Kendisiyle hemfikir olmayan her kişi ve kuruma çirkin ve saldırgan bir üslupla karşı çıkan, künyesi pek de şeffaf olmayan ayrıca apoletli medyanın has savunucularından biri olan bir internet sitesi, kalktı, çok büyük bir keşif yapıyormuşçasına, yanlış bilgilere dayanarak, Nadire Mater'e burs veren Amerikan kuruluşunun CIA ile bağlantılı olduğunu öne sürdü. Bir köşe yazarı da, aldı bu konuyu 5 gündür dönüp dolaşıp yazıyor.
Şimdi sorunun özü ne? Suç olan ya da eleştirilmesi gereken nedir?
Eğer mesele, bir Amerikan kuruluşundan yardım, burs, hibe, bağış almak ise, ABD'den ve ABD'deki kurumlardan Türkiye'de en fazla hangi kurum ve kişilerin yardım aldığına bakmak lazım. Bu liste, Amerikan Temsilciler Meclisi ve Senato tutanaklarından kolaylıkla çıkarılabilir.
Belli ki meselenin özü ya da suç, ABD'den yardım almak değil.
Mesele, aldığın yardım karşılığında ne yaptığın. Burs karşılığı bir kitap yazabilirsiniz, ya da bağışlarla tank-tüfek alıp muhaliflerinizi öldürebilirsiniz. Tayin edici olan yardımın ne amaçla kullanıldığı, kime hizmet ettiği.
Tabii ki, CIA gibi savaş yanlısı ve özgürlük düşmanı bir kuruluşun, solcu ve barışçı bir kişi ya da kurumu desteklemesi söz konusu olamaz. CIA'nin Kürt meselesindeki tutumu, Kenya Operasyonu hakkındaki Amerikan resmi açıklamalarında tescil edildi.
Mater karşıtlarının sorunu belli. Onlar, esas olarak yazılan, yayınlanan, yargılanıp beraat eden sonra da çeşitli yabancı dillere çevrilen kitabın içeriğinden rahatsızlar. Olabilir... Kitap eleştirisi yapsalar, kimsenin bir diyeceği olamaz. Ama işin içine, emperyalizm, bağımsızlık, solculuk gibi kavramları sokup, Kürt meselesinin önemli bir boyutunu karalamaya çalışıyorlar. E kolay değil tabi...
Mater karşıtlarını anlamıyor değilim: Ankara, gerek Washington gerekse Brüksel ile ilişkilerinde, ifade özgürlüğüne saygı gösterdiğini öne sürdüğünde, muhatapları, Türk diplomatlarının karşısına 'Mehmedin Kitabı'nı çıkardı.
Ayrıca bir Türk mahkemesinin, üst düzeyli bir askeri yetkilinin ihbarının geçersiz olduğunu tescil etmesi, Yargıtay'ın da bunu onaylaması apoletliler açısından pek hoş bir şey değil.
Bir de son zamanlarda 'nasyonal-sosyalist' deyimi yerine kullanılan ulusal sol modası var ya, bu kitap ona da aykırı tabi.
Belki daha da önemlisi, İmralı sürecinden bu yana bölgede çatışmaların neredeyse tamamen sona ermiş olması bazı kesimleri rahatsız ediyor. Zaman zaman gazetelerde PKK ya da Kürt konusunda sipariş haberler sırıtıyor. Kürt meselesi, 'PKK tehlikesi' canlı tutulmalı bu çevrelerce...
İşin bir başka ilginç yanı, hayatları boyunca Amerikan emperyalizmine karşı çıkmamış, mücadele etmemiş insanlar, böyle durumlarda hemen anti-emperyalist söyleme sarılıyor...
Gelelim işin teknik yanına: Köşe yazarı, 'Parayı iç ettin, oturdun masa başında uydurdun bu asker hikayelerini' demeye getiriyor. Gerekçesi de söyleşi yapılan askerlerin isimlerinin verilememiş olması. Medya etiğinin en basit ve temel ilkelerinden biri de, gazetecinin haber kaynaklarını, olası saldırı ve tehlikelere karşı korumasıdır. Bunu herkes bilir. Mater'le söyleşi yapmayı kabul eden askerler, zaten isimlerinin yayınlanmaması koşuluyla meslektaşımızla konuştular. Kitabın yazarından verdiği bu söze ihanet etmesini beklemek doğru değil. Ayrıca da, internet sitesindeki ile köşe yazarı, bu askerlerin isimleri yayınlansa idi başlarına neler geleceğini herhalde çok iyi biliyorlar. Ama işin içinde kötü niyet olduktan sonra kimseyi bu tür uygunsuz davranışlardan alıkoymak mümkün değil...
Hem sonra insanın elinde herhangi bir bilgi, belge olmadan ne cüretle böyle bir suçlama yapabiliyor ki...Önerim, eğer bu karşıtlar, çok iyi gazeteci olduklarını öne sürüyorlarsa, incelesinler, araştırsınlar, mesela Mater'le konuşan askerlerden bazılarının ya da hiç birinin kitapta yayınlanan sözleri sarf etmediklerini kanıtlasınlar.
Burada amaç belli: Akıllarınca sadece Mater'i değil, konuşan askerlerin de başını yakmak! Sıradan, ucuz ve kolay bir provokasyon girişimi...
Ancak anlaşılan köşe yazarının kampanya girişimi kendi gazetesi tarafından bile pek benimsenmedi. Çünkü, köşe yazarı 'konuş!' diye aklınca meydan okurken, aynı gazetenin yazı işleri, Mater'in açıklamalarını köşenin alanından daha geniş bir şekilde aynı sayfada yayınladı. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni de, aynı günlerde köşelerin kime ait olduğu konusunu gündeme getiriyor.
Köşe yazarı hızını alamamış, 'Mehmedin Kitabı'ndan sonra Bağımsız İletişim Ağı'na da suçlama getiriyor. BİA'nın yerel medya eğitim çalışmalarına katılan biri eğitmen olarak, Anadolu'daki yerel medya etkinliklerinden çok şey öğrendim. Ve BİA, çeşitli engel ve eksikliklere rağmen, akademisyen ve meslektaşların katkısıyla son derece olumlu ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Tekellere karşı bağımsız ve yerel gazeteciliği savunuyor.
Köşe yazarı, 'Türkiye'ye kuruş vermeyen AB bunlara acayip para veriyor' diyor. BİA, AB'ye aday üye bir ülke değil ki, durumu Türkiye ile kıyaslansın. AB'nin Türkiye'ye neden mali yardım yapmadığını da 'Mehmedin Kitabı'nın başına gelenler yeterince açıklamıyor mu?
BİA, etrafında korumalarla gezinen 'gazetecilerin' odağı değil. BİA, milyarlarca maaş alan, rejim yanlısı tekel 'gazetecilerinin' merkezi de değil.
'Mehmedin Kitabı'nın ve BİA'nın, Mater karşıtlarınca övülmesini zaten kimse beklemiyordu. Bu çevrenin bugün kalkıp da 'Türkiye'de Kürt yoktur' , 'Kürt meselesi yoktur, terör meselesi vardır' ya da '15 yıl boyunca savaş mavaş olmamıştır' diyecek durumları yok. Dolayısıyla siyasi eleştiri yapamayanların, böylesine çirkin saldırılar yöneltmesi ancak onların düzeyini gösterir. Oysa ki 'Mehmedin Kitabı'nda yazılanların, Kürt meselesine ilişkin olumlu, canlı ve uygar bir tartışma ortamı yaratması beklenirdi. Yazık!