Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan kendisiyle "devlet sıfatıyla" görüşüldüğünü söyledi. Öcalan referandum ve demokratik özerklik konularına da değindi.
Öcalan'la haftalık görüşmelerini yapan avukatlarının notlarını yayınlayan Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre, Öcalan'ın sözlerinden bazıları şöyle.
Devletle görüşmem neden kıyamet koparıyor: Süreci genel olarak takip ediyorum, devletle görüşmem konusunda neden bu kadar kıyamet kopartılıyor. Daha önce rolümü hep söylüyordum. Fakat kurumların rolünü oynamadığı bir ortamda bütün yük omuzlarıma biniyor. Ben çekilmeyi biraz da bu nedenle, kurumlar rolüne uygun hale gelsin diye belirtmiştim. Yoksa bütün sorumluluğu bana bırakıyorlar. Kaldı ki sağlığım da gerçekten her zaman böyle olmayabilir. Buranın beni ne kadar zorladığını hep söylüyorum.
Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi yapan devlettir: Karayılan aslında herkesin bildiğini söylemiş. Taraf çevresi ve bunun süreci tıkatacağı yorumunu yapanlar aslında hükümeti kurtarmaya çalışıyor. Bütün bu olup bitenlerde Hükümetin rolüne değineceğim. Hazırlıksız ve yetersiz olduklarını zaten belirteceğim. Karayılan'ın dediklerinden anlaşılması gereken şudur. Önemli olan görüşmedir, görüşmeyi yapan devlettir. Gelenlerin genelkurmaydan, istihbarattan veya sivil otoriteden olmasının önemi yoktur, devlet sıfatıyla görüşüyorlar. Karayılan'ın söylediklerinden ben de bunu anlıyorum.
Referandum
Boykot daha da aktifleşebilir, halkın kararına saygılıyım: Erdoğan'ın açıklamalarını biliyorum. 3 Eylül'de Diyarbakır'da yeni bir şey söyleyeceğini de zannetmiyorum. Dilerim yanılırım. Ama bir bütün olarak baktığımda AKP'yi bu konuda hazırlıksız buluyorum. Yani belli bir hazırlıkları yok, olumlu adım atmayacaklar gibi görünüyor. Her şeyi bir tarafa bırakalım, yüzde on barajını bile kaldırmaları hayati derecede önemlidir, fakat böyle bir düzenleme hazırlıkları da görünmüyor, bir oyalama taktiği içinde olabilirler. Halkla yoğun tartışılmalı, AKP'yi ciddi ve samimi görürlerse tutumlarını elbette değiştirebilirler, buna ben değil kendileri karar verirler. Aksi taktirde yani AKP'yi ciddi ve samimi görmüyorlarsa mevcut boykot tutumlarını daha da aktifleştirebilirler, aktif boykot konumuna geçerler. Referandum konusunda kararı halka ve kurumlarımıza bırakıyorum. Tartışmalarından sonra hayır bile diyebilirler, ben buna da karışmam, halkın vereceği her karara saygılıyım.
Diyarbakır'daki iş örgütlerinin "evet" açıklaması: Diyarbakır'daki esnaf ve sanayicilerin açıklamalarına da değineceğim. Selahattin Demirtaş için Pol Pot tarzı filan demişler. Saçmalıktır bu. Bu cesareti nereden alıyorlar. Fakat bizimkiler de çok rahat. Herkes çok kendini beğenmiş, herşeyi bildiklerini zannediyorlar. Nasıl böyle oluyorlar anlamıyorum. Yıllardır Diyarbakır için Kent Konseyi tarzında bir önerim oldu. Zannedersem Diyarbakır'da kent merkezinde yüzde seksene yakın bir destekleri var. Böyle bir destekle nasıl bu kadar dağınıklar anlamıyorum. Ben konuşuyorum onlar bildiklerini yapıyorlar.
