Fotoğraf: Mehmet Ö. Alkan
Prof. Dr. Azrak'ın İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden (SFB) öğrencileri iktisatçı Dr. Ümit Akçay, eski Özgürlük ve Dayanışma Partisi Eş Genel Başkanı Bilge Seçkin Çetinkaya ve uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Erhan Keleşoğlu'yla karantina ortamında sanal olarak bianet için bir araya geldik ve hocamızı bu söyleşi ile andık.
Tüm dünya Korona virüs ile mücadele ediyor. Türkiye de virüsün yol açtığı Covid 19 hastalığı aramızdan çok sayıda insanı aldı. Bugün itibarıyla Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre bin 643’e ulaştı.
Virüs ile mücadele eden sağlık çalışanları büyük bir fedakarlık gösteriyor. Fakat özellikle risk grupları tehdit altında. Hala teması engellemek, mümkün olduğunca dışarı çıkmadan salgının hızının azalmasının önüne geçmek gerekiyor. 15 Nisan günü gelen bir haber ile akademik camia önemli bir üyesini yitirdi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (İ.Ü. SBF) kurucularından idare hukukçusu Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak’ın Covid 19 nedeniyle hayatını kaybetmesi kurucusu olduğu okulun hocaları, mezunları ve tabii öğrencilerinde büyük üzüntüye yol açtı.
Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü
Prof. Ali Ülkü Azrak 1995-1998 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı yaptı. Emekli olduğu 2000 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yönetim Bilimleri Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak görevini sürdürdü. Azrak 2001-2005 yıllarında Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) üyesiydi.
Prof. Azrak sadece iyi bir idare hukuku hocası değil demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü kavramlarını içselleştirmiş, aldığı görevleri yaparken hukuku idarenin baskısı ile ortadan kaldırmak isteyenlere karşı birlikte çalıştığı meslektaşlarını ve öğrencilerini korumak için çalışan bir bilim insanıydı.
Faşizan baskılara itiraz etti
Özellikle kurucusu olduğu İ.Ü. SBF’nin dekanı olarak görev yaptığı süre içinde Türkiye’de üniversitelerin 1980 darbesi sonrası akademik ve özgür kimliğinin yeniden inşa edilmesi için büyük gayret sarfetti. 1990’lı yılların ikinci yarısında giderek polis devletine dönüştürülmek istenen ülkede verdiği mücadele önemliydi. Üniversitelerdeki faşizan baskıya itiraz etti. Üniversite öğrencileri üzerinde devlet ve devlet destekli faşizan gruplar tarafından yaratılmak istenen siyasi/fiziki saldırılara karşı her zaman dik bir duruş sergiledi. Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak bu nedenlerle önemli bir kayıp, akademi açısından yeri doldurulması güç bir bilim insanıydı.
Öğrencilerinden Ali Ülkü Hoca'ya...Ali Ülkü Hoca sadece İÜ SBF öğrencileri ve mensupları özelinde değil, doksanlı yıllarda Merkez Kampüste öğrencilik yapan her devrimci-demokrat için eşine ender rastlanan bir akademisyendi. 12 Eylül darbesi arifesinde Tarık Zafer Tunaya ve arkadaşları ile birlikte SBF’nin kurucuları arasında yer almıştı. Alman ekolünden geliyordu; disiplinli ve mesafeli bir kişilikti. Rasyonel akla büyük önem verirdi. İdare Hukuku dersleri sadece SBF öğrencileri için değil, diğer fakültelerden öğrenciler için de cazibe merkezi olmuştu. Doksanların ortasında dekanlık görevini devraldıktan sonra kendisini ateşten bir çemberin içerisinde bulduğunu söylesek abartmış olmayız. Ülkenin atmosferi pusluydu ve adı konmamış bir savaş hali hüküm sürüyordu. Diğer yandan üniversiteye yeni bir muhalif nesil gelmişti ve öğrenci hareketi yükselişteydi. Forumlar, şenlikler düzenleniyor, yasaklanmış kulüpler yeniden kuruluyor, üniversite içinde başlayan eylemler sokaklara taşıyordu. O günlerin merkez kampüsünde SBF muhalif öğrenciler için ihtiyaç halinde sığınılan bir kaleye