Ölüme yatmış birini, giderek yaşamdan vazgeçmişlik mi sarıp sarmalar acaba? Tersine, hayatı her yönüyle kucaklamaya çalışan bir insan var karşımda.
30 Haziran'ı 1 Temmuz'a bağlayan gece, sağlık sorunları nedeniyle Kartal Özel Tip Cezaevi'nden tahliye edilen Oya Açan'la İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nin Nöroloji Bölümü'nde konuşuyoruz.
Açan eyleminin 205. gününde tahliye edildi. Bazı tutukluların eylemleri ise 250. günü çoktan geride bıraktı.
Şişlikler :Protein eksikliğinden
Ayaklarının ve bacaklarının şişliğine baktığımı görünce açıklıyor: "Protein eksikliğindenmiş."
Camın önündeki saksılarda kırmızı çiçekler açmış. Yaşam öyküsünün temel taşlarını bir bir anlatmaya başlıyor Açan:
"1955 Manisa doğumluyum. Şimdiki subaylara pek benzemeyen, ilerici bir subayın kızıyım. Annem ilkokul öğretmeni. Üç kardeşiz. Diğer kardeşlerim ticaretle ilgileniyor. Buca Eğitim Enstitüsü'nden mezun oldum. Asıl mesleğim ingilizce öğretmenliği, ancak, hayatımın hiçbir döneminde bu meslekten para kazanmadım. Ben, oldukça geç sayılacak bir yaşta devrimciliği bir yaşam biçimi olarak benimsedim ve kararımdan asla dönmedim. Devrimci Proleterya isimli bir derginin ve yayınevinin sahipliğini yürüttüm, çeviriler yaptım. Dergideki sorumluluklarım nedeniyle aranmaya başladım ve böylece yer altı yaşam da başlamış oldu."
Bu dönemi çeşitli gözaltılar, tutukluluklar, tahliyeler ve "kaçak" sürdürülen bir yaşam izliyor. 1998yılında, "örgüt üyeliği" suçlamasıyla başlayan cezaevi hayatı ise, tahliye edildiği 1 Temmuz 2001 tarihine dek sürüyor.
1998'den beri cezaevindeydi ama "hükümlü" değildi
Açan, davasının henüz sonuçlanmadığını yani hükümlü olmadığını bir kez daha vurguluyor.
Açan'ın sözlerini odaya giren bir hemşire bölüyor. Muayene tamamlanırken, gün içindeki ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle yorgun olduğunu anlatıyor:
"Birkaç gün öncesine kadar ağzımdaki yaralar yüzünden konuşamıyordum. Oysa benim için konuşamamak , yazamamak ve okuyamamak ölümle eşdeğer. Şimdi konuşabildiğim için çok mutluyum."
Sıra geliyor ölüm orucu eylemlerini değerlendirmeye:
"20 Ekim 2000'de bir grup tutuklu, ölüm orucuna başladı. Biz henüz erken olduğunu düşünüyorduk. Ancak, Aralık başlarında, Adalet Bakanı'nın tutumunun oyalama taktiği olduğunu görünce süresiz açlık grevi başlattık."
Mama ile besleniyor
Bakışlarındaki canlılık etkileyici ama, Oya Açan henüz çok zayıf , çabuk yoruluyor. Biraz dinlenmek üzere sözlerine ara verirken, ikram faslına geliyor sıra.
Bünyesi başka gıda kabul etmediği için günlerdir mama ile beslendiğini anlatınca, şaşırdığımı anlamış olmalı.
"Sana mama veremeyeceğiz" diyor Açan:
"Çünkü oldukça az kaldı. İnan çok şey kaybetmiş sayılmazsın, çünkü tadı gerçekten çok kötü . Neyse ki, giderek düzeliyorum. Bugün ilk kez sebzeyle beslendim. Normalde hiç sevmem kabağı. Ama yerken, dünyanın en güzel yemeği olduğunu düşündüm."
Şekere sırt çevirmek güzel
Çaylar demleniyor ve yine bir anı bölüyor sohbeti:
"Ben şekerden nefret ederim. Ancak günlerdir, günde 20 tane kesmeşeker yemek zorundaydım. Şimdi yeniden şekere sırt çevirmek çok çok güzel."
