Fotoğraf Selim Yıldız / ajanstabloid.com
Mikdat Midhat Bedirxan’ın ilk Kürtçe gazete Kurdistan’ı 22 Nisan 1898’de Mısır Kahire’de çıkarmasının üzerinden bugün tam 125 yıl geçti.
1898'den 1902'ye kadar 31 sayı basılan gazete Osmanlı’nın baskıları sonucu kapandı. Aynı bugün başka gazetelere yapıldığı gibi.
125 yılda Kürtler bu coğrafyanın hemen her tarafında ulusal ve yerel düzeyde gazeteler çıkardı. Baskıya uğradı. Gazeteleri kapatıldı, bombalandı. Gazeteciler sokak ortasında kaçırdı, öldürüldü. Bugün de onlarca Kürt gazeteci tutuklu.
22 Nisan’ın Kürt basını için önemi büyük. Bu tarih 1973’ten bu yana Kürt Gazeteciler Günü (Roja Rojnamegerîya Kurdî) olarak kutlanıyor. Ayrıca Kürdistan Gazeteciler Sendikası da bu tarihte kurulmuş.
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu’ya Kürt basını üzerine konuştuk.
İlk gazeteden sürgüne
Osmanlı döneminde de Kürt gazeteciler, Kürtçe yayın yapan gazete ve dergiler vardı. Tarih ne yazıyor? O günlerde de Kürt gazeteci ve gazetelerine baskılar var mıydı?
22 Nisan Kürtlerin ilk basın hayatına başladığı tarih. 1898’de yayın hayatına başlayan Kurdistan’la aslında Kürtler kendi dilleriyle, kendi sözlerini söyledikleri bir mecra yaratmış oldu.
O günün Osmanlı koşullarını düşündüğümüzde Kürtler kısmi özerkliği olan bir halk olsa da Bedirhan Bey’in 1800’lü yılların ilk yarısında Botan'daki isyanından sonra halk baskı ortamıyla karşılaştı. Özerklik şartları neredeyse ortadan kalktı.
Bir halkın kendi diliyle, kültürüyle yaşaması ve bunu aslında bir statüye dönüştürme talebi isyanın ardından baltalanmış oldu. Bedirhan Bey’in ailesi sürgüne gönderildi.
Tam da bu noktada belki de mücadelenin başka bir aracı olarak, sözünü söylemenin, kimliğini dile getirmenin bir yolu olarak gazetecilik işi başladı. Kurdistan böyle yayın hayatına başladı. Aslında bugünden de çok farklı olmayan bir ortamda oldu bu.
Kürdistan topraklarından bu kadar uzakta Kahire’de (Mısır) yayın hayatına başlıyor olması bize süreci çok iyi anlatıyor.
Kürtlere yönelik, Kürt gazetecilere yönelik, Kürt aydınlarına yönelik baskının var olduğunun en büyük göstergesi. Kürdistan’da başlayıp Kahire’de devam eden bir baskı süreci.
90’lı yıllarda olduğu gibi ya da hatta şu anda devam eden tabloda olduğu gibi Kurdistan, Avrupa'ya geçmek zorunda kalıp burada yayın hayatını sürdürdü. O döneme ait detaylı bilgiler olmasa da, okuduğumuz kaynaklar bize o dönemki baskılardan kaynaklı böylesi bir sürgün meselesinin yaşandığını anlatıyor.
Kürt basınının dünü ve bugünü
Kürt gazeteciliği bugün ne durumda? Hangi yollardan geçerek bugüne geldi?
Kürtler tarih boyunca aslında kendileri gibi yok sayılan, başkaca ulus devletlerin üst kimliği üzerinde eritilmeye çalışılan bütün halklar gibi zorlu süreçlerden geçerek kendi yaşamlarını sürdürdü. Bunun gazeteciliğini yapmak da elbette çok zorlu oldu.