1925 Şeyh Sait isyanı döneminde yine Diyarbakır merkezli bazı esnaf oluşumları, çevreleri Şeyh Sait aleyhine devlet tarafından kullanılıyor. Ben açıklama yapan esnaf-sanayiciler kötü niyetli falan demiyorum, onların niyetlerinden bağımsız objektif gerçekliği açıklıyorum. Bir kullanılma durumu var, uyanık olmaları gerekir. AKP bunları kullanır, bir süre sonra da atar.
Eylemsizlik
PKK'nin eylemsizlik kararı: Eylemsizlik kararına rağmen operasyonların devam ettiği anlaşılıyor. Eylemsizlik meşru müdafaayı haksız kılmaz. Meşru müdafaa ve misilleme doğal bir haktır. Geçmişte de geri çekilme döneminde buna benzer saldırılar olmuştu. Geri çekilen güçlere saldırılar yapılmıştı. Zannedersem o dönemde beşyüze yakın kayıp verilmişti. Bu vesileyle şunu da belirtmek istiyorum. Kimse benim arkama sığınarak, onun verdiği karardır, eylemsizliktir diyerek kayıplara sebebiyet vermesin, savunmasız kalmasınlar. Savunma ve misilleme hakkı her zaman doğal olarak vardır, eylemsizlik kararı bu hakkın kullanılmasına engel değildir. Ben kimseye talimat vermiyorum ama kendini savunma ve cevap verme hakkı meşrudur. Tekrar belirtiyorum, anlamlı bir barışa ancak böyle ulaşabiliriz. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de gelişmez.
Demokratik anayasa olmazsa yeni çatışma dönemi başlar: Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye'de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık'ın da söylediği orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar. İşte bu Dörtyol tesadüfen başka yerlere sıçramadı. Böyle olursa çok rahatlıkla başka yerlere de yansır, bunun zemini var; iki halk karşı karşıya gelir, çatışma kaçınılmaz olur, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek, demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum. Benim bu çabalarım uluslararası sistemin AKP'ye dayattığı politikaları boşa çıkardığı, Kürtler üzerindeki oyunları bozduğu için benim üzerimden işte "görüşülüyor" diye bu kadar kıyamet koparılıyor. Ben bunun arkasında nelerin yattığını böyle ifade ediyorum.
Uluslararası plan var: AKP'yi de aşan ve AKP'ye dayatılan bir uluslar arası sistemle karşı karşıyayız. Bu sistem AKP'ye bir rol biçmiştir. AKP'yi de yekpare bir blok olarak görmüyorum, içinde farklı düşünenler de olabilir. Fakat uluslararası sistem AKP'ye "Kürtlere sınırlı, sembolik, kırıntı anlamında bazı haklar ver, Kürtleri kendine bağla" rolünü biçmiştir. Bazı akademisyenler, "Abdulhamit döneminde kurulan Hamidiye Alayları koruculuk sistemine dayalı inşa edilip yüz yıl Kürt hareketini oyalamış ve kesintiye uğratmıştır" diyorlar, doğrudur, katılıyorum ama AKP'nin Kürtler üzerindeki oyunları ve politikaları bundan daha tehlikelidir. Uluslar arası sistem ve AKP'nin hesapları tutarsa Kürt hareketini bir yüzyıl daha geriye götürmeyi bir tarafa bırakalım, boğuntuya ve bitişe götürecektir. Dil ve kültürel asimilasyon da gerçekleşeceği için bu sefer özünü kaybetme sözkonusu olacaktır. Tehlike bu kadar büyüktür. Yatılı Bölge okullarında daha beş yaşındayken çocuklar alınıp asimilasyona tabi tutuluyor. Bu, BM yasalarına göre de bir insanlık suçudur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle uygulama kabul görmüyor. Çocuğu doğal ortamından ve anadilinden kopartarak asimile etmek kabul edilemez.
