Sanırım bunun nedeni, Kasım 2004'teki Felluce kuşatmasının kitlesel cezalandırma olduğuna dair en ufak bir şüphe bırakmayan görgü tanıklarının anlattıkları, Irak'ın sözde yeniden inşasının aslında şirketler için bir serbest pazar cenneti yaratmayı hedeflediğinin açık kanıtları ve Beyaz Saray'dan çıkan başkanlık yönergelerinin, ABD ajanlarının, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kimseyi, sadece "düşman savaşçısı" olduğu şüphesine dayanarak yakalayıp, Küba'daki Guantanamo Askeri Üssü'ne göndermelerini mümkün kıldığına dair kan dondurucu analizlerinin tümünün bir araya gelmesiydi.
Amansız gerçek
İstanbul'daki üç gün boyunca hakikat kafamıza balyoz gibi vurdu; Bush yönetiminin uluslararası hukuku nasıl paramparça ettiği, savaş kurallarını nasıl tek taraflı yazdığını ve Irak'ta temel insan haklarının sistematik olarak ihlal edilişinin nasıl normal idare biçimi haline gelmiş olduğunu duyduklarında, izleyicilerden Washington'u en sert biçimde eleştirenler bile şaşırdı. İstanbul'da 24-27 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Irak Dünya Mahkemesi'nde hiç aykırı ses yoktu. Genelde gerçekler art arda anlatıldı ve sık sık da perdeye unutulmaz görüntüler yansıtıldı. Yalnızca Amerikan askerlerinin evlere açtığı yaylım ateşinden kaçan dehşet içindeki sivilleri değil, Bağdat'ın çevresindeki yüzlerce hektar kıymetli yeşil alanın, direnişçiler saklanacak yer bulamasın diye tonlarca beton altında bırakılmasını da izledik.
İstanbul'da dile getirilen gerçekler, ABD ve Britanya hükümetlerinin saldırı ve işgali haklı çıkarmak için uydurduğu yalanların nihai çöküşüyle daha da acılaştı. Son günlerde, adı iyice kötüye çıkan Downing Street notlarının açıklanmasıyla, Bush yönetiminin Irak'a saldırma kararının çok önceden alınmış olduğu ve ABD ile Britanya yetkililerinin Saddam'ın kitle imha silahları geliştirdiği yalanını, planlanmış bir saldırıya mazeret olarak uydurdukları ortaya çıktı.
Bir gün Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin yaptığı "Irak düşmek üzere", ertesi gün Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in "isyan yıllarca sürecek" değerlendirmelerine bakılırsa günümüzün modası çelişki.
Bu sırada aşağılık ABD medyası Irak'taki rezaleti eleştirerek Bush yönetiminin bölgede durumun kötü olduğunu kabul etmesini istiyor ama öte yandan, New York Times köşe yazarı Thomas Friedman'ın da yazdığı gibi, geri çekilmenin bir seçenek olmadığını ve tek çözüm yolunun kıyma makinesine dönüşmüş olan Irak'a daha fazla ABD birliği yığmak olduğunu öne sürüyor.
Hile ve kargaşanın toplu resmi
İstanbul, savaşın ikna edici detaylarla çizilmiş ortak bir resmiydi. Amerikan birliklerinin sivillerle direnişçileri birbirlerinden ayırt etmesinin imkânsız olması ve zaten buna niyetlerinin de olmaması yüzünden, bu savaşın sivillere karşı yürütülen bir savaş olduğunu öğrendik.
İkinci Felluce saldırısı sırasında öldürülenlerin iki yüz ellisinin kadın ve çocuk olduğu gerçeğinin de gösterdiği gibi, bu savaşın kadınlara ve çocuklara karşı yürütülen bir savaş olduğunu öğrendik. Iraklı tanıkların verdiği ifadelere göre, işgal sonrası Irak'ta tecavüz çok yaygın, ama kültürden kaynaklanan utanç duygusu ve işgal rejiminin cezai soruşturma ve kovuşturma yürüteceğinden korkulması nedeniyle sorunun ölçeği belgelenemiyor.
Bu savaş kültüre karşı yürütülüyor. Tanıklar, birbiri ardına, işgalcilerin, 4000 yıllık eserleri, çoğu Irak dışındaki ticari çıkar odakları tarafından örgütlenmesi olasılığı bulunan yağmacılardan koruyamadıklarını ifşa etti.
Bu savaş, Amerika ve Britanya bombardımanları sonucunda, tüm ülkeye yayılan seyreltilmiş uranyum yüzünden lösemi ve diğer kanser hastalıklarının artmasıyla kendini gösterecek, korkunç sonuçlara gebe bir gelecek yaratıyor.
Lanetlenenler
Tanıklıkların ana odağı ABD hükümetinin kararları ve eylemleri olmasına rağmen, diğer aktörler de unutulmadı.
50 uluslu "Koalisyon Güçleri", Washington tarafından, işgal için beyhude bir meşruiyet arayışıyla kaleme alınmış olan, "Irak'ı-kitle-imha-silahlarından-temizlemek-için-yapılan-işgal" senaryosunu büyük bir vazifeşinaslıkla okuyan, bir grup zorlanmış, rüşvet almış ya da fırsatçı hükümet olarak tanımlandı.
