Vahşet aynı vahşet
Aslında televizyon ekranlarından süzülüp, yaşadıkları dramla, tüylerimizi diken diken eden bu kadınların, sadece coğrafyaları ve infaz biçimleri farklı. Zira dozu farklı olsa da vahşet aynı vahşet. Bizse şu anda kendi ülkemizde yaşanan vahşetin sessiz tanıklarıyız. Son günlerde gazete manşetleri, yoldan çıktığına kanaat getirilen Türkiyeli kadınların cezalandırılma haberlerinden oluşuyor. Ne acıdır ki, bu kadınlara hakaret yağdıran 'masum' erkeklere tribün desteğini sağlayanlar, tıpkı recmde, elinde taşla meydana koşanlar gibi otoritelerini, namuslarını ve belki her şeyden önemlisi erkekliklerini kurtararak içlerini rahatlatıyorlar.
Kocaya itaatsizliğin bedeli!
Kocası tarafından sokak ortasında 52 kez bıçaklanan Ayşegül Porsuk'un başına gelenler de, kafasına külah geçirilip toprağa gömülen kadınların durumundan farklı değil. Sadece Ayşegül'ün şansı yaver gitti; hala hayatta ve yaşama tutunma mücadelesi veriyor. Ancak esas dehşet verici olansa; Ayşegül Porsuk sokak ortasında saldırıya uğrarken, orada bulunan bir Allah'ın kulunun da kalkıp müdahale etmemesiydi. Ayşegül 52 kez bıçaklanıp, acıyla kıvranırken, kocaya itaatsizliğinin bedelini ödüyordu! Recmde olduğu gibi, halka açık mekanda günahkar ve savunmasız bir kurban; çevrede bulunanlarsa katil adayı masum kocanın sessiz destekçileri... Ayşegül'ün böyle göstere göstere adeta ibreti alem için, delik deşik edilmesinin tek nedeniyse, erkeğine itatte kusur etmesiydi. Tıpkı Derya Tuna gibi...
Kutsal annelik kurtuldu!
18 yıl aradan sonra gelen 'aleni' ihanet Derya Tuna'ya, transparanlı intikamda karar kıldırınca, ortaya mafya usülü cezalandırma yöntemi çıktı. Öyle ya o bir anneydi. Şov dünyasının fıkır fıkır ortamında sahneye çıkmak, hele hele göbeğini ve göğsünü açmak Tatlıses'in 'esas' kadınına hiç mi hiç yakışmazdı. Potansiyel sevgili Asenaysa, Tatlıses'le tatlı tatlı laf dalaşına girince, kendisinin şerrinden bir tokatla sıyrılmayı başaracak kadar şanslıydı. Ancak Ibrahim Bey'in oğlunu karnında taşıyan Derya Tuna, İstanbul'un göbeğinde tabii ki, ayağından vurularak uyarılmalıydı. Aziz Türk milletiyse, bu olayın ardından henüz 1 hafta geçmişken, andropozlu İmparatorlarını, sevgiyle, saygıyla, delicesine ve tabii ve hatta 'erkekçesine' bağırlarına bastı. Arka sokaklarda neler oluyor bilinmez ama Derya Tuna, Televole memleketinin Imparatoruna meydan okumanın bedelini baldırına giren iki kurşunla ödedi.. Böylece Tatlıses'in otoritesi, annenin kutsallığı ve belki de en önemlisi ülkemizin namusu kurtulmuş oldu.
Hak eden vurulur!
"Derya Tuna Vuruldu!.." manşetiyle 1. sayfadan baskıya giren gazetelerde yardım çığlıkları atan kadının etrafında, aval aval bakınan insan duvarı, duyarsız suratlarıyla Imparatorun gücüne tanıklık etti. Recm bu kez Levent sokaklarında, transparan intikamının bedeli olarak, Istanbul'un ortasında uygulandı. Yurdumun bilumum magazin programları ve 'entel televolesi' konumundaki ana haber bültenleri, günlerce Tuna'yı kim vurdu tartışması yarattı. Belki de en komik ve en ucuz açıklamaysa eğlence dünyasına 'Tatlıses kadını' patentiyle adım atan Hülya Avşar'dan geldi. Bir dönem 'evli' futbolcuyla beraber olup sonra 'Beyaz Türk' Kaya Çilingiroğluyla nikahlanıp sınıf atlayan Avşar Kızı öyle bir açıklama yaptı ki, elinde taşla meydanlara koşan erkeklerden bir farkı olmadığını ortaya koydu. Tuna, Hülya Avşar'a göre bu şekilde cezalandırılmayı hak etmişti. Zir Hülya Avşar, kendi 'soyunma' kategorilerine, ('sanat' için, 'para' için ve 'şöhret' içine...) bir de 'inat içini' eklemiş ve Tuna'nın vurulmasını böylece haklı çıkarmış oldu. Zihniyet bu oldukça, modern 'recm' manzaraları kimi zaman Nijerya'da kimi zaman Istanbul'un ortasında yaşanmaya devam edecek...