Kitabın yazarı Meltem Arıkan, "Anlamakta zorluk çekiyorum" diyor; "Çocukların uğradığı cinsel taciz ve tecavüzler nasıl sağlıklı bir insanı tahrik eder." Arıkan, Alt Komisyon'da görüşülen Türk Ceza Kanunu (TCK) Yasa Tasarısı'nın çıkması durumunda bilimsel eserlerin bile yayınlanmasının riske gireceğine dikkat çekiyor.
İzmir TÜYAP Kitap Fuarına gelen Meltem Arıkan, kadın dayanışmasından "Yeter Tenimi Acıtmayın"a kadar "kadına dair" sorularımızı yanıtladı. Arıkan'ın yanıtları;
Kitabınızın 3. baskını okudum. Kitapta karşıma zaman zaman siyah bantlar çıkıyor. Kitabınız sansürlenerek yayınlandı. Siz bu karar karşısında ne hissetiniz?
Toplatma kararını ilk duyduğumda çok üzüldüm. Ama, Muzır Kurulu'nun yazdığı gerekçeli raporu okuduktan sonra mide kanaması geçirdim. Çünkü, hakikaten inanılır gibi değildi. Suçlarımdan bir tanesi Türk aile yapısını parçalamak ve romanda anlatılan olayları Türkçe isimler kullanarak yazmak. Bir edebi eserde İngilizce isimler kullanınca, olaylar sorun olmaktan çıkıyor mu, bunu hala öğrenemedim.
Yani, o zaman İngilizce ya da Türkçe dışında başka bir dilde isimler kullansaydınız, o zaman es geçebileceklerdi....
Herhalde, çünkü özellikle böyle bir ifade vardı. İkincisi, kitap okuyanlarda cinsi arzuları tahrik ediyormuş. Ben onu her yerde söylüyorum. Gerçekten, kurul üyelerinin bunu bana anlatmasını istiyorum; çünkü o günden beri düşünüyorum. Çünkü aklım almıyor bunu.
Çocukların uğradığı cinsel taciz ve tecavüzler nasıl sağlıklı bir insanı tahrik eder, ben bunu hala anlayamadım. Anlamak için çok çaba sarf ediyorum. Bilmiyorum anlayan olur da, bana anlatırsa mutlu olacağım.
İlk romanınız "Ve... Veya... Belki"den "Yeter Tenimi Acıtmayın"a kadar, 4 romanınız kadının varoluşunu sorgulayan-sorgulatan romanlar. Ne yapmak istiyorsunuz? Ben romanı okurken rahatsız oldum. Her şey çok açıktı. Bunu özellikle seçiyorsunuz. Neden?
Ben ilk romanım "Ve... Veya... Belki"den beri hep aynı çizgideyim. Hep aynı şeyi söylüyorum. Ben okurlarımı huzursuz etmek için yazıyorum. Çünkü, kadınların var olması gibi çok ciddi bir derdim var. Benim hayattaki en temel derdim.
O yüzden de, insanların kendilerine soru sorabilmeleri için, kendileriyle ilgili sarsılabilmeleri için huzursuz olmaları gerekiyor. O yüzden, ilk romanımdan beri çok yalın yazmama rağmen, çok net anlatmaya çalışıyorum. Bu da ciddi bir huzursuzluk yaratıyor. O anlamda sizin de huzursuz olmanız beni çok mutlu etti.
"Yeter Tenimi Acıtmayın"daki öyküler, gerçek öyküler. Bu öykülere nasıl ulaştınız? Bu romanın hazırlık süreci nasıl oldu?
Aslında şöyle bir şey; bu benim dördüncü romanım. Ben bundan sonra yazacağım, üç romanda da ne yazacağımı çok iyi biliyorum. Onun araştırmaları sürüyor.
İlk romanımı yazarken, dördüncü romanda da ne yazacağımı biliyordum. Bu yıllardır süren çalışmaların ürünü. Bir roman yazdım, yenisinde ne yazayım gibi değil. Bunların hepsi bir bütün.
İlk romanım "Ve... Veya... Belki"de arayış içinde olan kadınların hikayeleri vardı. İkincisi "Evet. Ama. Sanki" de, kendini bir erkek gözüyle tanımlamaya çalışan bir kadının hayal kırıklığı vardı. Bunu çok kişi yapıyor. Hep karşımızdaki kişilere göre, kendimizi bir tanıma sokmaya çalışıyoruz.
