Gazeteciliğin "gerçeğin her gün yeniden üretildiği bir alan" olduğunu anlatan Arsan, "Amerika kendi gerçekliğini kuruyor, İsrail medyası ile Filistin medyasının birbirinden çok farklı gerçekliği var. Amerikan medyasının kullandığı araçlar çok daha güçlü olduğu için, 'Amerika'nın yarattığı gerçeklik doğrudur' gibi bir imaj var" dedi.
Arsan, "Nereden bakarsanız bakın, özellikle doğudaki savaşları hep bir batılı gözüyle izliyoruz" diye konuştu.
Irak'a yönelik bir Amerika Birleşik Devletleri (ABD) saldırısının zemini nasıl hazırlandı?
20. yüzyıl savaş yüzyılı olarak geçti ve yüzyılın bitiminde insanlar artık "savaşlar olmasın" düşüncesini taşıyorlardı. Ancak 11 Eylül saldırısının ardından ABD'nin "Terörü yok edeceğim" söylemiyle yeniden bir savaş çığırtkanlığı başlatıldı. 11 Eylül'den sonra, ABD'nin savaşı ve terörizmi yeniden tanımladığı, düşmanı ve masum insanı kendi söylemiyle yeniden kurguladığı bir döneme tanıklık ettik.
ABD, İkiz Kuleler'de 3 bin insanını kaybetti ve bu insanların mağduriyetini öne sürerek, kimin "terörist", kimin "düşman" olduğuna karar verme, gözüne kestirdiği ülkelere büyük bir aymazlıkla saldırabilme hakkını kendinde görmeye başladı. Bunun ilk örneği Afganistan oldu. Hâlâ ortaya çıkmamış, kendilerinin bildiği ama dünya kamuoyuna açıklanmamış birtakım belgelere dayanarak Afganistan'ı bombaladı. Arkasından da yine 11 Eylül'le bağlantılarından yola çıkarak bugün tanıklık ettiğimiz Irak'ı işgali söz konusu.
11 Eylül sonrasında yakalanan ve uçak kaçıran eylemcilerden biri olduğu söylenen Muhammed Akta diye bir şahıs var. Bu şahıs vakti zamanında Prag'da Iraklı bir gizli servis elemanıyla buluşmuş ve bu belgelenmiş. Birincisi bu; "11 Eylül'ün arkasında da Irak var". Bir diğeri ise; Filistin'deki intihar eylemcilerin ailelerinin Saddam tarafından parayla ödüllendirildiği. Dolayısıyla bütün Ortadoğu'daki savaşların ve terörist eylemlerin arkasında Irak'ın olduğu söylemi yaygınlaştırılıyor.
Bunun nedenleri neler?
Bunun bir nedeni, herhalde Amerikan medyasının savaş başlar başlamaz, bir anda kendisini gazetecilik mesleğinin dışında, kendisini ülkesini savunan asker gibi görmüş olması. Amerikalılar toplum olarak kendilerinin dışında olan olaylara kapalılar. Bundan önceki dönemlerde de birçok diktatör devlet kendisiyle işbirliği yaptığı için ABD'nin düzenine ses çıkarmadı. Fakat 3 bin kişi bir anda hayatını kaybedince işler değişti. Ki aslında dramatik bir olay, ama insanlara "Şabra ve Satilla'da binlerce insan katledildi. İsrail Başkanı Ariel Şaron'du bu kanlı eylemleri yapan kişi" diye hatırlattığın zaman, Amerikan halkının toplumsal hafızasında böyle bir şey çıkmıyor.
Medya, "3 bin Amerikalı dünyaya bedeldir" söylemini yaygınlaştırdı. Amerika tarafından desteklenen iç savaşlara, Filistin'e bile baktığımızda, insanların çok daha içler acısı durumlarla karşılaştıklarını görüyoruz, ama Amerikan medyası dönüp böyle bir hesaplaşmaya girmedi. Tabii savaş karşıtı olan Amerikan medyasını saymıyorum, ki bunlar ana akım medyanın dışında kalmış kurumlar. Dolayısıyla yaygın halk kitlelerine seslenemiyorlar. Ama büyük kanallara, CNN, CBS, NBC gibi kanallara baktığımızda, hepsinde top yekûn gazetecilik faaliyetinin dışında ülkesini savunan askerleri görüyoruz.
