9 Haziran günü, Türkiye Kürtlerinin tarihinde üç önemli olaya tanıklık etti: Devlet radyo ve televizyonunda ilk kez Kürtçe yayın yapıldı, dört Kürt milletvekili 10 yıl hapis yattıktan sonra hürriyetlerine kavuştu, PKK lideri Öcalan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki (AİHM) duruşmalarının son aşamaları başladı.
1925'ten bu yana kanlı, acı dönemlerden geçen, varlıkları, kimlikleri şiddetle inkar edilen Kürtler için, bir günde bu üç önemli olay aslında çok fazla. Kuşkusuz 79 yıllık birikimin dışavurumunun bu kadar kısa süre içinde, neredeyse bir patlama şeklinde gelişmesi herkesin beklediği bir olay değildi.
Kürtçe yayın ile Öcalan'ın AİHM'deki davasını şimdilik bir kenara bıraksak da üç olayın çeşitli açılardan birbirleriyle bağlantılı olduğunu kaydetmek gerekir.
Zana'nın siyasi olgunluğu
Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak'ın yaklaşık 10 yıl önce hukuktan çok siyasi dürtülerle gerçekleşen yargılamasında, haksız, gayrı meşru hatta yasadışı bir şekilde mahkum oldukları yolunda, özellikle Kürt kamuoyunda, güçlü bir kanaat var.
Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerinin Meclisten karga tulumba alınıp gözaltına konmaları, Türkiye demokrasi tarihinin kara bir sayfası olarak sırıtıyor.
Bu süreçteki olumsuzlukları bugün yeniden hatırlatmak çok yararlı ve doğru bir tutum olmasa gerek. Zaten Zana'nın dün Demokratik Halk Partisi (DEHAP) Genel Merkezinde yaptığı konuşmada, haklı ve doğru olarak, geçmişin acı ve sorunları üzerine değil, barışçı geleceğe yoğunlaşmamız gerektiğini belirtmesi son derece önemli.
Zana'nın konuşmasının içeriği ve tarzı, kimilerinin iddia ettiği üzere, onun sıradan bir Kürt militanı olmadığını kanıtladı. 10 yıllık hapis ve olumsuz sağlık koşullarına rağmen Zana, metin okumadan, son derece doğal, akıcı ve düzgün bir Türkçe ile, ciddi, saygıdeğer bir siyasetçi ağırbaşlılığı ile konuştu. Zana kararlı ve olgun bir şahsiyet portresi çizdi. Konuşmayı izleyen genç bir Kürt kadın, gözyaşlarını tutamıyordu.
Önümüzdeki günlerde, Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilleri görüşlerini, değerlendirmelerini daha geniş ve rahat ortamlarda, herhalde kamuoyuna iletecekler.
Kapsamlı Kürt önerileri
Dünkü televizyon yayınlarında en çok dikkatimi çeken Kürt politikacılarından biri de Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir oldu. Soğukkanlı tavrı, kelimeleri seçerek, ağır ağır konuşması ve en önemlisi söylediklerinin özüyle, mesajlarını çok düzgün bir şekilde verdi.
Manşet programında Birand'ın kimi zaman anlamsız kimi zaman kışkırtıcı sorularında tuzağa düşmedi. Efendiliği elden bırakmayıp, temel barış talebini, üstelik de ete kemiğe büründürerek somut ayrıntılı kısa ve orta vadeli bir plan önererek, izleyicilere iletti.
Bölgenin aktif avukatlarından ve İnsan Hakları Derneğinin eski bir üst düzey yöneticisi olarak, hem kamuoyuna hem de Ankara idaresine ne kadar değerli ve makbul bir muhatap olduğunu sergiledi. Kürtçe yayın ve DEP'lilerin serbest kalmasının önemli ve olumlu olduğunu hatırlatan Baydemir, bu iki olayın Kürt meselesinin çözümünü tamamlamadığını belirtti.
Baydemir, aydınlar, politikacılar ve sivil toplum kuruluşu (STK) temsilcilerinin acilen bir komite oluşturup barış ortamını sürdürmenin ve güçlendirmenin yollarını aramasını talep etti.
Belli ki, önceden hazırlanmış, planları oluşturulmuş bir stratejinin sayfalarını açıyordu. O kadar ki, "dağdaki silahlı Kürt yurttaşlarımızı demokratik ve barışçı siyasete çekebilmek" için tasarladığı yaklaşımda, ince ayrıntılara bile yer verdi.
Mesela, şimdiye kadar ki "Eve Dönüş" adı altında sekiz kez uygulamaya konup sekizinde de başarısız kalan "Pişmanlık" tasarılarında adı geçen "Yöneticiler hariç" ibaresine bile çözüm önerdi Baydemir: "Yöneticiler için 5 yıl siyaset yasağı koyabiliriz."
Zana, Baydemir ya da dün değişik televizyon kanallarında görüş açıklayan DEHAP Başkanı Tuncer Bakırhan'dan Ahmet Türk'e, Şeyhmus Diken'den Nurettin Yılmaz'a bütün Kürt siyasetçiler, sorunun köklü çözümü için toplumsal barışın, koşulsuz affın gerekliliğini döne dolaşa ilan ettiler.
