Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2023 yılında toplam 958 bin 408 bebek doğdu. 2023’te Türkiye'de toplam doğurganlık hızı 1,51 çocuk. 2001 yılında bu oran 2,38 çocuktu. Başka bir deyişle, doğurganlık oranı zaman içinde azaldı.1,51, Nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10'un altında bir oran, uzun vadede nüfusun azalabileceğine işaret ediyor.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Mayıs’taki Kabine Toplantısı sonrasında TÜİK verilerine değindi.
"Nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1 seviyesinin altındayız. Bu, açık söylüyorum Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir, bir felakettir” dedi.
“Mevcut durumun ülkemiz için tolere edilebilir olmaktan çıktığını” iddia eden Erdoğan bu endişelerinde haklı mı?
TÜİK’in doğum istatistikleri, Türkiye açısından ne anlama geliyor? Kadın hakları açısından hangi noktalarda eleştiriliyor?
Nüfus bilimi konusunda üç uzman isim Prof. Dr. Ayşe Banu Ergöçmen, Prof. Dr. Ayşe Akın ve Doç. Dr. İlknur Yüksel Kaptanoğlu, Türkiye’nin doğum oranlarındaki değişiklikleri ve ekonomik, sosyal sonuçlarını bianet’e yorumladı.
TÜİK verileri, Türkiye nüfusunun yaşlanma sürecine girdiğini ve nüfusun yaşlanmasının doğum hızlarının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin uzamasıyla hızlandığını gösteriyor.
Üç uzman isim de bu sürecin küresel bir olgu olduğunu ve ülkelerin buna uyum sağlaması gerektiğini belirtiyor ve yaşlanan bir nüfusa uyum sağlamak için genç kuşaklara yatırım yapmanın önemini vurguluyor.
Yine uzmanlara göre, bir ülkenin güçlü olmasının tek kriteri, çocuk sayısının fazla olması değil.
Uzmanlar, nüfusun niteliği, sosyal ve ekonomik göstergelerle birlikte değerlendiriyor ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikalara dikkat çekiyor. Başka bir deyişle, kamu politikaları ve ülke yönetimi toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikalar ile yönetilip yönetilmemesi, doğurganlık oranlarını artırma ve güçlü bir ülke olma yolunda önemli bir rol oynuyor.
Türkiye’nin demografik değişimi beklenenden hızlı mı?
Prof. Dr. Ayşe Banu Ergöçmen, “Türkiye, doğumların ve ölümlerin yüksek olduğu dönemlerden başlayarak artık her ikisinin de düşük olduğu zamanlara gelmiştir. Bu süreç gelecekte yaşanacak demografik olayların temellerini oluşturmaktadır” diyor:
“Türkiye'nin demografik değişimini "Demografik geçiş teorisi" dediğimiz bir kuram ile anlatırız. Buna göre, bir toplum geleneksel yapıdan sosyal ve ekonomik kalkınmaya paralel olarak daha karmaşık yapılı bir topluma evirilirken yüksek doğurganlık ve ölümlülük düzeylerinden düşük düzeylere geçer; yani, toplumun demografik davranış biçimleri değişir. Sanayileşme öncesi dönemde, tarım toplumuyken doğum ve ölüm hızları yüksek düzeyde seyreder; sosyal ve ekonomik olarak gelişmeye başladığında bu hızlar düşmeye başlar ama eşanlı düşmez."
"Önce ölüm hızları düşer ve yüksek bir ivme ile düşer, doğum hızlarının düşüşü onu gecikmeli olarak takip eder ve bu durum hızlı bir nüfus artışını getirir. Demografik geçişin son evresinde doğurganlık ve ölümlülük düşük düzeyde dengelenir. Türkiye'de de tam böyle olmuştur. Sadece, fark sürededir."
"Bu dönüşüm Avrupa ülkelerinin çoğunda iki yüzyılı bulmuşken Türkiye çok kısa bir zaman diliminde yaşamıştır. Türkiye’nin demografik özelliklerinin değişimi, toplumun geleneksel bir sosyo-ekonomik yapıdan daha karmaşık ve modern bir konuma geçişi sürecinde ve oldukça kısa bir zaman diliminde yaşanmıştır. Ülkenin heterojen yapısı düşünüldüğünde ülke genelinde homojen ve eş zamanlı bir dönüşümden söz edilememektedir.”
