Bir ud ustasıyla yapılan söyleşiye bir ud taksimiyle başlamak gerek. Mustafa Madendağ'ın mahur makamındaki taksimini dinlediyseniz; başlayabiliriz...
Hayattaki asıl meşgaleye küçük yaşta karar verip, bu tutkunun izini azimle sürmek; insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri, esaslı bir ayrıcalık.
Mersin’de anneanne-dedenin eskiden evlerinin bulunduğu sokaktaki nostaljik gezintinin ardından; yıllardır aynı yerinde duran fırın, kuru temizlemeci ve eczanenin ilerisinde, onlara kıyasla ‘mahallenin yenisi’ kıvamındaki Madendağ Müzikevi’ni görmek tebessüm ettirici. Müzikevinin sahibi Mustafa Madendağ; icracılığı ud yapımıyla sürdürmüş ve şu an her ikisiyle de meşgul olan bir ud sevdalısı.
Mağazanın içindeki ağaç kokulu atölyesi; keresteler ve yapım sürecinin farklı aşamalarına gelmiş enstrümanlarla dolu. Çocukluk mesleği kuyumculuk olan Madendağ, 10 yaşında bir yılbaşı programında Coşkun Sabah’ı ve kucağındaki udu görüp sesini duyunca, hayatındaki dönüm noktalarından ilkini tecrübe ediyor. Ve iş, “ağaç işleme, ahşap enstrüman yapma sanatı” olan lutiyeliğe (luthier) dayanıyor.
Henüz yolun başındayken, bir telefon rehberinden İstanbul, İzmir ve Ankara’daki ud yapım ustalarının peşine düşen; hepsiyle tanışıp, yanlarında zanaatı öğrenen Madendağ; profesyonel ud icracısı ve yapımcısı olarak kendi söylediğine göre şu an Çukurova’da tek...
Kendisinin bir zamanlar yaptığı gibi, “Bana bu işi öğret usta,” diye kapısını çalan olmayınca, bizzat kolları sıvıyor ve el yapımı ud sanatının sürdürülmesi için Mersin Üniversitesi, Halk Eğitim ve belediyeyle görüşüyor. “Gencim, sabrım ve gücüm var. Ders açalım, faydalanın benden,” diyor; ama gerisi az buçuk tahmin edebileceğiniz bir hikaye, en azından şimdilik...
Hikayesini şimdi ondan dinleyelim...
Ud sevdası nasıl başladı?
Tarihi çok iyi hatırlıyorum (gülüyor); 1986 yılbaşı programında Coşkun Sabah var. O zamana kadar hiç ud görmemiştim, dikkat etmemiştim. Müziğe olan ilgim, kuyumcu dükkanındaki ustamın bağlamasıyla başlamıştı, arada elime alıp çalmaya uğraşıyordum. Coşkun Sabah’ın elinde udu görünce, babama “benim çalacağım saz bu, ben bu sazı istiyorum,” dedim. İlk uduma amcam sayesinde sahip oldum, Adana’dan gönderdi. Annem ve babam iyi bir musiki dinleyicisiydi, repertuar ediniyorum. Udu kendi çabalarımla öğrendim; bir yıl içerisinde duyduğum her şeyi çalabiliyordum. Nota bilgim yoktu o sıralar. Babamın tanıdığı, orman yüksek mühendisi rahmetli Sait Atmar, amatör olarak bir restoranda ud çalıp söylüyordu. Onunla tanıştım. Dinledi, “bu çocuk benden iyi çalıyor, benim ona öğretebileceğim bir şey yok şu an,” dedi. İsmail Torol, Mersin’de birçok öğrenci yetiştirmiş, üstad bir udiydi. Beni ona götürdü. İsmail Usta sayesinde udda epey ilerledim.
Ud çalmayı ud yapımı mı izledi?
Yapım işine tam olarak başlamam 1994. Ud hocam İsmail Torol beni aynı zamanda bir marangoz olan, ud yapım ustası İsmet Ayık ile tanıştırdı Mersin’de. İsmet Ustayla beraber ciddi ciddi bu işe koyulduk; artık ev ortamında değil, atölyede ud yapıyordum. O yıllarda elime Onur Akdoğu’nun ud metodu geçti. O kitap bana farklı bir kapı açtı. Udu daha teknik olarak çalmaya başladım ve kitabın ilk sayfalarında ‘başlıca ud yapımcıları’ listesi vardı; hem ölenler hem sağ olanlar. Sırayla, yaşayan ud ustalarını telefon rehberinden aramaya koyuldum. Birçoğuna ulaşma şansım oldu, derdimi anlattım. Hiçbiri beni reddetmedi; benim için çok büyük bir şanstı.
"25 yıldır hala öğreniyorum"
Kimlere ulaştınız?