Kürt politikalarının uygulanması konusunda uluslararası sistemle AKP arasında bazı çelişkiler ve çatışmalar da var ama bunlar uzlaşmaz çelişkiler değil, uzlaşabilirler. Aynı şekilde uluslararası sistem Güneyli güçleri AKP'yi desteklemeye endekslemiş. Son günlerde Atalay'la Burkay'ın da bir görüşmesi olmuş. Burkay ve Hüseyin Yıldırım röportajları da biraz bu mesajları vermeye yöneliktir. Yani kapsamlı bir planla karşı karşıyayız. Güney'de Erbil merkezli bir tür Katar Emirliği gibi -Katar Emirliği'yle bütün Arap dünyasını kontrol ediyorlar- bütün Kürtleri de Güney'e bağlayarak kontrol altına almak istiyorlar.
Dolmabahçe'de uzlaşmaya varıldı: MHP ve CHP son günlerde AKP'yi Dolmabahçe görüşmelerini açıkla diye sıkıştırıyorlar ama orada ne konuşulduğunu kestiremiyorlar. Bence Dolmabahçede bir uzlaşmaya varıldı. Erdoğan'a "sen Kürtleri dışla biz de sana karışmayalım, yol verelim" temelinde uzlaştılar. AKP'nin muhalifi gibi görünen CHP ve MHP de bu politikaların diğer versiyonlarıdır, alternatifi olamazlar. Bunlara karşı biz kalıcı-gerçek çözümü geliştiriyoruz.
Demokratik özerklik
Diyarbakır için kent konseyi: Diyarbakır için öz savunma güçlerini önermiştim. Bir tehlike durumunda Diyarbakır'ı, Diyarbakır merkezindeki halkı kim koruyacak? Soruyorum, gerilla mı koruyacak? Mümkün değil. Özsavunma, silahlı güç anlamında değildir, örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi'nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde tartışılabilir. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayabilir. İran'ın eylemsizlik kararına rağmen saldırıları oluyorsa, karşısındakilerin de kendini savunma ve misilleme hakkı meşrudur. Böyle olmazsa meydan provokatörlere kalır, anlamlı barış süreçleri de böyle gelişmez.
Demokratik özerklik: Demokratik özerklik kurumları kapsamlıdır. Kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki, güvenlik ve diplomasi. Her konuda derin tartışmalar yapılabilir. Akademilerde bu tartışmanın zemini oluşturulabilir. Halk analiz ve çözümlerini Kent Meclislerinde karara bağlayabilir. Örnek olsun diye söylüyorum, mesela Diyarbakır'da yoğun örgütlenmelerle birlikte bazı birlikler oluşturulabilir. Demokratik Esnaflar Birliği, Demokratik sanatçılar Birliği, Demokratik sporcular birliği gibi... bunun gibi pekçok demokratik birlik oluşturulabilir. Bu birlikler temsilini Kent Meclislerinde bulur. Demokratik özerklik, demokratik ulusla ruh ve beden gibidir. Demokratik ulus ruhsa, demokratik özerklik bedendir. Yani demokratik özerklik bedense demokratik ulus ruhtur, birbirlerini bu şekilde tamamlarlar, birbirlerinden ayrılmazlar, ruh-beden ilişkisi de bu şekildedir. Beden olmazsa ruh, ruh olmazsa beden olmaz. Demokratik ulus olmazsa demokratik özerklik olmaz, demokratik özerklik olmazsa demokratik ulus olmaz. Bayrak meselesine de takılmamak gerekir.
Demokratik özerkliğin güvenlik boyutu da bazı aydınlar tarafından farklı devlet arayışı olarak yorumlanıyor. Bunun da farkındayım. Bu konu yanlış anlaşılıyor. Şunu söylemek istiyorum. Mevcut askeri yapı içinde Kürtler yer alacak mı, almayacak mı? Polis-emniyet yapısı içinde Kürtler yer alacak mı almayacak mı? Bu kurumların Kürtlere bakışı ne olacak? Kürtler kendisini nasıl koruyacak, güvenliğini nasıl garantiye alacak? Bunlar çok önemli konulardır. Bu konular üzerinde ileride çok geniş duracağım. Bu güvenlik boyutunu BDP de, PKK de tek başına yapamaz, bunu ben yürüteceğim, bu konulara ileride ayrıntılı olarak değineceğim. (TK)