Üçüncü romanım, "Kadın Bedenini Soyarsa"da kendi bedeninden yola çıkarak, bedeni ile bütünleşmeyi ve soyunabilmeyi başaran bir kadın vardı. Bence varoluşun ilk adımı böyle başlar. Eğer soyunabilirseniz ve bedeninizle barışabilirseniz, korkularınız çıkar. Dördüncü roman "Yeter Tenimi Acıtmayın" korkularını aşmanın mümkün olduğunu anlatan bir romandı.
Şöyle algılıyorum; ilk önce kadın kendisine ilişkin sorununu teşhis ediyor. Bundan sonrası da çözüme dönük olacak değil mi?
Evet, yani, korkularınızla yüzleşebilirseniz, beşinci kitabım, - ki, adı "Zaten yoksunuz, zaten yoksunuz" ismi- onun bir step sonrasını anlatıyor. Hep aslında, konular birbirinin devamı, ya da bir varoluşun adımları gibi. Buradaki hikayelere ulaşmam çok zor olmadı.
Çünkü ilk romandan beri, benimle kendi varoluş yolculuklarını paylaşan kadınlar var, hayatımda. Ben hep söylüyorum, hiçbir romanın kahramanı değilim ama ben bütün romanlarımda kendi varoluş yolculuğumdan da yola çıkarak yazıyorum. Ben o hikayeleri maalesef hafiflettim.
Daha ağırdı yani...
Çok daha ağırdı. Öyle yazsam, inanmazdı insanlar. Kitapta yazılanlar, çok hafifletilmiş.
Romandaki, Sude ile kendi aranızda bir ilişki kuruyor musunuz?
Romanda bir karakterle kendi aramda ilişki kurmuyorum ama her karakterde benden parçalar olduğunu düşünüyorum. Ama, şunun altını çizmek isterim; romanlarımda verdiğim bilgiler bilimsel gerçeklerdir, ya da anaerkil kültürden çağımıza gelen, kimi zaman bastırılan, kimi zaman saptırılan, kadınlara ulaşılması istenmeyen bilgilerdir. O bilgiler doğrudur.
Kadını yazınızın ana eksinine koymuşsunuz. Peki, siz, kadın sorununun kaynağını nerede görüyorsunuz?
Bir kere, yüzyıllardır kadına yapılan sistematik bir baskı var. Bütün dikkat ediyorsunuz, dinlerin de temelde koyduğu yasaklar bedenimize ve kadınların cinselliğine yönelik.
Bu o kadar sistematik sürdürülüyor ki, ancak kadınlar korkularından kurtulabilirlerse, bedenlerine sahip çıkabilirlerse kurtulabilirler kadınlar. Ve dünyada bir değişim yaratmak istiyorsanız kadınları değiştirmek zorundasınız. Çünkü o değişimi ancak kadınlar yaratabilir.
İki kitabımda da vurguladığım bir gerçek var; burada erkek okurlarım bana kızıyorlar ama, maalesef bir gerçek var. Doğanın temeli dişidir ve erkekler mutasyona uğramış dişilerdir. Bunu herhangi bir tıp doktoruna da sorsanız, size söylerler, çok bilinmedik bilgi değil.
Kadınlar değişirse, erkeklerin değişimi çok kolay olur. O yüzden kadının varoluşunu çok önemsiyorum. Kadın önce bir bedeni olduğunu fark etmek zorunda ve o bedenine sahip çıkmak zorunda. Yoksa siz aklınızı geliştirebilirsiniz, duygularınızı tanıyabilirsiniz, ama bedeniniz size ait değilse, varolabilmeniz maalesef mümkün değil.
Ben kendi sorunlarımla yüzleşebilirim, kendi bedenimi tanıyabilirim, bu için bir kadın dayanışmasına ihtiyaç duyabilirim ama bunu bütün topluma nasıl yayacağız. Kadın değişebilmesi için, özgürleşebilmesi için, toplumsal bazı alt-üst oluşlar gerekmiyor mu?
Bunlar olacaktır ama kabul edersiniz ki, bugünden yarına olacak şeyler değil. Keşke, öyle bir hapımız olsa, ya da bunun bir formülü olsa, söylesek ve herkes bunu gerçekleştirse.
Maalesef kolay bir süreç değil, kolay da olmayacak. Ancak, kadınlar birbirlerini değiştirerek, bu bilgi yayılarak olacaktır. O yüzden de zamana ihtiyacımız var. Bu değiştiği zaman dünyada çok şey değişecek. Ben buna inanıyorum.
Kadının arınmasında, özgürleşmesinde erkek nerede duruyor?