Ankara, PKK, Hewler ve AB
Kürt cephesinde, siyasi olgunluk ve umutlu beklentiler var. Bunların gerçekleşebilmesi esas olarak dört faktöre bağlı:
* Öncelikle Ankara idaresi, günü kurtarıcı, yüzeysel ve seyirciye oynayan davranışları terk etmeli. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve belki de Devlet Partisi adını verebileceğimiz kesimlerin, Kürt meselesi hakkında, Kürt cenahının iyimserliğini, umut ve beklentilerini aynı şekilde algılamadıklarını biliyoruz.
DGM eski savcılarından Talat Şalk'ın Zana hakkında dün hala "Onun örgüt üyesi olduğundan hiç kuşkum yok" demiş olması çok da hayırlı bir işaret değil. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Anayasa Mahkemesi binasından henüz Çankaya'ya taşınmadığı izlenimi veren suskunluğu da olumlu değil.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal'ın DEP'lilerin serbest kalmasından memnun olduğunu belirtmesinin ardından, bunun "Sadece bir iç hukuk meselesi" olduğunu söylemesi, hele "Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilendirilmemesi gerektiğini" ifade etmesi garip. Türk medyası Perşembe günü bu görüşü zaten tekzip etti.
* Bugün artık, özellikle 1999'dan bu yana, bölgede gelişmeye başlayan nispi ve hassas barış ortamının sürmesine rağmen, PKK'nin 1 Haziran tarihi itibariyle, kendisinin tek yanlı olarak ilan etmiş olduğu ateşkesi bozduğunu açıklaması, kelimenin gerçek anlamıyla ortama tuz-biber ekiyor.
Eskiye oranla halk desteğini belirli ölçüde kaybeden, kendi içinde önderlik sorunları yaşayan PKK'nin bu yaklaşımı, idarenin özellikle Kürt düşmanı, statükocu kanadına büyük bir koz veriyor.
PKK'nin tecridini yoğunlaştıracak politika, 11 Eylül'den sonra dünyada, ABD işgalinden sonra Ortadoğu'da, son AB reformlarından sonra da Türkiye'de PKK'yi marjinal konuma düşürebilir.
ABD işgali sonrası Irak'ta Kürt yönetiminin geliştirdiği politikalar, esas olarak da müttefik kaybetmeye, Sünni ve Şii Araplardan kopmaya yönelik, ABD'yle sorunlu ve bencil bir ittifak geliştirme anlayışı, Türkiye Kürtlerinin hem Hewler hem de Ankara ile ilişkilerini ciddi bir şekilde etkiliyor.
Dört parçadaki Kürtlerin kendi özgün durumlarına göre, hem kendi ülkelerindeki merkezi idare hem de kendi aralarındaki siyasal ilişkileri bağımsız, özgür ve yaratıcı bir şekilde dengeleyebilirlerse, her biri, en doğal ve meşru hakları olan, resmen yani siyasi ve hukuki olarak tanınmaktan federasyona ya da özerk yapıya ya da üniter devlet sınırları içinde eşit yurttaş statüsüyle özgürce yaşamı sağlayabilir.
Bu konuda örnek oluşturmak, cazibe kutbu haline gelmek, İran, Irak, Suriye Kürtlerinden önce, demokratik, demografik, siyasi avantajları olan Türkiye Kürtlerine daha uygun görünüyor. Zana'nın "bölgenin yıldızı" deyimiyle kast ettiği bu ortamın yaratılmasında kuşkusuz Türkiye Kürtlerinden çok Ankara idaresinin görev ve sorumlulukları var.
* Aralık sonunda AB zirvesinde, Brüksel'in Ankara ile tam üyelik müzakerelerine ne zaman başlayacağını açıklaması bekleniyor. Türkiye Kürtleri bugüne kadar AB konusunda esas olarak son derece olumlu ve yapıcı bir tutum takındı. Bu tutumu değiştirmeleri için haklı ve güçlü bir gerekçe görünmüyor.
Kongra-Gel'in AB'nin terörist örgütler listesinden çıkarılması için yaptıkları girişim, ne yazık ki, PKK'nin ateşkesi bozduğunu açıkladığı günlere rastladı. Kürt politikacıları, AB'ye PKK'nin ya da Kongra-Gel'in kısa vadeli örgütsel çıkarları açısından bakmadıkları zaman, hem kendi haklarının sağlanması hem de Türkiye'nin genel olarak demokratikleştirilmesinin bir aracı olarak değerlendirdikleri zaman, daha ikna edici oluyor.
Hep beraber...
Sözkonusu dört faktör arasında, siyasi iradenin en etkili olabileceği faktör Ankara'nın tutumu. Baydemir, boş yere komite kurulup meselenin tartışılıp çözüm aranmasını talep etmiyor. Çünkü kısacık Kürtçe yayın, dört milletvekilinin geç de olsa salıverilmesi ve iki tane kursla, Kürt meselesinin dış dinamiklerin zorlaması ya da cesaretlendirmesi ve içeride geleneksel jakoben yöntemlerle nihai ve kalıcı olarak çözülemeyeceğini Ankara'daki apoletli apoletsiz şahsiyetler de herhalde çok iyi biliyordur.
Bugünlerde Ankara ve Diyarbakır'da iyimser rüzgarlar esiyor. Kürt meselesinin orta vadeli çözümü için atılan adımların yarattığı memnuniyeti içselleştirmek, sindirmek ve en önemlisi tüm toplumla paylaşmak gerekli.
Başlangıç iyi sayılır. Hayırlı gelişmeler...(RD/BB)