Bugünkü Suriye’de çıkartılan ilk dergi Hawar, henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce İstanbul'da yayın hayatına başlayan Jin dergisi gibi dergilerle Kürtler, Kurdistan’la başlayan hikayenin devam adımlarını attı. Bunların tamamı Kürt halkının özgürlük istemi, statü talebiyle paralel ilerledi. Kürt halkının kimlik mücadelesi büyüdükçe atılan adımlar da büyüdü. Gazeteleri, gazetecileri olmaya başladı.
Kürt halkının sözünü söylediği, kimlik mücadelesini verdiği mecralar haline geldi. Bunlarla dünyaya kendi sesini duyurma çalıştı.
Kürt özgürlük mücadelesinin filizlendiği dergilerle başlayan süreç, özellikle son 40 yılda günlük ve haftalık gazetelerle devam etti. Özgür Gündem, Özgür Ülke gibi gazeteler doğdu. Yine Avrupa'da televizyonlar kurulmaya başlandı. 80’li, 90’lı yıllarda Kürdistan’dan Avrupa'da sürgüne gitmek zorunda kalan isimler Kürt basınını büyüttü.
Türkiye’de Kürt gazeteciler hem Türkçe hem de Kürtçe yani anadillerinde gazeteler çıkarttı. Kimi gazeteler özellikle 90’lı yıllarda çoğu kez daha matbaadayken toplatıldı ya da Kürdistan şehirlerine girmesi engellendi. Muhabirleri katledildi, öldürüldü. Böyle bir süreç. Gazeteler bu yüzden sık sık isim değiştirdi.
2002’ye gelindiğinde Kürt basını ajanslaşma yolunda adımlar attı. Dicle Haber Ajansı bunlardan biriydi. Bu topraklarda yaygın bir ağa ulaşarak önemli aşamalardan geçti. Hem görsel hem de yazı olarak dünyadaki abonelerine haber servis etti. Birçok olayı duyurdu. Roboski katliamından tutun Kürdistan’da yaşanan başka olaylara kadar bir birçok önemli gelişmeyi dünya ilk Dicle Haber Ajansı’ndan öğrendi. Çünkü olay yerinde ilk o vardı.
Kürtlerin bu noktada önemli diğer bir farkı ise kadın özgürlüğü ideolojisini benimsemiş olmaları ve kadın özgürlüğüne, cinsiyet eşitliğine önem vermeleri. Bu kapsamda 2012’de kadın odaklı habercilik yapan kadın ajansı Jinha’yı kurdu Kürt basını. KHK’ile kapatılıncaya kadar yayın hayatına devam etti. Sonrasında da isim değişiklikleriyle varoluş mücadelesi verdi.
Yani Kürt gazeteciliği tek boyutlu ilerlemedi. Gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar, ajanslar… Yok sayılan, varlığı kimliği kabul edilmeyen bir halkın sesi olmaya çalıştılar.
"Kürt'ü yok sayan devlet aklı"
Yakın tarihe baktığımızda 90’lı yıllarda Kürt gazeteciler sokak ortasında kaçırılıyor, öldürülüyor, gazeteleri bombalanıyordu. Bugün de onlarca Kürt gazeteci tutuklu ve Kürt medya organları kapatılıyor. Kürt basınına yönelik süreklileşen hak ihlallerinin esas sebebi nedir?
Bu baskı Kürt'ü yok sayan devlet aklının ürünü diyebilirim. Yani bombalamalardan tutalım, sokak ortasında kaçırılan, katledilen gazetecilere tamamının altında devletin Kürt'ü inkarla imha politikası yatıyor.
Devletin yok dediği bir halka gazeteciler var diyor. Devletin ‘Bunlar teröristtir’ dediği kişilerin aslında terörist değil halk olduğunu söylüyor.
90’lı yılları düşünün. Köylerin yakıldığı, yıkıldığı, insanların göçe zorlandığı bir ortam. Var olan durum gerçekten çok yakıcı. Düşük yoğunluklu savaş diye tabir edilse de bunun halka yansıması yıkımdı. Bu tablo Türkiye'ye çok başka bir şekilde lanse edildi hep.
