Bu güne kadar, Türkçe'nin kullanımına ve anadilin önemine ilişkin pek çok çalışmanız oldu. Anadilin insan hayatındaki önemi konusunda neler söylemek istersiniz?
Bu benim Türkçe için verdiğim bir emek aslında. Türkçe'nin ağırlıklı olarak İngilizce tarafından bozulmakta, yıpratılmakta olduğunu gördüğümden beri buna kayıtsız kalmamak için bazı çalışmalar yapıyorum ve burada da temel olarak şunu düşünüyorum; insan anadilinde düşünür, anadilinde sevinir, anadilinde gülej-, anadilinde ağlar.
Yabancı dili, canlı tutmak ve korumak için öğreniriz ve öğrenmeliyiz de. Ancak bu anadilimizi unutturacak bir boyuta gelmemeli. Bunu Türkçe için düşünmeye başladıktan sonra, asılında bütün/anadiller için bu söylediğimin geçerli olduğunu da fark ettim.
Gerçekten de insanın annesinden öğrendiği dil hangisi ise, onu ne kadar geliştirir ve ne kadar iyi bilirse, yaşama alanını o kadar geniş tutmuş oluyor. Yani bir yaşamı 200-300 sözcükle sürdürmek olasıdır; bin küsur sözcükle sürdürmek olasıdır.
Analarımızdan öğrendiğimiz dilin ne genişlikte bir dil olduğunu biliyoruz. Yani salt konuşma ile yetinilecekse bunun çok da kısır kalacağını düşünüyorum. Bütün anadillerin aynı öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Bu o dili konuşan insan sayısı ile orantılı değil. Bir anadil kaç kişi tarafından konuşuluyor olursa olsun, aynı derecede saygıya değer olarak görüyorum.
Türkçe'nin yanlış kullanımına ve bir dilin içinde bulunduğu tehlikelere zaman zaman dikkat çektiniz. Ancak, sanırım Kürtçe konusunda ilk kez Diyarbakır'da yapılan bir sempozyumda konuştunuz...
Kürtçeyi ben bilmiyorum, öğrenmeyi de çok istiyorum açıkçası. Kürtçe'yle ilgili olarak, evet galiba ilk Diyarbakır'da konuştum. Diyarbakır'da yaptığım konuşma ve o konuşmadan sonra gösterilen ilgi falan o kadar dokunaklıydı ki, saatlerce biz, analarla karşılıklı ağlaştık.
Anadilin çok önemli olduğunu düşünüyorum ve anadille ilgili belli sınırlamalar getirilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Çünkü insanın anadiline getirilen sınırlama yaşamına konan sınırlamadır. Yani bir insana 'şunları şunları düşün, hayal et. Ama bunları asla hayal etme' diyemezsiniz.
Dediğiniz anda tam tersine onu hayal etmeye yönlendirmiş olursunuz. O yüzden bütün anadiller saygıya değer. Ve Kürtçe'yle ilgili özel olarak düşündüğüm şey de, Kürtçe'nin Türkçe'den tamamen farklı bir dil olduğudur. Bu düşündüğüm de değil -düzeltiyorum- bilimsel olan gerçek bu.
Türkçe tek heceli eklemeli ve Ural Altay ailesinden bir dildir. Çok fazla üyesi olmayan bir dil grubunun üyesidir. Oysa Kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinden-dir. Ve çok geniş bir dil ailesinin üyesidir.
Mesela Kürtçe ile Farsça arasındaki yakınlaşma etkileşimle de açıklanabilir, ama bundan daha fazla sanıyorum akrabalıkla açıklanmak durumundadır. Çünkü benzer bir yakınlığı etkileşme alanı olarak çok fazla mümkün görmediğimiz ingilizce ve Farsça arasında görüyoruz.
Mesela İngilizce ile Farsça arasında ortak sözcükler var. Örneğin, birinin 'birader' dediğine öbürü 'brader' diyor. Birinin 'şeker' dediğine, öbürü 'şugar' diyor. Bunlar dil akrabalığı. Kürtçe'nin de bağlı olduğu dil ailesi bu aile; Hint Avrupa Dilleri.
