Yola çıkarken hissiyatımız tam da buydu. Herkesin elinde dövizler, dergiler; dilinde sloganlar, şarkılar söyleyerek gittik Ankara'ya. Evet Türk Ceza Kanunu (TCK) bizsiz, kadınlarsın yazılamazdı. Yazılmamalıydı.
Bizim bedenimizi kontrol eden, sayısını bilemediğimiz genç kadının bekâret kontrollerinin ardından öldürüldüğü, intihara zorlandığı senelerin ardından bir şansımız vardı. Bu şansı değerlendirmeliydik. Engel olabilirdik belki de. Öldürülen kız kardeşlerimizin katillerini (babalarını, ağabeylerini, boklu donlarını yıkadıkları küçük erkek kardeşlerini) hak ettiğimiz/hak ettikleri adalet duygusuyla/yasayla yargılatabilirdik.
Ankara yolu hepimizin herkesin, "acaba kaç kadın gelecek," "meclise girebilecek miyiz," "engellemeliyiz," soruları, hayalleri, uzun yıllar sonra yeniden tek bir konu üzerinde yapılan bir kadın yürüyüşü olması heyecanıyla geçti.
Yüksel Caddesi'nde toplandığımızda yanımıza gelen her bir kadın, tanıdıklarımız, arkadaşlarımız, yollarda bizi izleyenler, heyecanımızı bir kat daha arttırdı. Bir kısmımız ilk kez böyle bir kadın eylemine katılıyorduk. Nitekim senelerdir sadece basın açıklamaları ve 8 Mart mitingleriyle yetinmek zorunda kalmıştık. Daha güçlü bir birlikteliğe, daha güçlü bir sese, daha fazla kadına ihtiyacımız vardı. Ve işte bir adım daha atılmıştı. Sayımız büyüdü giderek.
Basın açıklamamızda, neden Ankara'ya geldiğimizi, TCK'da tartışılan maddelerin kadınların bedenleri ve haklarının çiğnenmesine yol açtığını, yeniden yazılacak bir ceza yasasında kadınların hak ve hürriyetleriyle birey olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledik bir kez daha.
Bir de tabii zinanın 1996'da suç olmaktan çıkarıldığı memleketimizde, yeniden ceza yasasına, üstelik de kadın-erkek eşitliği sağlamak bahanesiyle suç olarak konulma girişimine verdiğimiz cevaplarla, itirazlarımızla yürüyüşümüze başladık.
Yürüyüşümüz, özellikle biz İstanbullu kadınlar açısından daha bir renkliydi. Uzun zamandır İstanbul'da yapılan her mitingin Şişli Abide-i Hürriyet alanına sıkıştırıldığı, trafik kapatıldığı için de kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde sesimizi duyurmaya çalıştığımız için, bizi izleyenlerin olduğu sokaklarda taleplerimizi haykırmanın tadına vardık.
Sağımızda solumuzda, Türkiye'nin dört bir yanından, Van'dan, Antalya'dan, Küçükkuyu'dan, ODTÜ'den, Mersin'den, İzmir'den gelen farklı yaşlarda, farklı mesleklerde, farklı cinsel yönelimlerde kadınlar, sokakta bizi izleyen aynı farklılığa sahip herkese, yanımızda yürüyen polislere söyledik ne istediğimizi.
Ankara'da hep başkaları yürümüştü, öğrenciler, memurlar, işçiler... Şimdi hep o "başkaları"nın içinde yürüyen kadınlar bir arada yürüyorlardı. Meclisin önüne dek süren yürüyüşümüzde polisin yer yer slogan atmamıza engel olması, dövizlerimizi indirmemizi ihtar etmesi kimsenin heyecanını kıramadı. Vardı bunun cevabı belleğimizde, "gelsin koca, gelsin baba, gelsin devlet, gelsin cop... İnadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük..."
Özgürlüğe giden yolun biz kadınlar için evin dışında, sokakta ve birlikte mücadele etmekten geçtiğini biliyorduk. Bilgimiz bizi yan yana getiriyor, gücümüzü ve kendimize güvenimizi arttırıyordu. Meclisin önüne vardığımızda, açlık, susuzluk, yol yorgunluğu son safhaya varmış ama bizler meclise girmek için çabalarımızı sürdürüyorduk. Bir arkadaşımızın deyimiyle, "saflarımızdaki hatalı/liberal eğilimlerimizi (açlık, susuzluk)" bir kenara bırakıp beklemeye başladık. Bazı CHP'li milletvekillerinin polislere verdiği demokrasi "dersi"nin ardından, bize yolu açmasıyla bütün kadınlar mecliste oturumu izlemeye başladık.
Hoş bizleri içeriye alana kadar canımızı çıkartmış oldukları için bir süre uykuyla da boğuştuk ama. Yaptıkları üst aramalarında çantalarımızdaki en küçük kâğıt parçasına bile el koyan polis memurları meclis içinde on metre arayla canları ne istiyorsa "emanet" noktasına bıraktırarak aldılar bizi içeri çünkü.
Meclisin ceylan derisi koltuklarında oturan milletvekilleri birbiriyle selamlaşıyor, sohbet ediyor, cep telefonuyla konuşuyor, oturumun ilk konuşması yapan CHP'li Orhan Eraslan'ı da dinlemiyorlardı. İlkokul çocukları gibi susmaları konusunda uyarılar alan bu milletvekillerinin hayatlarımızı tahakküm altına alan konularda kararlar almasının utancını yaşadık hep birlikte.
Yapılan hiçbir konuşmada oraya gelen kadınların varlığı hesaba katılmadı. Medeni bir davranış olarak "hoş geldiniz" bile denmedi.
Bizler utancımızla baş başa meclisten çıkıp yeniden İstanbul yoluna düştüğümüzde zinanın suç olma önerisinin geri alındığını duyduk. Taleplerimiz arasında yer alan başka maddelerde de değişiklikler oluyordu. Bizler döndüğümüz hayatlarımızda konunun takipçisi olacağımızı bildirirken, Başbakan Avrupa'ya karışma içişlerimize restini çekiyor, zinanın suç olmasında ara formüller arıyor, biz Türküz (Türk erkeğiyiz) vurgularının arasında meclis tatile giriyordu.
Şimdi bu konu Kasım ayına ertelendi. Bizler ise hayatımızı ertelememe ve hayatımızı yönetmeyi erkeklere bırakmamaktaki kararlılığımızla yolumuza, yeni yollara, hep birlikte devam edeceğiz! Etmeliyiz! Çünkü daha yolun hâlâ başındayız...(BD/ÖG)