Özellikle Türk basınında öldürülen her bir köylü terörist olarak gösterildi. 2004’te 12 yaşındaki Uğur Kaymaz Kızıltepe'de babasını uğurlamak isterken evlerinin önünde babasıyla birlikte katledildi. Öldüren polisti ve yanına silah bırakıldı. Bu şekilde onun bir terörist olduğu söylendi. 12 yaşındaki bedenine 13 kurşun sıkılmıştı. Türkiye toplumu buna inandırılmaya çalışıldı ama Kürt gazeteciler buna dair hakikati açığa çıkarttılar.
2017 Newrozunda Kemal Kurkut katledildi. Valilik çok rahat bir şekilde, dayanaksızca ve halkı manipüle etmeye çalışarak bir açıklama yaptı ve Kurkut’un canlı bomba olduğunu iddia etti. Ama gazeteci Abdurrahman Gök, Kurkut’un canlı bomba olmadığını çektiği fotoğraflarla kanıtladı. Ardından Kurkut’u vuran polis beraat ettirildi, Abdurrahman Gök ise ceza aldı.
Bu olay çok net bir şekilde Kürt halkının yaşadıklarını ortaya koyuyor. Yani devlet Kürt’ü katledebilir, öldürebilir. Bu meşrudur. Bu katliamı açığa çıkartmak suçtur. Kürt gazetecilerinin tarihi tamamen bunlarla dolu.
Cengiz Altun, Hizbullah gerçeğini ifşa ettiği için yine Hizbullah tarafından öldürüldü. Haşim Aydemir benzer şekilde o dönem Diyarbakır'da Hizbullah’a dair haberler yaptığı için bizzat Hizbullah tarafından öldürüldü.
Nazım Babaoğlu Suruç'taki korucu devlet yapılanmalarını, kirli işleri deşifre ettiği için hedef alındı. Daha sonrasında kaçırılarak kaybedildi.
Bunların tamamı az önce de belirttiğim gibi Kürt'ü yok sayan devlet aklının bir ürünü. Tam da bu nedenle Kürt gazeteciler hedefte.
Hakikati yazdığı için katledilen gazeteciler
Son bir yıl içinde Diyarbakır’da 16, Ankara merkezli operasyonda da yine 11 Kürt gazeteci tutuklandı. Bu durum Kürt basın organlarının günlük haber takibini ve rutinini nasıl etkiledi?
Türkiye'de basın hiçbir zaman özgür olmadı. Her dönem baskı hali vardı ama son 6-7 yıldır savaş ortamının yeniden derinleşmesiyle birlikte bu baskı hali arttı. Kürt gazetecilere yönelik baskı daha da arttı.
Hem Diyarbakır hem de Ankara merkezli operasyonlarda arkadaşlarımız tutuklandı. Bu operasyonlar hem Kürdistan'da hem de Türkiye'nin her bölgesinde gazetecilik yapan meslektaşlarımıza yönelikti. Meslektaşlarımın haberleri, yaptıkları programları suçlama konusu oldu.
Serdar Altan, derneğimizin eş başkanı. Ape Musa’nın katledilmesinin yıl dönümünde yaptığı konuşma ve onu anması suç sayıldı.
Ömer Çelik sunduğu programda tercih ettiği konular nedeniyle, Kürt halkının devletle olan bağını zedelediği iddia edildi. Bu nedenle örgüt üyeliğiyle suçlanıyor.
Herhangi bir soruşturmada konu bile olmayacak şeyler iddianameye dönüştürülüyor. Meslektaşlarımız bu yüzden özgürlüklerinden yoksun bırakılıyor. Bu durum ilk süreçte kimi açılardan bizim çalışmamızı daha da zorlaştırıyor.
