Bir ayı aşkın süre 6.85 lira seviyesinde işlem gören dolar kuru, 27 Temmuz’da yeniden hareketlenerek 7 TL’ye dayandı. Doların aksine hareketli bir grafik çizen euro Mayıs’ta 7,37’lere kadar düşmesine rağmen bu eğilimini sürdürmedi. 31 Temmuz’da da 8,29 seviyesini gördü.
Mayıs ve Haziran’ı sakin geçiren gram altın ise yeniden yükseliş trendine girerek 440 TL seviyelerini aştı. Bugün tüketici fiyat endeksi verilerini açıklayan TÜİK ise yıllık enflasyonun yüzde 11,76, aylık enflasyonun yüzde 0,58 arttığını duyurdu.
Ekonomistler, Yeditepe Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi'nden Prof. Dr. Veysel Ulusoy ve Uğur Gürses piyasalardaki yükselişi bianet’e değerlendirdi.
Gürses: Kredi genişlemesi baskı yaratıyor
Ekonomi yazarı Uğur Gürses, Türkiye'de olağanüstü derecede bir kredi genişlemesi olduğunu söyledi. Negatif reel faizin fiyatlar üzerinde baskı yaptığını aktaran Gürses, hükümetin dolar kurunu uzun süre 6,85'te sabit tutabilmek için olağanüstü rezerv kaybettiğini ifade etti:
"Pandemi karantinası Mart’ta başlayıp 1 Haziran’da son buldu. Yani karantinanın üzerinden yaklaşık iki ay geçti. Bugün açıklanan enflasyon verilerinde doğal olarak ertelenmiş bir talep var ve biz onu görüyoruz.
"Normal koşullarda birkaç ay kapalı kalan ekonomilerde fiyatların düşmesi lazım. Arz talep meselesi, talep yoksa fiyatlar düşer. Ama bizdeki eğilime bakınca fiyatlar artmış. Enflasyon eğilimi son üç aylık verilere bakıldığı zaman yüzde 18’lik bir patikada. Arabanın sürati gibi düşünürseniz, enflasyonun hızı şu an yüzde 18’lik bir süratte.
"Bu noktada TÜİK’in açıkladığı aylık verilere bakmamak gerekiyor. Türkiye’de olağanüstü derecede bir kredi genişlemesi var. Faizler de olağanüstü bir şekilde düşük. Negatif reel faiz var. Dolayısıyla bu durum fiyatlar üzerinde bir baskı yaratıyor.
"Turizm sıfır. Buna rağmen fiyatlar yüzde 18’lik bir hızla yükseliyorsa hakikaten normal bir patikaya girdiğiniz zaman piyasanın bir hayli arttığını göreceğiz demektir.
"Tüm bunların sonucu olarak Türkiye’de olağanüstü bir kredi genişlemesi var. Bu da kurlar üzerinde baskı yaratıyor. Hükümet ve Merkez Bankası kurları perde arkasından kamu bankalarına döviz sattırarak, rezerv eriterek tutmaya çalıştıkları için rezervlerin negatif olduğunu gören mali piyasalar kurları daha da yukarı taşıyor. Çünkü bir kaygı oluşuyor. Döviz rezervleri bitti ve bu kurlar üzerinde artış getiriyor.
"Türkiye olağanüstü derecede rezerv kaybetti"
"Dolar kuru uzun süre 6,85’te sabit kaldı. Euro ise bu dönemde arttı. Hükümet doları sabit tutun dediği için, muhtemelen parite yükselişini hiç dikkate almadılar. Normal koşullarda parite yükseldikçe doların değer kaybetmesi gerekir. Ama içerde doları sabit tutun dediğiniz zaman euro kuru artarsa resmen devalüasyon yapmış oluyorsunuz.
"Piyasayı serbest bırakmış olsalardı uluslararası partide euro yükseldiği zaman, uluslararası piyasalarda da yükseldiği için içeride dolar düşecekti. Ama 6,85’te sabit tutmaya çalıştıkları için Türkiye olağanüstü derecede de rezerv kaybetti.
Altının hikayesi ise biraz daha farklı. Altında uluslararası fiyatlar yükseliyor. Altının onsu 1500 dolar seviyelerinden 1950 dolarlara geldi. Türkiye içinden baktığımızda ise hem kur artışı var hem de altının onsundaki artış, altın fiyatlarının artmasına neden oldu.
