Askeri alanda 1999 sonrası sağlanmış olan nispi barış -Dr. Mithat Sancar'ın deyişiyle 'Negatif Barış'- da artık ortadan kalkmak üzere.
Siyasi alana baktığımızda, Kürt cenahında olağanüstü bir karmaşıklık gözleniyor.
Çelişkili demeçler birbirini izlerken, İmralı'dan Abdullah Öcalan, PKK, bir başka deyişle Kandil dağındaki karargah, Kongra-Gel, DEHAP, farklı Kürt siyasi akımlarının temsilcileri, bağımsız uzmanlar, gerek Ortadoğu, gerek ABD gerekse Ankara ile ilişkiler konusunda zamana, mekana ve olaya göre, çoğu zaman tutarsız açıklamalar yapıyor.
Yakın dönemde, genel olarak Kürt hareketini, özel olarak PKK'yi etkileyen hatta bütün verileri değiştiren iki önemli olay meydana geldi:
* 1999'da PKK lideri Öcalan'ın yakalanması
* 2003 yılında da ABD'nin Irak'ı işgal etmesi
Birinci dönemeç noktasında, aslında bir lider örgütü olan PKK, liderinin yakalanıp İmralı adasına hapsedilmesiyle, sadece Öcalan değil tüm örgüt tutuklanmış hatta hüküm giymiş oldu.
Öcalan'ın İmralı öncesi izlediği siyasetlerle İmralı sonrası geliştirdiği siyasetler arasındaki fevkalade tenakuzlar bu köklü değişimin ipuçlarını çok rahat bir şekilde veriyor.
İkinci dönemeç, PKK'nin Kuzey Irak'taki siyasi güçlerle, yani Barzani, Talabani ve esas olarak ABD ile ilişkilerinin niteliğini de tamamen değiştirdi.
PKK'nin işgal öncesi ve işgal sonrası Barzani, Talabani ve ABD hakkındaki politikalarının da topyekün değişmiş olduğunu saptamak çok kolay.
"Çok partili hayata geçiş"in sıkıntıları
Siyasi alanlardaki ve konulardaki bu değişimleri, üstelik uzlaşmaz çelişkili tutumlara geçişi belki de esas olarak iki nedenle açıklamak mümkün:
* PKK, uzun vadeli politikalar üretebilen, bu politikaları uygulayabilecek kadrolara sahip bir örgüt olmadığını gösterdi
* PKK, özellikle Türkiye'de hiç olmazsa 1992'ye kadar, bir ölçüde de olsa inisiyatif alma yeteneğine ve gücüne sahip iken, izlediği yanlış politikalar nedeniyle hem siyasal ve örgütsel olarak yenilgiler aldı hem de artık kendi başına politika üretemezken, bölgenin önemli güçlerinin çizdiği şablonlara uyum göstermek zorunda kaldı.
PKK, 1999 sonrası merkezi önderliği ve siyaset üretme becerisini büyük ölçüde yitirmeye başlamasıyla, kendi içinde de güçlükler yaşamaya başladı.
Neredeyse sabıkalı olarak bilinen Osman Öcalan'ın sonunda PKK'den tamamen ayrılıp Talabani desteğiyle ABD'ye yakın bir örgütlenmeye gitmesi, PKK içinde ve dışında izlenen zikzaklı politikalara kimi zaman açıkça kimi zaman daha dar mecralarda muhalefet geliştirilmesi, PKK'nin kendi içinde bölünme, parçalanma ve dağılma sürecine girdiğini de gösterdi.
PKK, Kürt siyaset dünyasındaki tekel konumunu yitirmeye başlamasına rağmen, boşalmakta olan bu tekel konumunu dolduracak bir başka siyasi gücün eksikliği, PKK'yi belki de ilk başlardaki, yani 80'li yılların başındaki konumuna yaklaştırdı.
Yaşananlar PKK'yi tahammülsüz, sert, rakip tanımayan, muhaliflere yönelik yargısız infazlar, baskı ve tehditlerle gücünü kanıtlamaya çalışan bir örgüt haline getiriyordu. Üstelik 80'lerde yükselen ve kitle desteği kazanan PKK, 1999'dan bu yana siyasi olarak gerileyen ve kadro olarak zayıflayan bir görünümde.
PKK, CHP'nin 1946'daki konumuna benzer bir durumda, tek partili rejimden çok partili sisteme geçişin sıkıntılarını yaşıyor.
Yolun sonuna yaklaşırken
Kökü, sebeb-i hikmeti PKK olan bazı yan kuruluş ve kurumlar tek parti rejimi alışkanlıklarını henüz üzerlerinden atamadıkları için yeni bir alternatif, yaygın deyişiyle "üçüncü ses"i yaratabilmek için ne siyasi iradeye sahipler ne de böylesine bir yaratıcı perspektife.
Onların barış isteği inandırıcılıktan yoksun olarak algılanıyor. Çünkü onların barışı bir kişiye endeksli.
Kuşkusuz Kürt sorunu, artık Diyarbakır-Van-Hakkari üçgenini çoktan aşmış, hatta Tahran-Şam-Bağdat-Ankara dörtgenine de uzun zamandır sığmaz olmuştu.
Kürt sorunu bugün Washington-Londra-Moskova hattında global bir sorun haline geldi. Müdahale eden, çıkarı olan aktör sayısı hem arttı, hem de aktörlerin güzergahı karmaşıklıklaştı.
PKK'nin son olarak yeniden siyasi amaç ya da araç olarak şiddeti benimsemeye başlaması, zaten yolun sonuna yaklaşmış olan bir siyasi gücün umutsuz son hamleleri olarak telakki edilebilir.
Üstelik bu şiddet, Türkiye demokrasisini yeniden ve daha güçlü bir şekilde militarizmin denetimine sokabilecek bir şiddet.
Çözümün adresinde yanılınca
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Kürtlerarası dar siyasi tartışmalarla, meselenin özünü ve genelini birbirine karıştırarak, Türkiye'de ve bölgede Kürt sorununun çözümü için eleştiri yapan, politika üretmeye çalışan kişi ve kurumlardan herhangi birinin, "Bugün Kürt sorununun çözümündeki en büyük engelin PKK ve onun önderi Öcalan olduğunu artık anlamak gerekir" demek pek de kabul edilebilir bir tez değildir.
Çünkü bu anlayış, esas olarak Genelkurmay'ın anlayışıdır.
Kürtler arasında, az da olsa, bu görüşü savunanların, Irak'ta Amerikan işgalini onaylamaları, Kuzey Irak'taki gelişmeleri kısa vadeli gözlüklerle benimsemeleri, sol ideolojiden çok milliyetçi çizgiye teşne olmaları da tesadüfi olmasa gerek.
Hele bir de "...bu çatışma tamamen Genelkurmay'ın kontrolündedir ve Genelkurmay istediği anda bu savaşı bitirebileceği gibi, istediği anda da tırmandırabilecektir" iddiasında bulunmak nihilist ve emperyalist teorinin gizlice sırıtmasıdır.
Kuşadası, Marmaris, Çeşme ya da Şırnak'daki siyasi şiddet eylemlerinin geleceğini, Ankara-Washington, Ankara-Bağdat ilişkilerinde aramak lazım.
PKK ya da Genelkurmay'ın geleceğini de aynı adreste!(RD/EÜ)