“‘Milli çıkar’, ‘milli tavır’ gibi muktedirlerin içini istediği şekilde doldurabileceği kavramların özgürlükler söz konusu olduğunda bırakın bir referans noktası olmasını aynı cümlenin içinde telaffuz edilmesi dahi iktidar eksenli bir müdahalenin habercisidir. Bu ülkede çözüme kavuşturulamayan, tartışılamayan birçok meselenin ardında önüne, ‘milli’ sıfatı eklenmiş argümanlar yumağı var.”
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) heyetinin PKK lideri Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşme tutanaklarını yayımlayan Milliyet gazetesiyle ilgili söylediklerini bu sözlerle değerlendiriyor.
Başbakan Erdoğan, Salı günü Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) grup toplantısında yaptığı konuşmada, "O bildik yazarlar bize basın özgürlüğü dersi vermeye kalkıyor. Sınırsız bir özgürlük olmaz. Medya nasıl kendine milli çıkarları çiğneyerek yayın yapacak kadar özgürlük alanı ilan ediyorsa, özgürlüğü suistimal edecek kadar özgürse; biz de sorumluluk üstlenen insanlar olarak en az onlar kadar özgürüz. Türkiye'nin aleyhine, sürecin aleyhine olacak istismarcılara koz verecek böyle bir yayın yapmak asla milli tavır değildir. Basın özgürlüğü diyenler, gitsin İngiltere'ye, ABD'ye baksın. Orada medya milli meseleler karşısında milli tavır göstermeyi başarıyor" demişti.
“Otoriter yönetimlerin ‘özgürlüklerin suistimali’ kaçışı”
Yrd. Doç. Dr. Öztan, otoriter eğilimli yönetimlerin hep özgürlüklerin suistimal edildiği gerekçesiyle yasakçı ve baskıcı politikalarına meşruiyet sağlamaya yeltendiklerini belirterek, ana akım medyanın ise uzunca süre Başbakan’ın söylediği “milli yayıncılık” anlayışını takip ettiği için militarist diskur ve nefret söyleminin bu denli popülerleşebildiğini ifade ediyor.
Nihayetinde barış için müzakere sürecini tüm safların sıkılaştırılması gereken bir cephe gibi resmetmenin, sadece basın özgürlüğünü değil bizatihi sürecin seyrini de tehdit etme potansiyeline de sahip olduğunu belirten Öztan, AKP’nin 2009’da “Kürt açılımı” ilk mevzu bahis olduğunda adına “milli birlik ve beraberlik projesi” verilmesine de dikkat çekerek, bu başlığın sadece toplumun bir kesiminden gelen tepkileri yumuşatmak için icat edilmiş öylesine bir ifade olmadığını düşünüyor.
“Zira AKP ve onunla bütünleşik kalem sahipleri, Kürt sorununun iktidarın hatlarını çizdiği doğrultuda halledilmesini AKP’nin geleceği ve devletin ‘yüce menfaatleri’ için gerekli görüyordu.
“Bunu da büyük bir yenilik, daha önce cesaret edilmemiş bir hamle olarak sunuyorlardı. Ama aynı anda milliyetçi sembolleri ve alt metinleri kullanmaktan da çekinmiyorlardı.
“Bugün de perspektif çok değişmiş değil. Hatta Kürtler arasında da sorunun çözümünde benzer ‘büyük güç’ argümanlarını dile getiren isimler göze çarpıyor. Bir başka deyişle çözümün kendisi bildik referanslarla araçsallaştırılıyor. Halbuki böyle bir yola çıktıysanız amaç ‘güçlü devlet tutkusu’, ‘bölgesel güç hedefi’, ‘partinin istikbali’ filan değil insanların mutluluğu ve ihtiyaçlarının tatmini olmalıdır.”
“Başbakanın sözleri ihbar kabul ediliyor”
Erdoğan’ın “Eleştirilerimizi dile getiririz ama sansüre de karşıyız” sözünü hatırlatan Öztan, bu çerçevede müthiş bir çifte standartın söz konusu olduğu görüşünde.
AKP’nin iktidarını bir şekilde sağlamlaştıran belge/bilgi sızmaları, hedef göstermeler ve benzeri haberler konusunda AKP'nin sonsuz bir kredisi olduğunu savunan Öztan, ancak öte yandan hükümete eleştirel tavır takınanlar için aynı şeyi söylemenin mümkün olmadığını ifade ediyor.
Öztan’a medya-holding ilişkilerini hatırlatıyoruz ve mesela ihaleye girecek bir medya patronunun Erdoğan’ın “eleştiri” olarak gördüğü sözleri “eleştiri” olarak mı “emir” olarak mı algılayacağını soruyoruz.
“Başbakan’ın ya da çevresinin doğrudan kendilerini eleştirenler için birilerini araması, ihtar mektubu göndermesi de şart değil. Yeni medya kompozisyonunda Başbakan’ın söylediği ‘eleştiri’nin ötesinde adeta ihbar kabul ediyor.
“Son yıllarda öyle bir iklim yaratıldı ki doğası gereği iktidarla yakın ilişki kuran medya patronları ve yöneticileri resen hareket edebiliyor ve “tehlikeli” gördüğü isimleri çeşitli bahaneler ile kapının önüne koyuyor.
“İşin ilginç tarafı sansürün bir adım öncesi olan ‘kulak çekme’ işi sadece basın ile de sınırlı değil; bunun için yakınlardaki ‘Muhteşem Yüzyıl’ örneğini hatırlamak bile yeterli. (EKN)
* Fotoğraf: Ali Atmaca / AA