Medya Amerikan halkı üzerinde ne kadar etkili?
Amerika'daki arkadaşlarımla görüştüğüm zaman çok ciddi bir ırkçılığın Amerika'da yaygınlaştırıldığını duyuyorum. Mesela, gazetecilik okullarında ders veren hocaların bile odalarının kapılarına ABD bayraklarını asmaları gibi... Çok ciddi bir şekilde, özellikle Ortadoğu kökenli insanlara karşı ırkçılığın başlamış olduğunu duyuyoruz. Örneğin bunların hapse atılıp ifadelerinin alındığını, pasaportlarına el konulduğunu ve tek tek okullarda yabancı uyruklu öğrencilerin sorgulandığını duyuyoruz. Amerikan devleti kendisinden olmayan her toplumu potansiyel düşman ilan eder hale geldi. "Düşman her tarafta sizi gözetliyor ve siz istediğiniz zaman kendinizi savunmak adına onlara savaş açma hakkına sahipsiniz" gibi bir halisünasyon yaratılıyor.
Türkiye'deki medya bu senaryoların neresinde duruyor?
Maalesef Türkiye'de çok güçlü bir Amerikancılık var ve Amerika'nın aldığı kararlara koşulsuz destek vermek gibi bir anlayış var. Tabii ki, bu ekonomik anlamda göbeğimizin Amerika'ya ve onun dahil olduğu kurumlarla kesilmiş olmasının büyük bir etkisi var kuşkusuz. Ama ana akım Türk medyasında çok satan gazeteler -Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi- asla ve asla bu savaşın gerekli olup olmadığı, savaşın sonuçlarının Türkiye'ye ne getirip götüreceği üzerine ciddi anlamda haberlere rastlamıyoruz.
Mesela, savaş karşıtı bir lobi başladı, çeşitli kurum ve üniversitelerden destek gören grupların eylemlerini de göremiyoruz bunların sayfalarında. Ama ABD Savunma Bakan Yardımcısı Türkiye'ye geldiğinde; "Şu geldi", "Şu gitti" yoktu, "Amerikan Dışişleri ne dedi? Pentagon ne dedi" bunlardan ibaretti haberler..
Geçenlerde Serhat Kentel, "Savaş söylemine karşı bir söylem oluşturmak lazım" diyordu. Hakikaten savaş söylemi insanların zihninde bombalama, öldürme, dağlarda insanları kovalama, yok etme, imha etme gibi birtakım sözcükleri hayatımızın bir parçası haline getiriyor ve bunları normalleştirip sıradanlaştırıyor..
Ama nedir savaşın bize getireceği gerçekler? Yarın ABD gerçekten Irak'ı bombalarsa ve bunu yaparken Türkiye'nin üslerini kullanırsa, Türkiye'nin başına neler gelir? Neden sonuç ilişkilerinin sorgulandığı bir habercilik anlayışı asla ve asla yok.
Gazetecilik refleksini yitirmişler
Hem ekonomik hem de siyasi ilişkiler büyük rol oynuyor burada. Amerika'nın 250 milyar dolara varan dış borcunun olması ve yıllardan beri süregelen ABD-Türkiye ilişkileri büyük rol oynuyor. Ama bunun ötesinde gazetecilerin gazetecilik reflekslerini yitirmiş olmasının da büyük bir neden olarak görüyorum. Yani burada sadece "Aman haberlerimizi yaparken Amerikan yanlısı olmaya dikkat edelim" anlayışından ziyade; savaşa karşı olmak, bugünün dünyasında savaş karşıtı söylem geliştirmek aslında daha zor mesleki pratik gerektiriyor.
Gazeteci gerçeğin aktarımcısı mıdır?
Gerçekler de her gün yeniden kuruluyor. Gerçek var olan olaya, duruma nereden baktığınıza bağlı. Gazetecilik aslında her gün gerçeğin yeniden üretildiği bir alan. Amerika kendi gerçekliğini kuruyor. Irak medyasına baktığımız zaman, orada da mutlaka çok farklı bir gerçeklik var. İsrail medyası ile Filistin medyasının birbirinden çok farklı bir gerçekliği var. Amerikan medyasının kullandığı araçlar çok daha güçlü olduğu için, dünyada Amerika'nın yarattığı gerçeklik sadece doğrudur gibi bir imaj var. Amerikan savaş filmlerine bakın, Pearl Harbour'un nasıl yaratıldığına bakın, Vietnam'ı nasıl anlattığına bakın, aslında gerçeklik bu muydu o zaman?
