Kuzey Ren Vestalfya (KRV) seçimleri neden önemli? KRV her şeyden önce toplam seçmenin yüzde 22'sine sahip olması açısından önemli bir potansiyele sahip. Aynı zamanda Alman sanayisinin de merkezi kabul edilen KRV'deki seçimlerin sonuçları genel seçimlerin de bir minyatürü gibi algılanıyor.
Yaklaşık olarak 4,1 milyon göçmenin yaşadığı KRV'deki 900 bin Türk kökenli göçmenden yaklaşık 100 bini seçmen. Bu demografik dağılımda göçmenlerin yeri, kaçınılmaz olarak, siyasi partilerin seçim çalışmalarına da yansıdı. Geçtiğimiz ay CDU, (Hristiyan Demokrat Birlik) biraz da KRV'deki seçimleri göz önünde bulundurarak, Aşağı Saksonya Eyaleti Sosyal İşler, Kadın, Aile ve Sağlık Bakanlığı'na Aygül Özkan'ı getirmişti. Türk seçmenlere verilen önem, altı siyasi partinin toplam 28 Türkiye kökenliyi aday göstermesinden de anlaşılmaktadır. En çok Türkiye kökenli aday Sol Parti'den (Die Linke) (10 aday) gösterilirken, CDU iki adayla listenin sonunda yer aldı.
KRV seçimlerinin her şeyden önce iki soruyla ilgili önemli ipuçları vermesi bekleniyordu. Bir; muhafazakâr-liberal iktidar Bundesrat'taki (Federal Danışma Meclisi) çoğunluğunu koruyabilecek miydi? İki; Almanya'da demokratik sol tekrar iktidar seçeneği olabilecek miydi?
Seçimin Gerçek Galibi Kim?
CDU'nun seçimlerden kıl payı da olsa birinci parti olarak çıkmasına rağmen oylarında yüzde 10 puanlık bir gerilemenin meydana gelmiş ve hükümet ortağı FDP (Hür Demokrat Parti) ile Meclis'teki çoğunluğunu kaybetmiş olması nedeniyle, seçimin galibinin kim olduğu konusunda tartışmalar çıkmıştı. KRV seçimleri 2009 sonrasında Şansölye Angela Merkel ve koalisyon ortaklarının icraatlarının da seçmence değerlendirildiği bir seçim oldu.
CDU ve FDP almış oldukları ciddi seçim yenilgisiyle Eyalet Meclisi'ndeki çoğunluklarını kaybetmekle kalmadılar, Federal Danışma Meclisi'ndeki çoğunluklarını da yitirdiler. Bunda Merkel hükümetinin Yunanistan'ı kurtarma paketi tartışmalarındaki tavrının da rol oynadığı kamuoyundaki hâkim görüşlerden biri.
Bir başka neden ise, federal hükümetteki FDP'nin ekonomik kriz nedeniyle daha da açılan bütçe açığına rağmen yüksek gelir grupları ve orta ve büyük boy işletmeler için vergi indirimine gitmekte diretmesiydi. Federal hükümetin KRV seçimleri sonrası ciddi bir kemer sıkma ve sosyal hakları kısıtlama politikasına gideceği de tahminler arasındaydı. Dolayısıyla bu seçimlerin, Merkel'in politikalarına ciddi bir darbe indirdiği söylenebilir.
Yenilginin, Merkel 'in siyasi ajandasında önemli bir yer tutan vergi kesintileri ve sağlık reformunu nasıl etkileyeceği ise merak konusuydu ve şansölye seçimlerin hemen ardından, koalisyon ortağı FDP ile fikir ayrılığına düşme pahasına, ileriki yasama döneminde vergi indirimine gidilmeyeceğini ilan etti. Özetle, merkezi muhafazakâr-liberal hükümeti zor günler bekliyor, ancak ana muhalefetin bu durumu lehine çevirmesi ve tekrar toparlanması bir hayli zor gibi. Son olarak, SPD'nin (Sosyal Demokrat Parti) eyaletteki başbakan adayı Hannelore Kraft ve Yeşiller Partisi Eyalet Meclisi Grubu Başkanı Sylvia Löhrman, azınlık hükümeti kuracaklarını açıkladı. Federal Eyalet Temsilciler Meclisi'ndeki dengeleri SPD ve Yeşiller lehine değiştirecek olan bu azınlık hükümetini Sol Parti'nin de desteklemesi bekleniyor.