Bir zamanlar Kürtçe yoktur diyenlere özellikle de bunu söylemek gerekiyor; Kürtçe diye bir dil var. Üstüne bu kadar baskı uygulanmasına rağmen hâlâ Kürtçe varlığını sürdürüyorsa çok sağlam bir dil olduğunu da kanıtlamış oluyor. Demek ki öyle Türkçenin bir lehçesi falan da değil. Geçiştirilebilecek bir konu değil karşımızdaki. Kürtçe bunca yıpratmaya rağmen direnebildi ve bugüne gelebildi.
Sempozyumda Kürtçe'nin eğitim dili olarak ele alınması tartışılmıştı. Siz nasıl bir sonuç çıkardınız?
Oradaki bütün konuşmalarda Kürtçe'nin eğitim ve öğretim dili olarak kullanılması gerektiği vurgulandı. Hem sabah Türkçe yapılan konuşmalarda, hem öğleden sonra Kürtçe yapılan konuşmalarda, başka ülkelerden örnekler verilerek dile getirilen ve genel olarak kabul edilen görüş buydu.
Kürtçe ile eğitim ve öğretim yapılmalıdır. Çünkü insanlara samimi olarak bir şeyler öğretmek istiyorsak bunu bir yabancı dilde yapmak gayet anlamsız bir zaman kaybına yol açar. Kendi dilinde alacağımız verimin onda birini bile elde edemeyiz.
Türkiye çokkültürlü ve farklı dillerin yaşadığı bir ülke: Dillerin birbirleri ve Kürtçe üzerindeki etkileşimi hakkında neler söylemek istersiniz?
Dillerin birbirini etkilemesinin önüne geçilemez. Diller birbirini etkiler. Özellikle de aynı ülkede, aynı mahallede omuz omuza yaşayan insanların dillerinden etkilenmemesi söz konusu değildir.
Türkçe ile Kürtçe arasındaki etkileşimler de gayet olağandır. Ama Türkiye'nin çok kültürlü ve çok dilli bir ülke olması bir zaaf, bir zayıflık belirtisi değildir. Tam tersine bir zenginliktir. Bir kültür şenliğidir. Tam da bu noktada dillere ve kültürlere sahip çıkılması ve yaşatılması gerekir.
Çünkü bir dilin ortadan kalkması her şeyden önce bir kültürün ortadan kalkması demektir. Bir dilin ya da kültürün ortadan kalkmasına kimse seyirci kalamaz. Çünkü nasıl ki doğa üstündeki herhangi bir küçük varlık, diyelim ki bir böcek, soyu tükenir ve ortadan kalkarsa dünyanın zenginliğinden bir kayıp sayılır.
Diller için de böyle düşünülebilir. Bir dilin tamamen ortadan kalkması dünya kültüründen önemli bir varlığın ortadan kalkması demektir ki hiç de hafife alınacak bir durum değil. Dillerin etkileşimine gelince, elbette Türkçe Kürtçe'den, Kürtçe de Türkçe'den etkilenecek. Yani bu etkileşme olmuştur mutlaka. Örneğin Kürtçe'den Türkçe'ye giren pek çok sözcük var. Biz Türkçe diye kabul ediyoruz ama...
Dillerin birbirinden etkileşimi ne tür sonuçlara yol açar?
Etkileşimden korkmamak gerekiyor, bir noktaya kadar. Ben bir yandan da İngilizce'nin Türkçe'ye bu kadar boyutlu etki etmesini kirlenme olarak gören bir insanım, aynı zamanda 'etkileşimden de korkmamak gerekir' diyorum. Bu çelişki gibi görünebilir birçok kişiye. Çelişki değil aslında. Etkileşimin önüne geçilemez. Ancak İngilizce'nin Türkçe üzerindeki etkisi etkileşimin sınırlarını zorluyor. Çünkü nerdeyse, Türkçe'yi İngiliz gibi, Amerikalı gibi konuşup yazmaya başlıyoruz. Yani Türkçe sözcükleri İngilizce yazmaya başlıyoruz. Nerdeyse Türkingilizce diye bir dil çıkıyor ortaya.
