Simsiyah kedisi Üzüm'le yaşadığı evine "sakat yazar" Nazmiye Güçlü'nün ilk kitabı "Araba Aldım Kadın Oldum"u konuşma bahanesiyle gidiyoruz. 3 Aralık'ın da Dünya Sakatlar Günü olduğunu unutmadan ekleyelim.
Güçlü bugünlerde pek evden çıkamıyor. Çünkü "Mualla", yani sakat olan sağ bacağı biraz fazla ağrıyor. Bol çay eşliğinde "konuşmayı şehvetle seven" Güçlü'yle önce bizim için de ıstırap haline gelen sakat mı, engelli mi, özürlü mü sorusunu aydınlığa kavuşturuyoruz. "Ortopedik sakatlara yürüme engelli deniyor. Ben yürüme engelli değilim, yürüyorum çünkü. Ağaca bile tırmanabiliyorum. Ama ben sana göre yavaş yürüyorum. Ama sen de başkasına göre daha yavaş yürüyorsun! Bu anlamda ben engelli değilim" diyor.
Özürlü kelimesini istememesinin iki sebebi var. Biri sözlüklerde özürlü= defolu diye yazılması. "Pazarlarda özürlü mallar vardı, daha ucuza satılırdı. Ben bacağım senden kısa diye niye senden daha az değerli olayım?" diyor. İkincisi ise devlet dilinin özürlüyü kabul etmesi. O yüzden "Ben sakatım" diyor sonra da ekliyor: "Sakatlar da üçe ayrılıyor, kendine engelli, özürlü ve sakat diyenler. Bu konuda görüş birliği yok".
E biz ne yapacağız, ayrımcı olmamak için. Güçlü şöyle açıklıyor durumu; "Sakata sakat diyemeyenler, kadına kadın diyemeyenler. Kullandığımız her kelime ideolojimizi ortaya çıkarır. Sakat kelimesi negatif anlamından kurtulduğunda sakatlar da rahatça ben sakatım diyebilecekler. Sakat kelimesi negatif anlamda o kadar çok kullanılmış ki aklına kötü şeyler geliyor insanların. Bu durumda insanlar sakatlığı nasıl normal bir şey gibi yaşasınlar? Bir de sakat olmayanlar sakatlığı bu kadar olumsuzlarken nasıl sakatlara kendisiyle eşit davranabilsin? Sakatlar tabii ki kötü yaşıyorlar bu nedenle".
Sakat mühendis
İstatistiklere bakıldığında Nazmiye Güçlü, Türkiye'deki 8 milyon sakattan biri. Oysa onun hikâyesi 1960 yılında Zeytinburnu'nda dünyaya gelişiyle başlıyor. Ev kadını anne ve işçi babanın üç çocuğundan en büyüğü. İki yaşında çocuk felci geçiriyor ve sakat kalıyor.
"60'lı yıllarda çocuk felci bütün dünyada salgınmış. Sakatlar Derneği'nde de en çok benim yaş grubumdandır çocuk felci olanlar".
Gecekonduda oturan yoksul bir ailenin sakat çocuğu olarak kolay geçmemiş çocukluğu. Bacağına takılan cihaz için (büyüdüğü için sürekli değişmesi gerekiyormuş) Kızılay'ın önünde çok beklediğini ve tabii hastanelerde zaman geçirdiğini hatırlıyor.
İlkokulda da "topal" ya da "sakat" gibi aşağılamaları. Zeytinburnu'nda orta ve liseyi hallettikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Kimya Mühendisliği'ne girip orayı da bitiriyor. Fakat ilk iş istemeye gittiği patronu "sakat mühendis istemiyoruz" deyince asla mühendislik yapamıyor. Ama onun gibi bir kadının duracağını sanıyorsanız çuvalladınız. Sekreterlik, tezgahtarlık, özel ders, reklamcılık, sigortacılık, pazarlamacılık, şoförlük artık ne bulursa, kendi deyimiyle 30 küsur işi kotarıyor. Bu arada evleniyor ve şimdi 17 yaşında yakışıklı bir oğlu var. Bunca işin arasında çeşitli muhalif hareketler içine girmeye de zaman buluyor. İnsan hakları, kadın hakları vs. E tabii "Araba Aldım Kadın Oldum"a kadar gelen bir yazma hikâyesi de var elbet.
Yazar olması yine sakatlığı ile ilgili. 1999 yılında 3 Aralık Dünya Sakatlar Günü'nde gazetelerin hepsinde "özürlüler" yazdığını görünce hepsinin yayın yönetmenlerini tek tek arıyor. Yalnızca Agos'un yönetmeni Hırant Dink'e ulaşıyor. Ve bari sizin gibi ayrımcılığa uğrayanlar bunu yapmasın diye "fırça atarken", Dink, "Bunları yazar mısınız?" diyor. Üç gün uğraştıktan sonra yazısını yazıyor ve devamı geliyor. Öküz, Radikal İki, Yeni Gündem, Pazartesi, Yeni Harman ve hâlâ yazdığı bianet. Böylece biriken yazılar şimdi kitap halinde elimizde.
Son derece komik bir kadın olan Güçlü muzır bir gülümsemeyle "Meşhur olmak istiyorum" diyor. E haklı ama. "Televizyonlar beni meşhur topal yazar diye anons etseler, bu kelimeler hem acıtıcı olmaktan çıkar hem de normalleşir. Zeytinburnulu yazarımız gibi. Benim için sakatlık bir durumdur, esmer olmak, mavi gözlü olmak gibi. Ben öyle yaşadım, ama böyle yaşamıyor ne sakatlar ne de sakat yakınları".