Erkek, tabi ki, kadının özgürleşmemesini istiyor. Erkeklerimiz şunu bilmiyorlar, kadınlar özgür olmadığı sürece, onların da özgür olması mümkün değil. Kadınlar "mış" gibi yaşadığı sürece erkekler de "mış" gibi yaşamaya mahkum olacak. O yüzden de keşke erkekler bu gerçeği anlasalar ve kadınlara destek verseler.
Benim hep altını çizdiğim şey, kadınların kadın olabilmesi için, erkeklere ihtiyaç var. Erkeklerin erkek olabilmesi için de kadınlara ihtiyaç var.
Kadınların ve erkeklerin birbirlerinin farklılıklarını kabul ettiği ve bunun keyfini yaşadıkları bir dünya düşlüyorum. O yüzden de erkekleri çok önemsiyorum, bu yüzden de kadınların değişmesini istiyorum. Çünkü erkekler, kadınlar gibi o kadar yanlış şartlanmalarla büyüyorlar ki, en azından mutasyona uğramış dişilerdir diyoruz.
Sorun erkek, göğüslerinden zevk almadığını söyleyecek. Halbuki genetik olarak kodlanmalarında doğrudan zevk almaları gerekir. Ama o kadar bir ibnelik korkusu vardır ki, bedenlerine yabancı olmakla, vücutlarının bazı bölgelerini reddederler.
O zaman nasıl bütünleşecekler, nasıl erkek olacaklar. Ya da hep kalıplarla büyüyorlar, nasıl biz kadınlar kalıplarla büyüyorsak, erkekler de öyle. O kalıpların içinde siz nasıl doğal, cinsel kimliğinizi yaşayacaksınız.
Bir de romanlar isimler dikkat çekici. Ada, Çakıl, Derin, Sude... Bu isimleri seçerken kriteriniz neydi?
Aslında bütün roman isimlerimle ilgili bu isimler geliyor. Ama bu romanda özellikle, bunların hepsi doğaya ait isimlerdi. Doğallığı vurgulamak için, doğayla bütünleşmemizi vurgulamak için doğadan yola çıkarak seçtim isimleri.
Sude, Çakıl, Derin, Ada, başka kadınlarla yolculuğa çıkarken, her seferinde kendi yaşadıklarını bir kez daha yaşıyorlar. Bu bir arınma süreci, ve çok sancılı bir arınma süreci. Neden, bu kadınlar, her seferinde bu acılı arınma sürecini göze alıyor ki?
Doğru ama kadın olarak var olabilmek öylesine kıymetli bir varoluş ki, bunu bir kere yaşadığınız zaman başka kadınların bunu yaşaması için her şeyi yaparsınız ve başka bir önceliğiniz olamaz.
O yüzden, kadın dayanışmamasıyla ilgili bir şeyler söylendiğinde benim içim çok acır. Kadınlar kadın olamadığı için birbirleriyle doğru düzgün iletişim kuramıyor.
Dördüncü kitabınız, sansürlendi. Bu konuya ilişkin yazmaya devam edeceksiniz. Dolayısıyla sansürlenme riskiniz hep var olacak....
Sanırım, onlar bana alışacak, ben onlara alışacağım. Ya da hayat boyu, birbirimizle mücadele edeceğiz. Benim bu çizgiden dönmem diye bir şey söz konusu değil. Bunun karşılığında bir bedel söz konusuysa, ne ödenecekse ben bunu ödemeyi zaten göze aldım. Çizgimden ve yazma tarzımdan en ufak bir dönüşüm söz konusu değil.
Yeni bir yasal düzenleme var, buna ilişkin...
Maalesef çok tehlikeli bir yasal düzenleme var. Ben bu konuda, Türk Ceza Kanunu Alt Komisyonu'nu protesto davet ediyorum. Çünkü yeni bir müstehcenlik yasası çıkıyor. Üstelik anlamak çok zor ortada olanları.
AB Uyum Paketi deniyor, orada kitap toplatılmaz, edebi eserler toplatılmamalı deniyor. Aynı mantık bir müstehcenlik yasası çıkartıyor ki, müstehcen eser yazmak, okumak, sergilemek, doğal olmayan cinsel durumlardan bahsetmek suç.
Doğal olmayan cinsel durumun ne olduğu konusunda hiçbir netlik yok. 6 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezası öneriliyor. O zaman bu demektir ki, bundan sonra, herhangi bir bilimsel rapor bile yayınlayamayacaksınız. Zaten taciz, tecavüz, ensest çok problemli durumlar, bunları gazetelerde de unutacağız.
Vajina Monologları gibi eserler hayal ötesi bir duruma gelecek. Bu çok tehlikeli. Bunun bir adım sonrasını ben hakikaten düşünemiyorum. Bu korku üstüne yapılan bir terördür. (AD/BB)