"Kollarıma ateş etme, çocuklarıma bakamam”
Kocasının öldürmek için ateş ettiği Arzu Boztaş'a ait bu sözler, “Ölümüne Boşanmak (Dying to Divorce, 2021) belgeseliyle izleyici ile buluştu.
Belgesel, Avukat Hakları Grubu geçen haftalarda, Kadın Cinayetleri Platformu’nun yararına Beyoğlu Sinemasında gösterildi.
Türkiye’deki erkek şiddetine mücadele eden kadınlar ve aktivistlere odaklanan belgesel, Türkiye’nin son beş yılındaki politik atmosferi de gözler önüne seriyor.
En İyi Uluslararası Uzun Metrajlı Film ve En İyi Belgesel dallarında Oscar'a resmen aday gösterilen belgesel Türkiye’de sansür nedeniyle gösterime giremedi.
Erkek şiddeti sonucu yaralı kalan üç kadın ve avukat İpek Bozkurt ile Kadın Cinayetleri Platformu aktivisti Ayşen Ece Kavas’ın anlatımları ile ilerleyen belgesel, izleyende kadınlar için “acıma” değil, “her şeye rağmen başardılar” hissi bırakıyor.
TIKLAYIN - bianet erkek şiddeti çetelesi
Yaklaşık 5 yıl süren çekimler boyunca kadınların erkek şiddeti sonucu hayata tutunma çabaları ve hukuki mücadeleleri acıklı değil, en sahici kelimeler ile izleyiciye ulaştırılıyor.
Chloe Fairweather’ın yönettiği, Özge Sebzeci ve Seda Gökçe’nin yapımcılığını yürüttüğü belgeselin daha geniş kesimlere ulaşması için özellikle sivil toplum, yerel yönetimler ve medyanın desteğine ihtiyaç var.
Belgeselin karakterlerinden feminist avukat İpek Bozkurt ve yapımcısı Seda Gökçe ile söyleştik.
"Filmi çekmek 5 yıl sürdü"
Belgesel fikri nasıl ortaya çıktı?
Seda Gökçe: Benim İngiltere'de yapımcılık yapan bir arkadaşımın Türkiye’de belgesel çekmek isteyen bir arkadaşı var. O dönem biz onu tanımıyoruz tabii. Chloe Fairweather. O bölgedeki dinamikleri anlamak isteyen bir kadın.
Hatta gidiyor Yozgat’ta Arzu’ya ulaşıyor, onla ilk çekimleri yapıyor. Sonra bu çekimle kalmayıp bunu belgesele dönüştürmek isteyince bana ulaştılar. Bu yola çıktıklarında ceplerinde çok düşük bir bütçe vardı. Öyle başladık.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ekseninde aslında iki tane aktivist var. Arzu'yu Ayşen'le beraber takip ediyoruz. Kübra'yı da İpek'le beraber takip ediyoruz. Bir taraftan da haber tarıyoruz.
İpek Bozkurt: Biz de Özgecan Aslan’ın davasına gittik ve orada başladık.
Seda Gökçe: Bir noktadan sonra ben sanırım hani şey evet bu yani beş yıl çok uzun bir süre. O bir buçuk yılda yapacağını planlıyordu ama biz her zaman bu davaların bir buçuk yıllığı biteceğini asla düşünmedik.
"Oscar'a adaylığa inanmadık"
Oscar'a aday gösterildi. Ne hissettiniz o an? Nasıl bir duyguydu?
Seda Gökçe: İnanamadık. Hatta başvuru döneminde ciddiye de almadık. Gerçekten ciddiye alınabilecek bir tarafı da vardı oysa.
İpek Bozkurt: Çok şaşırtıcıydı. Biz mesela o zamana kadar Türkiye'de gösterimlerle ilgili aslında çok yol kat edemedik fakat bu Oscas meselesinden sonra daha görünür oldu belgeselimiz. Belgeselimizin bir engellenme sansür hikayesi de vardı. Onun da ulaşabileceği yer çok sınırlıydı. Bize engel olmuştu.
Seda Gökçe: Bir çeşit herkesin haberi olmasını sağladı. Zamanlaması bizim planladığımız ya da planlasak bile becerebileceğimiz bir şey değildi. Onun için her Oscar Haber'i Türkiye'deki sansürle beraber dile getirildi. Her haberin altında illa ki son paragraf da oluştu. O da bence kıymetliydi.
"Davalara feminist yaklaşımla bakıyoruz"
Erkek avukat sizce senin kadar takip edebilir miydi bu davaları böyle? Sahiplenebiliyorlar mı sizce?
İpek Bozkurt: Şöyle bir bu tip davanın ederken bir ceza bu pratiği yapılıyor elbette ama zaten bizim eleştirdiğimiz ceza hukuku, teknik normatif hukuka bir feminist bakış açısıyla gelip bu çalışmayı savunmaları yani daha doğrusu savunmada değil de iddia ettiğimiz şeyleri söylemeyiz. O feminist söylemle birlikte yapıyoruz. Sahaya hakimiz.
Kadın cinayetinin sistematik politik olduğunu görüyoruz mahkemelerde de bunu anlatıyoruz. “Hakim Bey, hakim hanım, sizin dinlediğiniz şey bir tane hikayeydi. Bak bu adam böyle, bunun buradaki indirimini yapmayın, şunu yapmayın. Büyük bir resmi anlatmaya çalışıyoruz.