Şinasi Özkan, bende çok emeği olan biridir. Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda çalgı yapım ustasıydı, hala hayatta. Sabri Göktepe’ye ulaştım. O da Türkiyede adı kitaplara geçmiş, büyük bir ustaydı. Teknik detaylara girmemde büyük yardımı olan Cafer Açın’a ulaştım. Enstrüman yapımında benim gibi pek çok insana destek olmuş, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde dersler vermiş; birçok enstrümanın teknik çizimlerini, detaylarını çıkarmış, oranlarını hesaplamış biridir. Çok faydalı bilgiler edindim. Artık Mersin’de duramıyordum. 10 gün İzmir’de, bir ay İstanbul’da Cafer Usta’nın yanında kalıyordum... Öğrendiklerimi Mersin’e dönüp uyguluyordum. Hala o teknik ölçüleri, detayları aldığım notlarım durur.
Sonra?
Askere gidip geldim. Piyasada müzisyenlik ve ud hocalığı yapmaya başladım. Artık kendi yerimi açma vakti gelmişti. Belediye konservatuarında hocalık yaptığım dönemde Madendağ Müzikevi’ni de kurdum, 2000’lerin başında. Birçok meslekte olduğu gibi, enstrüman yapımında da “ben oldum” diyemiyorsunuz. 25 yıldır ud yapıyorum ve hala bir şeyler öğreniyorum.
Manol Usta geleneğine ait, 114 yıllık antika ud
Bu topraklardaki ud yapım tarihine baktığımızda, ilk sıralarda karşımıza Rum ve Ermeni asıllı ustalar çıkıyor; Manol Usta örneğin. Ud ustaları onun izinden mi gitmiş, ondan mı ilham almış?
Evet, Ermenilerin, Rumların el sanatı konusundaki başarıları takdire şayan. Manol Usta bu işin miladıdır. Bütün yapımcıların da icracıların da hayran olduğu bir ustadır. Günümüzün inceliğini, detaylarını bizden yaklaşık 110-120 sene önce Manol Usta yapmış, keşfetmiştir. Çok kıymetli, paha biçilemeyen udları var. Manol Usta, Üsküdarlı Mustafa Usta’yı ve Hamza Usta’yı yetiştirmiş. Üsküdarlı Mustafa Usta, ustasının elini aynen almış. Elimde bir tane udu var, 114 yıllık. Hamza Usta’nın yetiştirdiği Hadi Usta vardı; bir de şu an hayatta olan Engin Eroğluer; kendisi Manol’un geleneğini sürdüren son kişi, onun son temsilcisi. İstanbul Cerrahpaşa’da, Hadi Usta Sazevi çalıştığı yerin adı. Birçok şöhret udiye, Coşkun Sabah da dahil olmak üzere, ud yapmıştır Engin Usta. Bildiğim kadarıyla, Engin Usta’nın yetiştirdiği başka bir usta da yok. O gelenek onunla birlikte bitiyor.
Sizin elinize hiç geçti mi Manol Usta udu?
Çok tamir ettim. O sedef işlemeleri, ağaçtaki temizliklerini, detaylarını hayranlıkla izlemişimdir. Gerçekten o döneme, o imkansızlığa, teknik edevatın olmadığı zamana rağmen o işçiliğe inanamıyorsunuz... O nedenle lutiyelikte bizim miladımız Manol Usta’dır. Ona kadar udlar sıradan, özensiz, vasat... Örneğin Manol Usta simetri kazandırmış uda. O bir önder, yol gösterici oldu kendinden sonraki ud yapımcıları için.
"Hiçbir ağaç birbirinden üstün değil"
Ud yapımında kaç çeşit ağaç kullanılıyor?
Yerli yabancı yüzlerce çeşit ağaç var. Genelde ithal, tropik ağaçlar tercih ediliyor. Elbette ülkemizde de güzel ağaçlar var. Ama tropik ormanlarda yetişen ağaçların sertliği, tını ve rezonans zenginliği daha farklı oluyor.
En kalitelisi hangisi peki?
Bu soru muhakkak başka lutiyelere de sorulmuştur. Ben bu soruya şöyle cevap vermeliyim; hiçbir ağaç birbirinden üstün değil. Bir kralı yok. Tamamen yapımla alakalı. Kimi venge ağacından, kimi gül ağacından, kimisi de akçaağaçtan güzel ses çıkarabilir... Ağaçlar aslında yapımcının elinde şekil alır ve güzel bir sese dönüşür. Yerli bir ağaçtan ud yaptığımızda kötü bir ses mi çıkıyor? Hayır. Her ağacın farklı bir lezzeti var: dut, ardıç, kestane, gürgen, kayısı, erik, vişneden de güzel enstrümanlar yapabiliyoruz.