"Altının onsunun artmasındaki nedenlerin başında küresel kaygılar geliyor. Küresel mali sisteme olan kaygılar daha güvenli olan altını tercih ettiriyor insanlara. Yatırım fonları, kurumsal yatırımcılar, bireyler altına meyil ediyorlar. Bu çok doğal bir şey. Yani bankalara ve diğer finansal kurumlara güven azalıyor, altın alıp cebinize koyduğunuz zaman altın her yerde para ediyor.
"Bu durumun ikinci bir kriz olduğu söylentilerine gelince, Türkiye zaten bir krizin içinde. O krizden hiç çıkmadık. Ağustos 2018’te bir kriz tetiklendi ve pandemi krizi buna ilave oldu."
Ulusoy: Fiyatlar yükseldi ama enflasyon düştü
Enflasyon verilerinin açıklanmasının ardından bugün sosyal medyada bir ironi yaptığını, "Fiyatlar yükseldi, enflasyon düştü" diye yazdığını söyleyen Veysel Ulusoy verilerin gerçekçi olmadığını söylüyor.
Prof. Dr. Veysel Ulusoy, durumu şöyle değerlendiriyor:
"Türkiye Ağustos 2018 krizini yaşadığımız süreci geride bırakmadan pandemiyle birlikte ikinci defa bir arz şoku, üretim şoku yaşadı. Bir ülkede negatif arz varsa, ki biz bunu iki yıldır yaşıyoruz, bu şokun enflasyonu yükseltmesi gerek. Ama bakıyoruz enflasyon düşüyor.
"Bu düşüşün temel nedeni, arzdaki şoktan daha büyük olan bir talep şoku. Yani insanlar işsiz kaldı, gelirsiz kaldı, yatırım beklentileri azaldı. Yani sadece tüketiciler değil yatırımcılar da yatırımlarını durdurmak zorunda kaldı. Bu talep şokudur. Bu talep şokunun arz şokuyla ters yönde birleşmesi enflasyonu düşürdüyse demek ki talep şoku yani gelirsizlik ve işsizlik toplumsal anlamda yük haline geldi demektir.
"Olayın diğer bir tarafı ise talep şoku arzdan daha yüksek olsa bile enflasyonun kesinlikle yukarı doğu yükselmesi hatta inanılmaz seviyelere erişmesi gerekirdi. Olmamışsa veri sağlığında bir problem vardır. Bu durum halk hiç piyasaya çıkmamış, hiçbir şey yememiş, içmemiş, tüketim yapmamış anlamına gelir. Ben her iki ihtimalde doğru olmadığına göre verilerde bir gariplik var, veri sağlığında şüphe var diye düşünüyorum.
"Doları sabit tutma kuvvetimizi kaybettik"
"Döviz ve altındaki yükseliş ise şu nedenden: Kişilerin, firmaların veya bizim gibi sıradan insanların tasarruflarını yönlendirdiği bazı alanlar var. Biri dövizdir, biri mevduattır, diğeri de altın, borsa...
"Mevduatta öyle bir seviyeye geldik ki, bankaya para koyduğunuzda kaybediyorsunuz. Alım gücünüz kayboluyor. Yani bir anlamı yok TL’yi faize yatırmanın. Öbür tarafta borsada bilgisizliğin getirdiği bir kaybetme ruhu var. Binlerce insan alternatifsizlik yüzünden yani TL’deki mevduat faizlerinin negatif olmasından kaynaklı bilinçsiz bir şekilde borsaya gitti.
"Yabancılar ise yatırımlarını realize edip çıktı ucuz döviz alarak çıktı borsadan. Kala kala biz bize kaldık, borsada kendi kendimize yettik. Böylece borsada yapay bir yükselme oldu.
"Daha sonra ise Merkez Bankası anlamını pek özümseyemediğim doları sabit tutma yönünde bir süreci başlattı. Normalde serbest piyasa koşullarında yukarı gitmesi gereken doları rezerv harcayarak yani piyasaya dolar satılarak sabit tutmaya çabaladı. Biz bunu en son 2001 krizinde yaşamıştık. Serbest piyasa koşularının haricinde bir baskılanmış dolar ve euro fiyatı gördük. Ama ne zaman euro çapraz kur olarak yukarıya doğu bir uç gösterdi, doları sabit tutma kuvvetimizi kaybettik ve yine rezervleri erittik. Şu anda Merkez Bankası swap hariç eksi döviz rezervinde debelenip duruyor.
"Türkiye her geçen gün daha da kötüye giderken eğer koronavirüste ikinci dalga yaşanırsa bu inanılmaz bir şekilde küresel piyasaları vuracak. Yani arz bağlamında bir şok daha yaratacak. En kötüsü ise gelirsizliğin yarattığı belirsizlik olacak." (HA)