BM eski görevlileri Hans von Sponeck ve Dennis Robinson, BM'nin savaştan önce uyguladığı ambargolar nedeniyle ve saldırıdan sonra da Amerikalı yetkililerle işbirliği yaptığı için, Irak'ta neden en nefret edilen kurumlardan biri haline geldiğini gayet ikna edici bir şekilde anlattılar.
Vicdan Jürisi şirketlerin suç ortaklığının da çok kapsamlı olduğunu öğrendi. Bu şirketler yalnızca Halliburton ve Bechtel gibi altyapı inşa şirketleri ve paralı asker sağlayan Blackwater ve Dynacorp değil, Big Oil ve devasa kontratlar imzalayan Nescafe ve Kentucky Fried Chicken da var.
Kamuoyunun yanlış bilgilenmesine Batı medyasının katkısı da mahkemenin ortaya koyduğu konulardan biriydi. Yazar Saul Landou, sadece Fox News gibi sağcı basın kuruluşlarının değil, , muhabiri Judith Miller'in hükümetin Saddam'ın kitle imha silahlarıyla ilgili yanlış bilgilerini aktif olarak yaydığı ve "Irak'ta istikrarı sağlamanın yolunun Irak'a daha çok ABD birliği göndermektir" fikri yayın politikası olan New York Times gibi, liberal basının ikonlarının da, suç ortaklığı yaptığına dikkat çekti. Mahkemeden sonra jüri başkanı Arundathi Roy'un "Şu son birkaç gündür net olarak ortaya çıkan şey, şirket medyalarının küresel şirket projesini desteklediği değil, küresel şirket projesinin kendisi olduğudur" demesi şaşırtmadı.
Ve elbette Britanya Başbakanı Tony Blair konusu da var. Jüri, Blair'in George W. Bush'un temel işbirlikçisi olarak tanınmayı fazlasıyla hak ettiğini öğrendi. Sadece, istihbarat teşkilatını, Saddam'ın kitle imha silahları olduğu yalanını destekleyecek kanıt üretmeye sevk ettiği için değil; aynı zamanda, hükümetinin avukatlarından biri, böyle bir operasyon için uluslararası hukukta hiçbir haklı gerekçe bulunmadığını açıkça söylemiş olmasına rağmen, dışardan zorla kabul ettirilen rejim değişikliğinin hevesli bir savunucusu olduğu için. Tanıklardan birinin de ifade ettiği gibi, bu durumda o da Bush gibi, "gerçekten çok tehlikeli bir adam."
Sivil toplum başrolde
Irak Dünya Mahkemesi, küresel sivil toplumun, gerçeğin ve adaletin kaynağı olarak, evrensel düzeyde itibarını kaybetmiş olan hükümetlerin ve şirket medyasının yerini aldığının ve bu rolü ne kadar başarılı yürüttüğünün çarpıcı bir göstergesiydi. İstanbul oturumu iki yıldır süren ve Londra, Mumbai, Kopenhag, Brüksel, New York, Japonya, Stockholm, Güney Kore, Roma, Frankfurt, İspanya, Tunus ve Cenevre'nin de aralarında bulunduğu 20 oturumun gerçekleştiği sürecin son noktasıydı.
Türkiyeli barış aktivistleri tarafından düzenlenen, dünyanın dört bir yanından ve farklı kesimlerden yüzden fazla kişinin geldiği, 10 farklı ülke yurttaşlarından oluşan bir Vicdan Jürisi ve 54 kişilik İddia Heyeti ile, neredeyse kusursuz bir üzüntü, öfke ve lanetleme senfonisiydi.
İddia Heyeti Başkanı olan uluslararası hukukçu, Profesör Richard Falk ve insan hakları savunucusu Chandra Muzaffer gibi sınırlar ötesi halk hareketinin üst düzey liderlerini; ünlü yazar Arundathi Roy gibi doksanlı yılların aktivistlerini; daha da genç nesil aktivistlerden, tüm dünyanın alkışladığı, Irak'ın ekonomik olarak nasıl sömürgeleştirildiğini ortaya koyan Herbert Docena'yı, savaşla ilgili en güvenilir kaynaklardan biri olan Dahr Jamail'i, foto muhabiri Mark Miller'la birlikte, dünyanın Felluce'nin yerle bir edilişini belgeleyen bir video kayda sahip olması için hayatını tehlikeye atan Rana Mustafa gibi kişileri bir araya getirdi.
Hepimiz düşman savaşçıyız
Vicdan Jürisi'nin karar ve tavsiyeleri, özellikle de, ABD ve Koalisyon Güçleri askerlerine, vicdani ret haklarını kullanmaları, dünya toplumlarına da bu haklarını kullanan kişileri koruması yönünde yaptıkları çağrılar, olayların gidişatında büyük olasılıkla güçlü bir ahlaki etkiye sahip olacak.
Mahkemenin son günü Arundathi Roy düşünceleri ve eylemleri nedeniyle, ABD'nin gözünde kendisinin de "düşman savaşçı" kategorisinde sayılacağını söyledi. Binlerce kişiyle birlikte jürinin kararını alkışlarken kendi kendime, "Neden olmasın, şimdi hepimiz düşman savaşçıyız ve bundan gurur duyuyoruz" diye düşündüm. (WB)
* Walden Bello, Irak Dünya Mahkemesi'nin İddia Heyeti üyelerinden, Focus On the Global South örgütünün yöneticisi ve Filipinler Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü.
* Bello'nun www.focusweb.org'da yayınlanan yazısını, Özlem Dalkıran Türkçeleştirdi.