El yapımı, özel üretim ya da seri üretim kaliteli udun izini süren biri, Türkiyede kimlere, nerelere başvurabilir?
Faruk Türünz, Adanalıdır. Ender Göktepe var Ankara’da; çok sevdiğim, büyük usta rahmetli Sabri Göktepe’nin oğlu. Seri üretimde inanılmaz bir başarı yakalamışlardır. Teknik olarak, seri üretimde bu hızda aynı kaliteyi sürdürmek çok zordur, ama Ender Göktepe bu konuda örnek verebileceğim tek insandır. Bildiğim kadarıyla 40 yılda 15-16 bin adet ud yapmış, muazzam bir sayı bu. Ben 25 yıldır ud yapıyorum, seri üretim yapmayan bir usta olarak 1000’e yaklaştım. Ali Nişadır, Cengiz Sarıkuş, Mehmet Caymaz gibi ustalar var, ‘organik çalışan ustalar’ derim ben onlara ve kendime. Seri üretim yapanları kötülemek babında değil; bu işte udun o tatlı sesinin verilmesi için illa organiklik, yani aynı ustanın elinden çıkması gerekiyor. İşin içine çok fazla makine girdiği zaman ağaçtaki, yapım tekniklerindeki süreç sese yansıyor. Enstrüman, makine işiyle birçok yeri yakılarak hızlı yapıldığında ağacın bazı özelliklerini körlemiş oluyorsunuz. Ağacın damarlarını, ses kanallarını... Doğal yöntemlerle, yavaş yavaş, hazmedilerek, beklenerek, bazı eğimler verilerek, bazı yerlerinde bazı süreler sağlanarak yapılması lazım. Organik ud yapan, kıymetli iş çıkaran şu an Türkiye genelinde 8-10 usta var. Seri üretimde ise başarıyı yakalamış, benim tanıdığım bildiğim sadece bu iki usta var: Ender Göktepe ve Faruk Türünz. Bana göre bu camianın iki devi onlar.
Ud yapmak ne kadar zaman alıyor?
Güzel bir udun, ustanın elinden çıkışı ortalama 30-40 gündür. Ben en hızlı şekilde çalışsam, benim yapacağım bir ayda bir tane uddur.
Aşamaları neler?
Ağaç kereste olarak elimize gelir. Belli bir yaşı almış, en aşağı 35-40 yıllık bir gövde olmak zorunda; daha taze ağaçlar işimize yaramaz. Ağaç, kesilip kereste haline getirildikten sonra da 4-5 yıl beklemesi; içindeki fazla suyu, nemi atması gerekiyor. Daha sonra nerede, ne ölçüde kullanacaksak ona göre kesiyoruz. Udun ana envanteri tekne. Yapımcıdan yapımcıya ufak tefek değişiklikler gösterebilir, ama ortalama bir udun iç hacmi 12 litre. Estetik görünmesi için genellikle iki renk tercih ederiz. Koyu renk ağacın yanına mutlaka açık renk ağaç gelir. Hepsi iyi ses veren, genelde ceviz, gül, maun kelebek, ardıç kelebek, venge akçaağaç, ceviz, dut... ama tek renk de tercih edilebiliyor. Tekneden sonra sap montajı yapılıyor. Ardından klavye montajı, ses tablası (göğüs) yapılıyor. Doğru dengede yapılmış bir ses tablası, enstrümanın bundan sonra kaç yıl çalınacağını gösterir, onun kaderidir. Eşik yapıştırılıyor; kafes işlemeleri monte ediliyor; uddan uda değişen, yapımcının imzası niteliğindeki mızrapaltı yapılıyor. En son uzun bir zımparalama işleminden sonra artık ud cila işlemine hazırlanıyor.
“Bu zanaat bizimle ölüp gitmesin”
Başka hangi enstrümanları yapıyorsunuz?
Sıralamaya koyacak olursak, birinci ud. Çok keman da yaptım, ona da hevesim oldu, biraz çalabiliyorum. Sonra tanbur, kanun, klasik kemençe, lavta yapıyorum isteğe göre.
Esasında günümüzde zincir girişimler, fabrikasyon üretimlerden ziyade insanların el işçiliği gerektiren uğraşlara merakı artmaya başladı. Böyle baktığımızda, enstrüman yapımı genç nesil içinde çok ilgi uyandırabilecek bir iş. Acaba görünürlüğü mü az?
İlgi beklenildiği kadar değil. Belki büyük şehirlerde, isim yapmış ustalara daha fazla talep gidiyordur. Mersin’de yakama yapışan, benim gençliğimde bendeki aşkı gördüğüm kimse yok. “Usta bana bu işi öğret,” diyen kimse yok. Halbuki böyle bir aşk lazım. Şimdiki gençlerin elinden telefonu, tableti, bilgisayarı alamıyorsunuz ki.
