenler çiziyordum. Sürekli tahtaya vurmak, kapıyı, pencereyi aralıksız tıkırdatmak gibi aynı hareketi inat ve sinirle tekrarlamak bana iyi geliyor, çok şeyin yerine geçiyordu. Sonunda bütün bu ağırlığı pek çağrıştırmayan, hafiftenmiş gibi gözüken bir takım figürler, kişiler, kişilikler ortaya çıktı.
Ortaya çıkan bu yaratıkların ne anlama geldiği bir yana, doğal olarak, benim için biçimsel bir serüven ayrıca söz konusuydu. Soyut ve disiplinli bir estetiğin sınırından, bu desenlerle sanki daha özgür olabileceğim, herşeyi yapabileceğim bir yere çıkıyordum, ikonoklast bir dünyadan figüratif imajlara doğru. Bana bu bir çeşit alegorik, mizahi, felsefi vb. göndermelere de olanak tanıyan değişik bir dil olarak göründü. Kısaca kendisini kendi Afrika'sında sanan Livingstone'nunki gibi bir durum.
Sonradan bu desenler öylesine bir yoğunlukla devam edemedi. Bu uçan, yükselen, dönen, alçalan, geçen, uzaklaşan ve gelen, pek azı sakin duran kişiler resimlere, boyalara karıştı, başka şeylere doğru değişerek yeni mekânlarını ve sonraki imajları oluşturdular.
Bu desenlerdeki figürlerin, otobiyografik bir anlamları olması gerektiğine bu günlerde karar verdim. Ne olduklarını ne olabileceklerini bulmaya kalktım. Bunların beni etkileyen yaşantı parçaları ve özdeşleştiğim bazı imajlar olması gerekiyordu. Böylesine bir düşünceyle onları isimlendirdim. Verilen isimlerin, figürlerin taşıdığı izlere tam uyduğunu söylemek, onlarda o zaman olanların karşıtlığını bulmak söz konusu değil. Yaptığım, bir isim bulma oyunuyla, kendi hayatımı, o günleri, daha önceleri ve sonrasını düşünme arasında bir şey.
Son olarak bu desenlerle ilgilenenlere onlara yalnızca teker teker değil, seçtikleri bir bölümünü ya da hepsini bir araya getirerek topluca bakmalarını salık veririm. Belki benim de burada neler demek istediğim böylece daha iyi anlaşılmış olur.(ÖU/DA/EÜ)