Doç. Dr. İlknur Yüksel Kaptanoğlu da Ergöçmen ile benzer düşünüyor:
“2023 yılı doğum istatistikleri ilk kez 1 milyondan az; toplam doğurganlık hızı da kadın başına ortalama 1.51. TÜİK’in doğum istatistiklerine dayalı olarak yaptığı hesaplamaların yanı sıra 1968 yılından itibaren Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü de yürüttüğü demografik araştırmalar ile toplam doğurganlık hızlarında bir azalmaya işaret ediyor."
"En son 2018 yılında gerçekleştirilen 2018 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasında (TNSA), toplam doğurganlık hızı 2.26 olarak tahmin edilmiş iken, TÜİK hesaplamaları da 2.0 idi. 2023 yılında TNSA yapıl(a)madığı için bu konuda bir karşılaştırma yapamıyoruz elbette, ama TNSA’lardan elde ettiğimiz detay bilgi olmaması da yorumlarımızı biraz sınırlandırıyor. Örneğin, doğum hızındaki azalmanın ekonomik ya da diğer nedenlerden dolayı geçici bir azalma ve doğumları erteleme olup olmadığını da şu anda bilemiyoruz. Doğurganlığın hangi yaş gruplarında daha fazla azaldığı, eğitim düzeyi, refah düzeyi, çocuk sayısı gibi birçok faktörle ilişkisine bakarak yorumlanması da gerekiyor ki bu da ancak araştırma verisi olduğu durumlarda mümkün. “
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları açısından nüfus istatistikleri ne anlama geliyor?
Kaptanoğlu, doğurganlığı etkileyen nüfus politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlılığına da dikkat çekiyor:
“Avrupa ülkeleri içinde en yüksek doğurganlık hızı ortalama 1.8 ile Fransa’da. Bunun en temel nedeni, Fransa’nın doğurganlığın artışını destekleyen politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğini göz etmesi. Kadın istihdamını desteklerken, çocuk bakım hizmetleri ve yaşlı bakım hizmetlerini destekleyerek özellikle kadınlar için sadece bakım rolünü öne sürmeyen politikaların etkisi oldukça belirleyici."
"Fransa’da farklı gruplar için para yardımı, zaman ve hizmetler konularından destekler gibi farklı uygulamalar söz konusu oluyor, ki bu da sadece para yardımının yetmediğini gösteriyor. Öte yandan, Güney Kore’de toplam doğurganlık hızı 0.8 ile en düşük düzeyde; Güney Kore’de ise maddi yardımlara ve kurumsal çocuk bakımı hizmetlerine rağmen, Güney Koreli kadınlar ev içindeki cinsiyete dayalı iş bölümünde eşitliğin olmamasından şikayet ediyor. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikalara odaklanmak önemli.”
Peki bakım hizmetleri?
Ayrıca, Kaptanoğlu, doğurganlığın azalması çok hızlı gerçekleşmese de önümüzdeki dönem için bakım hizmetlerine odaklanan politikaların öncelikli olması gerektiğine işaret ediyor:
“Bir yandan, 65 yaşın üzerindeki nüfusun oranı artarken, yaşlı ve engelli bakımının sorumluluğunu kadınların üzerine yüklenen, çocukların bakım hizmetlerini de üstlenen kadınların yükleri artıyor. 2013 TNSA’da başka çocuk istemeyen veya çocuk isteyip istememe konusunda kararsız olduğunu belirten kadınlara sorduğumuz doğurganlık tercihlerini etkileyen durumlara ilişkin soru bunun cevabını biraz olsun veriyor: daha iyi ekonomik koşullar, çocuk yardımı, çocuk beslenme desteği ve kreş desteği en çok dile getirilen çocuk sayısında değişikliğe neden olabilecek konular. Öte yandan, ekonomik krizlere ek olarak COVID-19’un yaşanmasının da doğurganlık hızlarındaki etkisine bakmak lazım. “Aileyi güçlendirmeyi” ön plana çıkaran politikalar içinde kadınların ne istediklerine ve farklı koşullardaki kadınların taleplerine uygun hizmetlerin geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.”
Prof. Dr. Ayşe Akın da Kaptanoğlu ile benzer bir noktaya işaret ediyor:
“Bizim şu anki günümüzde kadın sağlığında en önemli sorunlardan biri birinci basamak aile sağlık merkezlerinde yeterli düzeyde kadına yönelik kadın sağlığında aile planlaması gibi insan hakkı olan ihtiyacı olan hizmetin verilmemesi. Orada verilir bu hizmet kim istiyorsa alır kim istemiyorsa almaz.”