Şimdi bu bizim sorunumuz. Bazı kadınlar için de bir tane ceza davası. Benim için bir tane ceza davası değil. Ha teknik olarak bir erkek yapar. Yapabilir tabii ki ama ben rastlamıyorum. Yani kimse kendi sorunu olmayan bir şeyi bu kadar canı gönülden dile getirmez onun görevi gibi hissettirmiyor. O yüzden evet kadınların duruşu politik duruşu.
Bunu ikinize sormuş olayım hem erkek şiddetini görüyoruz belgeselde hemde Türkiye'nin son beş yılında olan biten bu siyasi süreci de görüyoruz. Bunu özellikle planladınız?
Seda Gökçe: Şunu söyleyebilirim sanırım. Ülkede zaten politik gelişmeler oluyordu ama son yıllarda bunun bu kadar net olacağını hiç birimiz öngöremedik. Bu biraz bu politik atmosferin belgesele dahil olması en başından beri konuşulan bir şey.
Ama bu kadar sert şeyler yaşamasaydık, belgesel için her noktada böyle bir köşe taşı gibi yerleştirir miydik? Hikâyenin noktalarını inler miydik, emin değilim.
İpek Bozkurt: Hepimiz tamam emin olmadığımız doğru. Ama bir yandan da şöyle. Sistem eleştirisi yapmadan kadın hakları mücadelesini vermek zaten söz konusu değil. Tahakküm ilişkisini hiyerarşiyi
statükoyu koruyanların, aileyi kutsallaştıranların eleştirisini yapmadan bu mücadeleyi yapmak olmuyor.
Ne kadar sistematik bir sorunun parçası olduğunu anladığım için mücadele edecek bir alanın olduğunu görüyorsun. E o da senin merhametinden ziyade daha direncini ısrarını işte direnme duygusunu gündeme getiriyor. O yüzden zaten biri olmadan bir mücadeleyi politik yapmadan diğerini ele alamıyorsun diyor. Aynı benim babamın dediği gibi. Babam dedi “kızım biz senin için çok korkuyoruz.” Herkesin annesi babası çocukları için özellikle kız çocukları için korkuyor. “Sen de” diyor “çok eleştirme” diyor.
O yüzden yani bu filmde de biz bunları, o politik gelişmeleri koymasaydık bir tane acıklı bir film çekmiş olurduk bence. Biz acıklı bir film çekmek istemedik dürüst olmak gerekirse.
Bir de ben kadın hakları mücadelesinin içindeyim ama ben bir yandan da politik bir de avukatım.
Seda Gökçe: Biraz öncekiyle ilgili şeyi bir eklemek istiyorum. Bir tekillik hikayesi var. Yani bir toplumda yaşıyoruz. Tekil olayların üzerinden toplumu anlamanız mümkün değil.
"Biz neleri atlattık buradayız güçlüyüz"
Ailelerin tepkisi nasıl oldu? İzlediler mi? mesela Kübra izledi mi?
Seda Gökçe: Ailelere ve karakterleri izletme öncesi çok gergindik hepimiz. Çünkü hayatlarının en kriz, en zor beş yılını geçirmişler ve bir şeylerin üstesinden gelmiş bir şeyleri unutmuş ve bir şekilde hatırlatıyoruz.
Yani hani o anlamda unutmak bir lütuf ya hepimiz için. Şimdi bir gün gelip karşılarını televizyona bir şey koyuyorsunuz ve bir buçuk saat hayatlarının en karanlık dönemini, en zor sahneleriyle gösteriyorsunuz. Bizim için çok gergin. çok yorucu geçecek diye çok korktuğumuz bir şeydi. Ve çok şaşırtıcı bir sonuç aldık. Aslında bu işte başka kadınları gösterelim bu belgesele birlikte izleyelim fikri de çıktı.
İpek Bozkurt: Biz neleri atlattık ve buradayız, ayaktayız, hissiyatı çok güçlüydü. Dolayısıyla bizim belgesel izlerken ki tecrübemiz, beklediğimizden çok farklı oldu. bu şey değil tabii ki mesela Kübra'nın çocuğuna kavuşamadığı ve annesinin hani o çocuk buraya gelecek dediği yerde Kübra tekrar dağıldı. Tekrar çok üzüldü. Ama sonra çocuğuyla dans ettiği sahnede kendini toparladı.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
İpek Bozkurt: bizim platformun sloganı. Asla yalnız yürümeyeceksin. Ben benim için çok değerli bir platform. Söylerken çok değerli olduğunu düşünüyorum. İnsanın yalnız olmadığını bilmesi, bence çok büyük bir güçlendirme ve güçlenme, iç gücünü bulup dirayetini arttıracağı, işte direnme motivasyonunu arttıracak bir şey. O yüzden bu film bence hiçbirimizin yalnız olmadığını gösteriyor. Mutlaka bir yerden oradan ya da buradan el ele tutuşup yapabilecekleriniz var. Bence bu film bir dayanışma ve mücadele filmi bir yandan.
Seda Gökçe: Bizim sosyal medya hesaplarımızı takip etsinler. Bizler, bu filmi Türkiye’nin her yerine götürmek istiyoruz. Sansürü böyle aşacağımızı düşünüyoruz. Filme ev sahipliği yapmak isteyenler bize ulaşabilir. Kadın kadının yurdudur demeyi de çok severim. Onu da eklemiş olayım.
(EMK