dönüşmüştü. Öğrenci hareketinin yükselişi karşısında bilindik senaryo tekrarlanmış; polisin icazetinde harekete geçen ülkücüler bıçak ve satırlarla saldırılara başlamışlardı. Ali Ülkü Hoca göreve başlamasından itibaren böyle durumlarda odasının kapılarını öğrencilerine açtı ve müthiş bir saygınlık kazandı. Ülkücülerin sandığının aksine, komünist olduğundan değil, gerçek bir demokrat ve akademisyen olduğundan ötürüydü bu tavrı. Siyasi tartışmalarda farklı cenahlarda olurduk, tartışırdık, fikirlerimizi dinler, çoğuna da itiraz ederdi. Bizlerse bizi gerçekten dinleyen bir idareciye alışkın değildik; ilk defa böyle biriyle karşılaşıyorduk. Bizden çekinmemesi onu bizim gözümüzde ayrıca yüceltiyordu. Onu hem saydık hem de sevdik. Otoritesini oturduğu koltuktan almıyordu. Dobra, yürekli, karizmatik ve çok sahici bir insandı. Yitik zamanlarda kalmış bir şövalye ruhuna sahipti. Zarafet sahibi bir İstanbul beyefendisiydi ve bu zarafet inandığı doğrular uğruna gözünü budaktan sakınmayacak bir cesaretle yoğrulmuştu. 14 Mart 1996’da SBF’de büyük bir çatışma çıktığında bunların hepsine şahit olundu. O gün, fakültenin öğrencisi olmayan yüzden fazla ülkücü fakülteye saldırmıştı. Solcu öğrenciler olarak onları geri püskürttük ve kapıya bir barikat kurmayı başardık. Fakültenin camları atılan taşlarla kırılıyor; çatışma sesleri ortalığı inletiyordu. Böyle durumlarda odasına saklanıp kapıları kilitleyen diğer idarecilerden farklıydı. O hengâmede bile öne çıkmaktan imtina etmedi, hatta atılan taşların kırdığı bir camla elinden yaralandı. Eylemci değildi, devrimci hiç değildi. Ancak böyle anlarda koruyup kolladığı, sakındığı öğrencilerine kanat gerecek bir cürete sahipti. Aynı gün bizlerle birlikte okuldan çıkmış, en önde rahmetli Bülent Tanör ile birlikte yürümüştü. İki arkadaşımızın Hukuk Fakültesi içerisinde, SBF’den bir ülkücü tarafından silahla vurulduğu olayda da idareciliğini ve elbette karizmasını sergilemişti hocamız. Ertesi günlerde sınavlar vardı ve SBF’nin kapıları muhalif öğrencilerce kapatılmıştı. Ülkücüler eğitimin öğretimin engellendiği ve sınavlara giremedikleri gerekçesiyle sivil ve çevik polisler eşliğinde SBF kapısına geldiler. Kararlıydık, sokmayacaktık. Ali Ülkü Hoca, “çekilin bakayım” dedi. Kimse ona hayır diyemezdi. Polislerin ve ülkücülerin arasına daldı. “Kim sınava girecek, ben sizin güvencenizim, hiçbir öğrencimi mağdur ettirmem” dedi. Zamanın Beyazıt reisi ve bir iki ülkücü hoca ile birlikte SBF’ye girdiler. Hoca sınav sonuna kadar bekledi; onları okuldan başlarına bir şey gelmeden çıkarttı. Hocamızın bu tavırları tüm eleştiri oklarının üstüne çevrilmesine neden oldu. Zamanın Ülkü Ocakları Genel Başkanı onla birlikte birkaç hocayı basın toplantısı ile tehdit etti. SBF kurucusu arkadaşı Ümit Yaşar Doğanay’ı bu kişilerin kurşunlarına kurban vermiş Ali Ülkü hoca. Umursamadı tehditleri; belki de biz öğrencilerine yansıtmak istemedi. Saçının teline zarar gelmemesi için biz SBF öğrencileri de onu sürekli kolladık; kıymetlimiz kabul ettik. Dekanlığının bitimi SBF’de bir dönemin bitişiydi; bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Başta dedik ya; nev-i şahsına münhasırdı; yeri doldurulamayanlardandı. Dolmadı da. Bugün, ne çok sevdiği okulundan istifa ederek ayrılmasına neden olan Alemdaroğlu’nun sesi çınlıyor Merkez Kampüsün koridorlarında, ne de hocalarını uğurlamak isteyen öğrencilerin etkinliğini yasaklayan “dekan” sıfatlı zatların isimleri hatırlanıyor. Eminiz içinden geçmekte olduğumuz sürecin idarecilerinin, daha doğrusu idare edicilerinin de sedaları yankı bulmayacak “büyük ve sakin” Süleymaniye’de. Hocamız Ali Ülkü Azrak ise “Merkez Kampüs ruhunu” yaşayanlar ve yaşatanların hatıra ve hafızalarında nefes almaya devam edecek. Işıklar içinde uyusun. | |
(MU/DB)