“Kimin kaç çocuk yapacağına başkası karar veremez”
Prof. Dr. Ayşe Akın da Erdoğan’ın “çocuk yapın” önerilerine dikkat çekiyor ve “bu konuda diploması olmayanlar da ailelerin, bireylerin çocuk yapması konusunda konuşmasın” diyor:
“Bütün uluslararası belgeler doğurganlık gebe kalıp kalmama gebeliği önleyip önlememe insan hakkıdır. Kadın ya da erkek ve aile bu konuda kendi kararını verir. Bu kısmın altını çizmek lazım. Bir hekimlerin bir sağlık sorunu varsa yönlendiririz dolayısı ile konuşmayız bu konuda diploması olmayanların da haddi olmaması lazım konuşmaması lazım.”
“Türkiye’de istenmeyen gebeliği önleme konusunda adım atılmadığında faturasını anne ölümleri ile ödüyor. Sonrasında bu konuda iki önemli kanun çıkardı ve anne ölümleri azaldı. 3 çocuk 5 çocuk doğurun diyerek acaba anne ölümlerinin artmasını mı isteniyor. Bu gerçek unutuluyor mu? Kadınlar bugün kendi sağlıklarının ve bedenlerinin değerini biliyor bu konuda konuşmak kimseye düşmez.”
“Tahminler genç nüfusun payının azalacağı, yaşlı nüfusun payının artacağı yönünde”
Ergöçmen’e göre de halen genç sayılabilecek bir yaş yapısı olan ama nüfusun yaşlanması gerçeği ile karşı karşıya olan bir yaş yapısına sahip Türkiye.
“Değişim devamlı bir süreçtir ve tarihsel akış içinde iktisadi ve toplumsal değişimlerle birlikte demografik boylamda oluşan nüfus yapısı da değişmiştir ve değişmeye devam edecektir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülkenin nüfusu, demografik senaryoları ve geleceğe ilişkin öngörüleri günümüzden tümüyle farklıydı."
"Doğurganlık 1950’li yıllara kadar yüksek düzeyde olup kadın başına 6-7 çocuktur; 1970’li yılların ortalarına kadar yüksek doğurganlık 5’in üzerinde devam eder ve 1970lerin sonuna doğru düşmeye başlar; 1980’lerin sonu 1990'ların başı gibi artık düşüş belirginleşir. 2000’li yılların başında yenilenme düzeyi olan 2.1’in üstünde bir süre durağanlaşır ama ardından düşüş eğilimi devam eder. Günümüzde, nüfusun kendini yenileme düzeyi olan 2.1’in altında olup kadın başına ortalama 1.51 çocuktur.”
“Nüfusun büyümesinin önce ihtiyaç olarak görüldüğü, sonra nüfus artış hızının kısa bir zaman diliminde beklenilenden hızlı olması ve eklemlenen diğer konularla birlikte ekonomik kalkınmaya olumsuz etki olarak nitelendiği dönemlerden, doğurganlık düzeyinin azalan bir eğilim gösterdiği ve nüfusun yaşlanması gerçeğinin önümüzde durduğu zamanlara ulaşıldı. “
“ADNKS 2023 sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun yüzde 26.4’ü 15 yaşından küçüktür, yüzde 68,3’ü çalışabilir yaş olarak nitelenen 15-64 yaşlar arasındadır ve yüzde 10.2’si de 65 ve daha yukarı yaşlardadır. Yani, halen nüfusun dörtte birinden fazlasının 15 yaşından küçük olduğu ve her 10 kişiden nerdeyse 7'sinin çalışabilir yaşlarda olduğu, genç, dinamik ve fırsatlar sunan bir yapı. Ancak bu yapı, bir yandan ülke için avantajlı bir konum sağlasa da dikkate alınması gereken yüzde 10’lıuk yaşlı nüfus oranı var.”
“Halen genç sayılabilecek bir yaş yapısı olan ama nüfusun yaşlanması gerçeği ile karşı karşıya olan bir yaş yapısına sahip Türkiye. Tahminler genç nüfusun payının azalacağı, yaşlı nüfusun payının artacağı yönündedir. Yüzyılın ortasını geçtiğimizde toplam nüfusun beşte birinden fazlasının 65 ve üzeri yaşlardan oluşacağı tahmin edilmektedir.”