Aslında olması gereken bu. Mühendis olmaması dışında hiçbir şeye engel olamamış sakatlık. Tabii arada "zaman kaybı" yaratmıyor değil. "Her düşüşüm beni sokaktan koparıyor. Hayatımın önemli bir bölümünü evde yatarak geçirdim. Fakat bakıyorum insanlara, ben valla pek çok sakat olmayan insana göre de çok gezmişim, çok şey yaşamışım. Türkiye'nin yüzde 90'ını, Avrupa'nın yarısını gezdim".
Sağlam dediğimiz kaç kişi bunu yapabildi ki? Üstelik bu kadın Karun kadar zengin filan da değil. "Birçok sıkıntı çektim ama bu hayatta valla çok da eğlendim. Herkes farklı şekillerde zorluk çekiyor zaten bu hayatta".
Yalan mı? Sakatlığı ile bu kadar barışık olmasının nedenini tam olarak kendisi de bilmiyor aslında. "Topallık çocukken de benim için fiziksel bir özellikti. Çocuklar oyunlarına katmıyorlardı beni. Ben de en çok düşündüm ve okudum". Okuya düşüne durumu kavramış. Düşünmek bazen ters de tepebiliyor tabii. Türkiye'de en fazla intiharlar sonradan sakat kalanlar arasından çıkıyor. Yüzde 80 oranında.
Çifte kavrulmuş olmak
3 Aralık Dünya Sakatlar Günü nedeniyle Türkiye Sakatlar Derneği "1. Engelli Kadınlar Kurultayı"nı Çanakkale'de topluyor. Sakatlar Derneği'nin verilerine göre 8 milyon sakatın 4.5 milyondan fazlası kadın. Sakat kadınların toplam nüfusa oranı yüzde 14 civarı.
Nazmiye Güçlü bu kurultaya katılmayacak. Ama kendisine sakat kadın olmayı sormadan edemiyoruz tabii. "Çifte ayrımcılık" diyor bu durum için. "Sakat olmayanlar için sakat kadın diye bir şey yok. Cinsiyetsiz sakatlar. Sakat, özellikle zeka geriliği fazla olanlar çok fazla tecavüze uğruyorlar ve başlarına ne geldiğini anlamıyorlar. Sakat kadın evliyse tıpkı diğer kadınlar gibi dayak yiyor. Sakatların yüzde 90'dan fazlası eğitimsiz, yüzde 90'dan fazlası yoksul. Yoksulluk, sakatlık ve kadınlık bir araya gelince çok ağır oluyor" diyor.
Asıl mesele ayrımcılık
Güçlü'nün son derece eğlenceli ve akıcı olan kitabının bütün derdi sakatlara yapılan ayrımcılık ve ırkçılık. Erkeklerin kadınlara, beyazların siyahlara, Türklerin Kürtlere vs. yaptığı tüm ayrımcılıklar bunun içinde. Yani iktidardakilerden farklı olanlara ayrımcılık.
İşte burada en trajik yan ortaya çıkıyor. Diyor ki Güçlü, "Türkiye'de ayrımcılığa karşı mücadele eden muhalif hareketler sakatlara yönelik ayrımcılığı bilmiyorlar. Ben pek çok muhalif harekette bulundum, biz seni kendimizden farklı görmüyoruz diyorlar. İyi de savaşa hayır yürüyüşüne tekerlekli sandalyeli biri nasıl gelecek? Tekerlekli sandalyeli biri savaşa karşı olamaz mı? Sen yaptığın bir organizasyonda sakatların da olması için bir şey düşünmüyorsan bu zaten ayrımcılık. Kendimden farklı görmüyorum ne demek? Var farkımız! Nasıl ki sokakta varolamıyorsak bunun sorumlusu devletse, muhalif hareketlerin varolamıyorsak da bunun sorumlusu muhalif hareketler."
O yüzden de sokakta ona "topal" diye seslenenlere gayet keyifle "efendim" derken bazen yanyana başka bir hak için uğraştığı arkadaşlarına, entelektüllere ve aydınlara kızıyor. "Her şeyi biliyorlar ama sakatlar nasıl yaşıyor farkında değiller. Farkında olmamaları beni delirtiyor. Muhalif bir insan için tuvalet ne banal bir konu. Ama benim için yaşamsal".
Avrupa Sosyal Forumu için gittiği Paris'te Avrupalı sakatları örnek veriyor Güçlü. Onların da şikayeti ayrımcılık olmuş. Güçlü'nün "Sakatların entegrasyona ihtiyacı yok, sakat olmayanların entegrasyona ihtiyacı var" lafı hafife alınacak gibi değil. İşte o yüzden Güçlü de diyor ki, şu dildeki, hayattaki ayrımcılık bir yok olsa!
"Yolları, kaldırımları yapmakla bu işler bitmeyecek. Ama sakat örgütlerinin ayrımcılık diye bir derdi yok. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'ndan (DİSK) fazla üyesi var sakat örgütlerinin. 100 binden fazla. Doğru bir mücadele ile düzeltecek kapasiteye sahipler ama onlar sadece teknik ayrıntılarla ilgililer. İkisini birlikte yürütmek gerekiyor".
O yüzden de onun meşhur olması gerek. Böylece kitabı çok satacak, insanlar konuşacak, tartışacak ve biraz da olsa bu işler düzelecek! İtirazı olan var mı? (BB)
* Araba Aldım Kadın Oldum/Nazmiye Güçlü / Nokta Kitap