Solun tekrar iktidar seçeneği olabilmesi neden zor?
Seçim öncesi merak edilen bir başka konu ise, Almanya'da demokratik solun tekrar iktidar seçeneği olup olamayacağıydı. Genel seçimlerde SPD'nin yüzde 20 civarında oy aldığı, CDU ile FDP'nin ciddi bir oy kaybına uğradığı ve Eyalet Meclisi'nde çoğunluğu elde edemediği düşünüldüğünde yüzde 34'lük oy oranı başarı sayılabilir. Seçimlerden kıl payı ikinci parti olarak çıkan SPD, KRV'de eyalet hükümetini kurması durumunda, CDU/CSU ve FDP Federal Danışma Meclisi'nde çoğunluğu kaybedecek. Bu da hükümetin yapacağı yasa değişiklikleri için SPD'nin desteğini alması gerektiği ve dolayısıyla gelecek üç yıldaki siyasi hareket olanağının büyük ölçüde kısıtlanacak olması anlamına geliyor. Unutmamalı ki iki yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Federal Danışma Meclisi önemli bir rol oynayacak.
Ancak sosyal demokratlar, önlerine gelen bu fırsattan yararlanmamakta kararlılar. SPD'nin eyalet başbakanı adayı Hannelore Kraft seçim öncesi Sol Parti'nin içinde bulunduğu bir koalisyon kurmayacağını açık bir biçimde deklare etmiş, tüm stratejisini Sol Parti'yi Meclis dışında bırakmak üzerine kurmuştu. Ancak SPD ve Yeşiller Meclis çoğunluğunu elde edemedikleri için üçüncü bir koalisyon ortağı gerekiyordu. FDP ile görüşmeler bir sonuç vermeyince, taktik kaygılarla ve tabanın da arzusu sonucu, Sol Parti ile koalisyon görüşmelerine başladılar ve kısa bir süre sonra sudan gerekçelerle görüşmeleri bitirip, Sol Parti ile koalisyonun mümkün olmadığını ilan ettiler. Öyle anlaşılıyor ki, Hannelore Kraft ciddi bir politika değişikliğine gitme iradesini taşımıyor ve CDU ile büyük koalisyon kurmak niyetinde.
Ancak bu, sosyal demokratların geleceği açısından hiç de akıllıca bir iş değil. Çünkü CDU ile kurulacak bir hükümet, federal hükümetin Danışma Meclisi'ndeki konumunu tekrar güçlendirecek, SPD'nin elinden, hükümetin çıkaracağı yasaları frenleme ya da etkileme olanağını alacaktır. Ayrıca SPD'nin üç buçuk yıl sonraki seçimlere kadar ciddi bir iktidar alternatifi oluşturmasını da zorlaştıracaktır.
Anti -demokratik kısılama
SPD için geriye ne kalıyor? CDU'ya da aynı taktiği uygulayıp seçimlerin yenilenmesini sağlamak ve böylece, "Gördünüz, Sol Parti ve CDU ile olmuyor", deyip oylarını biraz daha artırmak ve şansı yaver giderse, Sol Parti'yi Meclis dışında bırakmak. Ancak bu hesabın tutacağı şüphelidir. CDU'nun KRV başbakan adayı Rütgers bu durumdan, SPD'yi beceriksizlikle suçlayarak ve solun iktidar seçeneği olmadığını işleyerek kazançlı çıkabilir.
Asıl önemlisi, bu gelişmeler ortaya şöyle bir paradoks çıkarmaktadır: Yüzde 52'lik bir çoğunluğa rağmen eyalet hükümeti kurulamıyor, çünkü egemen partiler, yüzde 5,6 oranında oy almış meşru bir partiyi sudan gerekçelerle sistemin dışında tutmaya çalışıyorlar. Burada, kültürel ve siyasal hegemonyaya sahip olanların, Sol Parti'yi stigmatize etmeleri ve marjinalleştirmeleri sonucu, sosyal demokratların ve Yeşillerin Sol Parti ile muhtemel bir koalisyon ortaklığını kategorik olarak reddetmesi gibi bir tablo ile karşı karşıyayız. SPD'nin ise muhafazakâr entelijansiyanın oyununa gelip, kendi bindiği dalı kestiği söylenebilir.