Körfez savaşında çocuk maması üretilen fabrikalar vuruldu..
Evet Körfez savaşı söz konusu gerçekliğin yeniden aktarıldığı ender bir savaş. ABD'nin sansürüyle, gazetecilerin giremediği bir ortamdan, yapay üretilmiş görüntüler dünyaya yayıldı. Ancak aylar sonra bir muhabirin girip tüm bölgelerin nasıl bombalandığı ve çocukların nasıl öldürüldüğünü belgelemesiyle, bir anda bambaşka bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu anladık.
Nereden bakarsanız bakın, özellikle doğudaki savaşları hep bir batılı gözüyle izliyoruz. Örneğin; bir Arap kanalı hakkında, "Eyvah bu kanal taraflı, El Kaide'yi destekliyor" gibi bir söylem yaratıldı batıda. Çünkü dünya medyası, haberleri hep batılı medyaya alışmıştı. Bir anda Ortadoğu kökenli bir Arap kanalı çıkıp onların yaptığı işi farklı perspektiften yapmaya başlayınca, birden bire alt üst oldular. Bir kanal gidiyor Usame Bin Ladin'le röportaj yapıyor. Ortada bir savaş var, Bush her gün çıkıp medyaya açıklama yapıyorsa, savaş açılan tarafın lideri -diyelim Bin Ladin- açıklama yapamayacak mı?
Medya savaşta nasıl bir tutum almalı?
Savaş sırasında, uluslararası hukuka saygılı, savaş karşıtı, adil ve tarafsız tutum alınmalıdır. Her yayıncı ve gazetecinin mutlaka bir anlayış ve ideolojisi vardır, ama özellikle uluslararası konularda, savaş gibi belki de çok uzun sürecek ve hele hele bizi de bir şekilde etkileyecek durumlarda, en azından uluslararası hukuk kurallarına uymak zorundalar.
Uluslararası hukuk konusu sadece köşe yazılarında bireysel ahlak anlayışıyla dile getirilmemeli, gazetelerin manşetlerinden dile getirilmelidir. Medya savaşla ilgili "kan, silah" gibi sözcükleri içselleştirmemize yardımcı oluyor ki, bu en büyük kötülük. Kan dökülmesine karşı çıkmazsak neye karşı çıkacağız?
Savaşta insan faktörü
Batı medyası doğudaki savaşları aktarımında insan kayıplarını görmezden geliyor. Afganistan'da "Ne kadar insan öldü?" diye sorulduğunda, ciddi bir cevap verilemiyordu. ABD askeri kaynakları "Biz orada kaç insanın öldüğünü sayacak değiliz, bizim işimiz ölüleri saymak değil" gibi cevaplar verdi. Sonra Amerikalı bir profesör oturup biraz daha yansız olduğunu düşündüğü haber kaynaklarından araştırarak ölü sayısını tespit etti. Bu, 11 Eylül'de hayatını kaybetmiş insanların sayısından çok daha büyük bir rakamdı.
İngiliz medyası Kuzey İttifakı'nın bölgeye girdikten sonra ortaya çıkan kayıpları yansıtmıştı, ama orada da örneğin; İsrail Filistin savaşında Filistinli sivil kayıpların hep eksik verildiği, İsrail kayıplarının ise abartıldığı ortaya çıkmıştı.
Yine aynı haberlerde tarihi gerçeklik yok sayılıyor. Örneğin; yapılan araştırmada gençlerin sadece yüzde 9'u İsrail'in işgalci bir devlet olduğunu biliyor. Orada bir savaş var, insanlar üzerlerine bomba bağlayıp kendilerini öldürmeye ve kendileriyle birlikte başka hayatları almaya gidiyorlar. Başka bir devlet "İntihar komandolarına söz geçiremiyorlar, ben de onları bombalayacağım" diyor.
Bütün bunları insanlara düzgün bir şekilde anlatamıyorsanız, gazetecilik görevinizi yapmamış olursunuz. Böyle bir soru BBC'ye sorulmuştu, BBC " Böyle ilkesel bir tutumumuz yok", bir başka kanal ise "Biz tarih hocası mıyız?" demişti. (NH/BB)