Ama şimdi muhakkak Mersin’de gençlerin eskiye nazaran enstrüman alabileceği, çalmayı öğrenebileceği yerler daha çoktur. Buraya da gitar, bağlama almaya geliyorlardır. Dükkanın içindeki atölyeyi merak eden olmuyor mu?
Oluyor. Çünkü her müzikevinde atölye yok. Önü mağaza, arka tarafı atölye çok azdır. Ama bu işte o aşkın, ateşin içinize düşmesi gerekiyor. Ve öyle hisseden insanların gelip bizi bulması gerekiyor.
Sizin bu dükkanınız Kadıköy Moda’da, Balat’ta olsaydı acaba nasıl olurdu? Belki hafta sonları içeride atölyeler, dersler düzenleyecektiniz?
Atölye düzenleyen ustalar var elbette. İstanbul’da olmanın avantajı. Meraklıları daha çok. Ayda bir televizyona çıkan ustalar da var, meslek adına seviniyor insan; ama ben Kayseri’deki, Çorum’daki ustayı da görmek isterim. Sivas’ta bağlama yapan kıymetli isimler var. Görmüyoruz. Çukurova’da bu işi yapan tek ustayım. Adana’da kanun yapan çok değerli bir usta var mesela, Nazif Yükbilmez; ayrıca iyi bir kanunidir. Eminim çok meraklı sanatseverler dışında, birçok insan bizim burada olduğumuzu bilmiyordur. Belki de uzak kaldığımız için yeterli görünürlük yok. Bu zanaat bizimle ölüp gitmesin; meraklı, sanatsever insanlara bu işi aktaralım istiyorum. Bir süre sonra kaybolacak bu geleneği mutlaka usta-çırak ilişkisiyle sürdürmek gerekiyor.
Zanaatınızı aktarmak için hiç yerel yetkililerle görüştünüz mü?
Görüştüm. Halk Eğitimle, Akşam Sanat Okulu’yla girişimlerimiz oldu; fakat çok ağır işliyor her şey. İlk başta talep olur mu, diye baktılar. Niye olmasın? Marangozluk, takı tasarım var da enstrüman yapımı niye olmasın?
Başvurularınız, taleplerinizle ilgili sorun ne? Bürokratik yavaşlık mı?
Evet, bürokratik yavaşlık da var. Bir de “Bu işi yapabilmek için bize belge lazım,” dediler. Ben çalgı yapım bölümü mezunu değilim. Keşke mesele sadece diplomayla çözülse.
Hiç aşılacak bir tarafı yok mu peki bu engelin?
Birkaç öğretmen arkadaş çalışmalar yaptı; ama bir yerde ödenek çıkmadı, başka bir yerde dediğim gibi bürokratik engellere takıldı. Herhangi bir yerde ders verebilmek için, illa üniversiteden olmasa da bir kuruluştan alınmış bir belge gerekiyor. Benim bildiğim bu. Bizim belgemiz; kimliğimiz işte, ortada. Ben gidip orada sahtekarlık yapabilir miyim? Bu ustayı kullanın, faydalanın, değerlendirin bu adamı... Sürüncemede kaldı netice olarak. Belediye başkanlarına gittim. “Hocam, projeyi getir, bir bakalım, bir inceleyelim,” dediler. Proje hazırlandı, çok defa gitti geldi, teklifler sunuldu, arkası gelmedi. Sanata, zanaate değer bu kadar.
Tekrar uğraşmayı düşünüyor musunuz?
Çalış, ekmeğine, işine bak, dedim kendime. Beni bulacak olan bulur. Bir yerden sonra insanın hevesi, umudu kırılıyor. Yoruluyorsunuz.
Yaptığınız udların fiyat aralığı nedir?
2000-10.000 TL arasında değişiyor. Tek başıma çalıştığım için, öğrenci düzeyi udlar yapmaz oldum artık. Biraz kendimi de düşünmek zorundayım. Bu kadar zaman, emek harcayınca, biraz daha üst sınıf ud yapmayı tercih ediyorum.
Satışlar nasıl, internet üzerinden sipariş alıyor musunuz?
Ben işimden bu anlamda memnunum. Hatta şu an yetişemediğim bir potansiyel var. Yurtdışına da gönderiyorum, internetten de sipariş alıyorum.
Son olarak, udu yaptınız, sıra test etmeye geldi. Çaldığınız ilk parça nedir?
Mahur makamı. Bu makamdaki seslerin tizliği, makamın seyri enstrümanın sesini daha çok ortaya çıkarıyormuş gibi geliyor bana. Akort yaparken de bu makamdan giderim. Bir de Mesut Cemil’in Nihavend Saz Semaisi’nin birinci hanesini yoklarım. (IY/EA)