Böylece seçmenin tercihleri anti-demokratik bir biçimde kısıtlanmış, kararları üzerine ipotek konulmuş oluyor ki bu da üzerinde durulması gereken bir başka önemli konudur. Bu durum her şeyden önce parlamenter demokratik sisteme olan inancı sarsmaktadır. Dolayısıyla, SPD ve Yeşiller bu tavırları ile sadece iktidar hedefinden uzaklaşmakla ve bindikleri dalı kesmekle kalmıyor, ayrıca demokratik sistemi de ciddi bir meşruiyet krizine sürüklüyor.
Mecliste Temsil Edilen Siyasi Partilerin Göçmenlere Bakışı
SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi): Temel vurgusu uyum üzerine olan SPD, Almanya'nın göçe ve göçmenlere ihtiyacı olduğunu açıktan kabul ediyor ve Almanca bilmenin başarılı ve sağlıklı bir bütünleşme için şart olduğunu düşünüyor. Kültürel çeşitliliği önemsiyor, bunun Almanya için önemli bir şans olduğunu vurguluyor. Almanya'yı özellikle vasıflı göçmenler için çekici kılmak ve vasıflı işgücünün göçünde engel teşkil eden diploma denkliği sorununun ortadan kaldırılması SPD'nin göçmen politikasının iki somut amacı. Türkiye'nin AB üyeliğinin desteklenmesi gerektiği görüşündeler.
CDU/ CSU (Hıristiyan Birlik Partileri): Almanya'yı bir uyum ülkesi olarak tanımlıyor, entegre olabilmenin yolunun dili öğrenmekten geçtiğini ve bunun eğitim ve istihdam için kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu savunuyorlar. Hıristiyan birlik partileri çifte vatandaşlık uygulamasına karşıt görüşleri ile biliniyor. Uyum konusunda özellikle kadınların eğitimine vurgu yapan birlik üyeleri, Avrupa'nın ortak iltica politikasına da muhalif bir tutum sergiliyor. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşılar ve imtiyazlı ortaklıktan yanalar.
Bündnis 90/Die Grünen (Birlik 90/Yeşiller): Göçün insani boyutlarını vurguluyor, Almanya'nın mülteci ve sığınmacılara karşı sorumluluklarının altını çiziyor, Almanya'nın Mülteci Yasasını revize etmesi gereğini programlarında öne çıkartıyorlar. Aile birleşimi formunda olan göçmen akışına sıcak bakan Yeşiller, zorunlu/cebri evliliklerin mağdurlarının da korunması yönünde talepler dile getiriyorlar. Çifte vatandaşlığa olumlu bakıyor, uyum için emek piyasasının kilit rol oynadığını düşünüyor ve bu bağlamda her türlü engelin ortadan kaldırılmasını destekliyorlar. Türkiye'nin AB üyeliğini destekliyorlar.
FDP (Hür Demokrat Parti): Almanya'yı bir göç ülkesi olarak gören FDP, entegrasyon problemleri ile açıkça yüzleşilmesi gerektiği görüşünde. Çok kültürlülüğü bir fırsat olarak değerlendirmekteler ve uyum için üç öğenin önemli olduğunu savunuyorlar: dil, anayasaya ve Almanya'nın değerlerine saygı. Gelecekte vasıflı emek gücünün Almanya'ya göçünü özendirmek amacı ile puan sisteminin uygulanmasını savunuyorlar. Liberaller Türkiye'nin AB üyeliğine soğuk bakıyor.
Sol Parti (Die Linke): Programlarında göçmenlere en kapsamlı yeri ayıran parti. Çifte vatandaşlık seçeneğini, göçmenlerin yerel seçimlerde oy hakkını, vasıfların akreditasyonunu destekleyen Sol Parti, göçe sadece ekonomik açıdan bakılmasını ve göçmen politikasının sadece emek piyasasının ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini eleştiriyor. İnsan hakları temelinde düzenlenmiş ortak bir AB Mülteci Yasası'ndan yanalar ve parti programında Türkiye'nin AB üyeliğine dair görüş belirtilmiyor. (SP)
Dr. Yaşar Aydın/Dr. Seçil Paçacı Elitok - HWWI (Hamburg Institute of International Economics) - [email protected] / [email protected]