O endişe edilecek bir şey. Belki tıbbi bir benzetme yapmak uygun olacak. Bünyenin kaldıracağı miktarın fazlası, bünyenin ortadan kalkmasına yol açabilir. Ya da o organizmada yer almaması gereken bir madde -sözgelimi bir metal- vücuda giriyor ve yıllarca orada öylece kalıyor. Ama belli bir noktaya kadar vücut bunu içinde tutabilir, zararlarını önleyebilir.
Bir noktadan sonra o iyileştirici ilaç niyetine aldığımız zehir, vücudun ölümüne yol açabilir. O yüzden etkileşim belli bir yere kadar. Kürtçe'yi bilmediğim için, Türkçe'den neler girmiş onu kestiremiyorum ama Kürtçe konuşulduğunda yanımda, konuşanlar kullandıkları sözcüklerin Türkçe'den geçtiğini fark etmiyorlar. Ama ben fark ediyorum ve anlıyorum! Demek ki Türkçe'den de etkileşim olmuş. Zaten bu kadar iç içe olan kültürlerin birbirinden etkilenmemesi mümkün değil.
Kültür ve sanat alanında anadilin önemine dair neler söylenebilir?
Anadil bizim bütün duygularımızı çok daha iyi anlatmamıza aracı oluyor. Elbette cam yanan bir insan yabancı dilde feryat etmez. Çok sevinen bir insan İngilizce sevinmez. Anadiliyle sevinir. Bunun dışında kültür ve sanat açısından işlenmesi, daha yeterli ve elverişli hale gelmesi için konuşma diline hapsedilmesinden onu kurtarıp daha geniş bir alanda kullanıma açmak gerekiyor.
Bırakın Kürtçe'yi, Türkçe için de aynı tehlike söz-konusu. Çünkü pek çok üniversitemizde eğitim ve öğretim İngilizce olarak yapılıyor. Eğer Türkçe eğitim yapmazsanız kültürel alanlar da gelişmez. Türkçe bir bilim dili, bir eğitim dili olmaz. Terim üretemez çünkü. Bu alanlar da üretilmediği için kısırlaşır, cılızlaşır ve giderek sadece konuşma diline indirgenir.
Şimdi aynı şeyi Kürtçe için düşünelim. Kürtçe'nin konuşulmasına izin vermekle iş bitmiyor. Kürtçe konuşulacak ama konuşularak geliştirilemez. Sadece sokakta 'merhaba nasılsın' ya da 'akşama ne yemek pişirelim'le bir dilin geliştiği hiçbir yerde görülmemiştir.
Kürtçe'nin geliştirilmesi için de yapılması gereken şey aynıdır. Kürtçe'yle edebiyat yapılmalı, felsefe yapılmalı. Kürtçe'nin düşünce dili olarak/gelişmesi gerekir. Ancak bu sayede şu anda engel görünen pek çok şey aşılabilir.
Hatta çeşitli ağız ve lehçeler arasındaki farklar da belki en aza indirgenecektir. Nasıl bir yol izleneceğini bilmiyorum ama Diyarbakır'daki konuşmalarda zaten giderek o farkların da azaldığını falan duydum.
Türkiyeli aydınların farklı dillere ve Kürtçe'ye ilişkin yaklaşımlarım nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aydınların topyekun bir görüşü var mıdır bilmiyorum ama benim gözlediğim şöyle bir şey var. Türkçe olmayan dillere karşı tutunulan tavır her seferinde aynı olmuyor. Örneğin İngilizce konuşan biri, yanımızda, yöremizde dolaşırsa, İngilizce olarak bir şey sorarsa ona yardımcı olmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Ama yine bir Türk için yabancı dil olan Kürtçe ile biri bir şey sorsa 'Niye Türkçe öğrenmiyorsun' diye bir de azarlıyoruz onu. Aydınlar demeyeyim ama biz Türkler'in yabancı dillere karşı takındığı tavır son derece ırkçı bir tavır. Bu en çok alfabe ile ilgili harf değişikliklerinde, 'Türk alfabesine W, X, Q harfleri girsin mi girmesin mi' tartışmasında kendini gösterdi.