Ve işte yeniden cezaevi günleri:
"19 Aralık Operasyonu, F Tipi'ne giden yolu açmak için düzenlendi. Kartal Özel Tip Cezaevi'ne naklimiz ve oradaki koşullar korkunçtu. Bu nedenle 10 Ocak 2001'de eylemimizi ölüm orucuna çevirdik. 100 gün sonra eylemi bir grubun bırakmasını, durumu iyi olanların sürdürmesini planlamıştık . Ancak, bazı arkadaşlarımız eylemi bırakmaları önerildiği halde buna yanaşmadı . Devrimci romantizm egemen oldu."
Karar mekanizması nasıl?
Tepki göstereceğini kestirmekle birlikte, sormadan olmaz soruya geliyor sıra:
"Cezaevlerinde karar alma mekanizması nasıl işliyor? Dışarıda, ölüm oruçlarının örgüt baskısıyla sürdüğü söyleniyor. Üstelik pek çok mahkum dışarı çıkınca ölüm orucuna son veriyor."
Hemen koltuğunda doğruldu. Açıklamaya çalışıyor:
"Hiç kimseye 205 gün boyunca zorla ölüm orucu yaptırılamaz. Ama kararlar nasıl alınır? Elbette tüm demokratik örgütlenmelerde işleyen bir karar mekanizması var. Eğer karar alınmayacaksa, belli bir doğrultuda hareket edilmeyecekse, ona örgütlülük denir mi? Bizim oradaki kararlarımız ortaktı . Bizler ölüm orucuna vücudumuzdan başka mücadele aracımız olmadığı için başladık. Ancak şimdi koşullar değişti. Dışarıda yapılacak çok iş var . Bu nedenle de güçlü olmalıyız, iyi olmalıyız. Ben bu yüzden kilo aldığıma, iyileştiğime çok seviniyorum."
" Eşim Selim Açan yıllarını cezaevinde geçirdi. O dönemde günlerce açlık grevinde kaldı, hastalandı, zor koşullarda yaşadı. Şimdi mide zarı çok inceldiği için ölüm orucuna katılması mümkün değil . Buna rağmen, akıl yolundan ayrılıp böyle bir eyleme yönelmiş. Üçüncü günde soluğu hastanede aldı. Bazı arkadaşlarımız da benzer nedenlerle ölüm orucuna katılmadı."
Ya tahliyeler?
Tahliye kararını soruyorum. Verdiği yanıt, birkaç faktöre dikkat çekiyor:
" Kendine bakamayacak durumdaki arkadaşların tahliye edilmesi gerektiğini biz başından beri söylüyorduk. Bizleri serbest bırakarak kendilerini kamuoyu önünde aklamaya çalışıyorlar. Bu yolla ölüm oruçlarını sona erdirmeyi planlıyorlar. Ancak, ölüm orucu eylemleri bitmeyecek."
Ölüm orucundaki mahkumların taleplerini de yalın bir dille açıklıyor Açan:
"Bir arada yaşamak istiyoruz. Çünkü insan, ancak insanla varolur. Bizler, siyasi tutuklularız. Buna uygun uygulamalar istiyoruz. Özgürce okuyabilmek, yazabilmek istiyoruz.İç ve dış tecrit ve izolasyon, üçlü protokol kaldırılsın. Avukatlar ve ailelerle görüş imkanı, her türlü yayına serbestçe ulaşım hakkı , en az 15 kişi bir araya gelme hakkı istiyoruz. Bu da koğuş kapılarının 09.00'da açılması, 24.00'de kapanması anlamına gelir. Kısıtlama olmamalı."
Ve son olarak kamuoyunun duyarsızlığından şikayet ediyor. Toplumun her kesimini sorunlarını sahiplenmeye çağırıyor:
"Bizler hem cezaevindeki hem de dışarıdaki izolasyona karşı mücadele ediyoruz. Toplumdaki yabancılaşmaya karşı çıkıyoruz. Biraz daha duyarlılık istiyoruz."
(BB/NU)