“Bir toplumun yaş yapısı, geçmişteki doğurganlık ve ölümlük örüntüleri ile belirlenir. Nüfusun yaş yapısı yüksek doğurganlık ve ölümlülük seviyelerinden düşük seviyelere geçiş ile değişmiştir. Bir başka anlatımla, çalışma çağı nüfusu geçmişin yüksek doğurganlık düzeylerinden kaynaklı olarak artmaya devam edecek, toplam nüfus içinde genç nüfusun payı giderek azalacak, yaşlı nüfusun payı artacaktır. Ülke, halen genç bir nüfus yapısına sahiptir ama yaşlanma sürecine de girmiştir. “
Doğum oranlarının azalması neye neden oluyor? Endişelenmeli miyiz?
Prof. Dr. Ergöçmen “endişelenmeye gerek yok” tabii eğer “bilgiliysek”:
“Endişe bizi yapıcı yönde biçimlendirecekse endişelenelim ama bilgi sahibiysek değişimin ne yönde olduğunu görüyorsak endişelenmeden değerlendirmek gerekir.
“Doğurganlığın azalması bir toplumun yaş yapısının değişmesinde rol oynar. Değişen yaş yapısının da yansımaları olur.
“Demografik olaylar bireylerin davranışları ile oluştuğundan, davranış biçimleri ve sosyal sistemler arasındaki ilişkiler politika geliştirmekte anahtar konumundadır. Örneğin, doğurganlık sadece biyolojik bir süreç değildir ve ekonomik, sosyal, kültürel ve politik ortamdan etkilendiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. “
Ergöçmen de birçok uzman gibi Türkiye nüfusunun yaşlandığı görüşünde.
“Türkiye, toplumsal ve ekonomik değişimle birlikte oldukça kısa bir zaman dilimi içinde demografik yapısının dönüşerek nüfus artış hızının yavaşladığı, doğurganlığın ve ölümlülüğün düşük düzeylere indiği bir konuma gelerek nüfusu yaşlanma sürecine girmiş bir konumdadır.”
“Türkiye’de doğurganlığın hızlı bir biçimde düşmüş olması, sağlık ve yaşam koşullarındaki iyileşmeyle insan ömrünün uzaması ve yüksek doğurganlık dönemlerinin sayıca fazla olan yaş kuşaklarının artık yaşlı kuşakları oluşturmaları ülke nüfusunun yaşlanma sürecine devam edeceğine işaret etmektedir.”
Genç nüfusun artması bir avantaj mı?
Prof. Dr. Ergöçmen, genç nüfusun yüksek olmasından ziyade nitelikli olmasının önemli olduğu görüşünde:
“Genç nüfus, niteliğe önem verildiğinde elbette önemlidir. Yaş yapısından kazanma zamanı olduğu, demografik yapının kalkınma için fırsat sunduğu ama sürenin sınırlı olup bunun bir kısmının kullanıldığı bir dönemdeyiz."
"Bu demografik fırsatın ve getirinin bilincinde olarak, günümüzün genç yaş grubuna ve toplam içindeki payı bir süre daha büyüyecek olan ekonomik üretkenlik yaşındaki nüfus grubuna yönelik ekonomik ve sosyal politikalar yürütülmesi Türkiye’nin yaşlanan dünya içindeki konumunda avantaj yaratır.”Gücün nasıl tanımlandığı önemli. Sadece nicel büyüklük 21. yüzyılda güçlü bir ülke olmak için ne kadar yeterli olabilir… “
Afrika örneği
“Afrika, dünyadaki en genç nüfusa sahip, nüfusun yüzde 40’ı 0-14 yaş grubunda (bu oran dünya için %25, K Amerika ve Avrupa %18 ve %19). Toplam Doğurganlık hızı da pek çok Afrika ülkesinde çok yüksek, örneğin Nijer’de kadın başına 6,7 (ama beklen ömür 62 yıl) veya Sudan’ı örnek vereyim doğurganlık hızı 4.4 (beklen ömür ise 66 yıl) ve tabii sosyal ve ekonomik göstergeler de düşük. Böylesi örnekleri artırabiliriz.”
Prof. Dr. Ergöçmen son olarak şu yorumu yapıyor:
“Türkiye küreselleşen ekonomiye entegre olmuş, kentleşmiş, eğitim düzeyi yükselmiş, yaşam beklentisi uzamış, nüfusun büyük çoğunluğu kentlerde yaşayan bir nüfusa sahip. Bu çerçevede ve özellikle niteliğe yatırımın önemli olduğu bir çağda, kentsel yaşamda ve sınırlı ekonomik koşullarda çocuk yetiştirmenin maliyeti de dikkatten kaçmamalı.”
KADINLARA "DOĞURUN" ÇAĞRISI
Erdoğan: "TÜİK doğum istatistikleri 'varoluşsal bir tehdit, bir felaket'”
(EMK)