Bu eğer İngilizce'de yapılıyorsa, 'niye almayalım' oluyor. 'Bütün dünya bu harfleri kullanıyor, biz niye kullanmayalım, zaten yaşamımızda da var.' Bilmem 'bankaların çıkardıkları kartlar böyle, televizyonlarımızın adları böyle, bu harflere çok ihtiyaç duyuyoruz' deniliyor.
Ama 'Kürtler kendi isimlerini bu harfleri kullanarak yazmalılar mı?' diye aynı kişilere sorulduğunda 'bu harfler bizim alfabemizde yok' deniliyor. Sadece dilleri değil, harfleri düşündüğümüzde bile iki farklı tutum, iki farklı anlayış. Bu da çok dürüst olmayan bir tavır.
Yani insanın tavrı eğer, 'Türk alfabesinde yer almayan harf bizim değildir' ise, bu tavrı İngilizce'den gelen harflere karşı da aynen göstermelidir. Yok oraya karşı boynu kıldan ince, ama öbür tarafa dönünce aslan kesilmek en hafif değimiyle ikiyüzlülük olur.
Bu konuda aydınlara ne tür görevler düşüyor?
Türkçe, Kürtçe'yi yıllardır baskı altında tutuyor. 'Dil baskı altında tutar mı?' meselesine girmiyorum. Ben, Türkçe diyorum, Kürtçe diyorum anlamı açık. Türkçe'nin Kürtçe'ye uyguladığı baskı aslında Amerikanca tarafından Türkçe'ye uygulanıyor. Daha büyük bir baskının altında ezilirken elimizin altındaki birilerini de biz eziyoruz.
Bir fabrikada bekçi olarak ya da emir altında baskı gören birinin eve gelip karısı veya çocuklarına dayak atmasına benziyor bu. Herkesin eşit olmasını savunuyorsak, bu dillere de yansımak durumundadır.
Dillerin de, daha fakiri, daha zengini ve gösterişlisi olamaz. Bir dil kullanıldıkça, işlendikçe, yönetim, bilim, sanat, kültür dili olarak kullanıldıkça gelişir. Dilin gelişmesinin önüne engel çıkarmak bir canlı türünün yok edilmesine çalışmakla eş anlamlıdır.
Kürtçe'nin gelişimi konusunda nasıl bir yol izlenmeli. Somut önerileriniz var mı?
Gelişmesi için yapılması gereken şey hakkında Türkçe için ne düşünüyorsak Kürtçe için de düşünmeliyiz. Eğer Kürtçe'nin yok olup gitmesini istemiyorsak onun da kurallarının belirlenmesi, öğretiminin öncelik kazanması gerekiyor.
Yine RTÜK'le ilgili yönetmelikte, haftada 4 saat yayın serbestisi getiriliyor ama öğretime yönelik bir şey olmamalı deniliyor. Bu da çok kafa karıştırıcı bir şey. Eğer güzel kullanırsanız bir dili, o zaten öğretici de olur. Bir dilin güzel kullanılması öğretici olur.
Ayrıca bir dilin öğretilmesinden yana niye olunmasın? Bunda ne gibi bir tehlike bulunabilir ki? Pekala öğretici yayınlar da olabilir, olmalıdır da. Bir dilin konuşulmasına izin vermek ülkeyi bölmez. Bundan korkulmasını da çok anlamsız ve saçma buluyorum. (ME/NM)
* Mukadder Ekrem'in Feyza Hepçilingirler'le yaptığı söyleşi Evrensel Kültür dergisinin Ocak 2004 sayısında yer aldı.