Mesela Aziz Oruç bir sokak programı sunuyordu. Sokakta halka mikrofon uzatıyordu. Programının adı Sokağın Sesi’ydi. Tutuklamaların ilk döneminde ne yapacağımızı düşündük. Ama o süreçteki dayanışma ağı Kürdistan'dan doğru çok güçlüydü.
Birkaç ay boyunca meslektaşlarımızın yerine sivil toplum örgütlerinden siyasetçilere kadar birçok isim mikrofonlu alıp sokağa çıktı. Onların yerine sokakta gazetecilik yaptılar. Bu anlamda önemli bir şeydi. Bu tarz saldırılar Kürt basını için yeni olmayan bir şey. Belki de o yüzden biraz daha tecrübeliyiz ve bu anlamda bu geleneği yürütmek adına inatçıyız da.
Çünkü Ape Musa’ların katledildiği bir gerçeklik var. Sadece hakikati, bu toprakların hakikatini yazdığı için katledilen onlarca gazeteci var. Bombalanan gazeteler var.
Bu coğrafyada gazetecilik yapan her bir arkadaşımız da aslında bu gerçekliği bilerek yapıyor bu mesleği. Tutuklanan her bir arkadaşımız yerine daha fazla çalışıyoruz. Bu bizim rutinimizi daha fazla arttırarak ilerliyor. Bir taraftan daha fazla haber yapıyoruz. Bir taraftan da onlara dair gündem oluşturmak için eylemler yapıyoruz. Kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz.
Bu anlamda gerçekten evet zorlansak da rutinimizi hiç bozmadık. Bugün Mezopotamya Ajansı ve prodüksiyon şirketleri tek bir gün bile işlerini aksatmadan sürdürdüler. Bu da Kürt basın geleneğinin bizde bıraktığı miraslardan biri.
"Dayanışmayı büyütmek için mücadele ediyoruz"
Kürt gazetecilerine yönelik hak ihlallerinde, genellikle gazetecilik hak ve meslek örgütlerinin yeterli duyarlılık göstermediğini söylüyor ve onları eleştiriyorsunuz. Dayanışma konusunda sorunlar olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Kürt gazetecilere yönelik baskılara verilen tepki geçmiş yıllara göre çok daha iyi düzeyde. Ama yine de biz kendi bakımımızdan süre gelen sessizliği aşmak için çeşitli yollar deniyoruz.
Çünkü verilen tepki elbette eksik. Bir sabah 20 gazetecinin evi basılıyor, 8 günlük gözaltından sonra 16’sı tutuklanıyorsa bu gerçekten çok büyük bir darbedir. Bu sadece o gazetecilere değil, basın özgürlüğüne yönelik bir darbedir.
Bütün gazetecilerin de durumu böyle ele alması lazım. Ama tüm bu önceki sorularda verdiğim yanıtlar gibi kimlik meselesi hem devlet için hem de birçok Türk gazeteci için ya da Türkiye'de çalışan birçok gazeteci için belirleyici bir kıstas. Tam da devletin yaratmak istediği algı çerçevesinde hareket ediliyor çünkü.
Gözaltına alınan, tutuklanan kişi Kürt ise insanlar tam da devletin suçladığı gibi bir acaba mı diye düşünüyor. ‘Örgüt üyesi mi’ diye akıllarından geçiriyor.
Ama son tutuklamalarda olduğu gibi iddianamelerin tamamına baktığımızda meslektaşlarımızın işlediği konular nedeniyle bu halde olduğunu görüyoruz. Kaldı ki onların yaptıkları gazetecilik tutuklananları terörist olarak lanse etmenin bir aracına dönmüş durumda.
O yüzden dayanışma az ama bunu öyle ya da böyle biz bunu büyütmek için çaba sarf ediyoruz. Herkesi de bu anlamda adım atmaya çağırıyoruz.
Biz meselenin özünde gazeteciliği, basın ve ifade özgürlüğünü, Türkiye'nin demokratikleşmesini savunmak olduğunu düşünüyoruz. Herkes birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
(HA)