"Özgürlüğün herhangi bir anlamı varsa eğer," demiş Orwell, "insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleme hakkı anlamına gelir bu."
Özgürlüğe pek düşkün olma iddiasındaki nâçiz tefrikacınız da, üstâdın izini bir kez daha sürdürerek, son yılların en soğuk günlerinde işte bu hakkını kullanıyor ve duymak istemeyebileceğiniz şeyi söylüyor işte: Küresel ısınma geliyor ve kötü kızkardeşini de beraberinde getiriyor misafir olarak: Yeni Buz Çağını.
Isınma meselesini bu çerçevede epey etraflıca - tabii dilimiz döndüğünce - hikâye etmeye çalıştığımız biliniyordur inşallah. İşte karbondiyoksid, metan ve diğer sera gazları yüzünden atmosfere hapsedilen ısı ve bu sebeple eriyen kutuplar, buzullar, buzullu dağ tepeleri, yükselen okyanuslar, korkunç kuraklıklar, çölleşmeler, orman yangınları, neredeyse geometrik hızla artan sel ve çığ gibi iklim felaketleri, yok olan ada ülkeleri, mercan kayalıkları, sular altında kalan, tuzlulaşan sahiller ve ülkeler... neredeyse geometrik bir şekilde yok olan canlı türleri, bin bir türlü egzotik ve "yeni" hastalığın yanı sıra, bin bir türlü tanıdık eski hastalığın kol gezmesi, ozon tabakasının tehlikeli incelişi vesaire... Mahşerin atlılarından pek çoğu yani.
Bunların, özellikle endüstri devriminden bu yana sınır tanımaz bir şekilde büyüyen insan faaliyetlerinden kaynaklandığı, çok uzun zamandır inkâr edilmekteydi.
Kimler tarafından? Özellikle, bu faaliyetleri yürüten çok uluslu şirketler, yani petrol, otomotiv, kimya, biyokimya, inşaat, et vb. şirketleri tarafından. Onların derinlemesine etkilediği, parayla destekleyip iktidara getirdiği hükûmetler ve onların kendilerinin de özenle seçtiği bürokratları resmi politikalarını elbette bu inkâr üzerine kurmuşlardı.
Bilim camiasının dürüst unsurlarının resmi raporlarla ortaya koyduğu bu temel gerçekliğin topyekûn inkârı gibi inanılmaz absürdlükte ve açıklıktaki bir olay da, tabii ancak bir şekilde mümkün kılınabilirdi gerçek hayatta: Bu kasıtlı körlük ve inkârı biz kulların beynine ya davul zurnayla ya da tam aksine sessizlik kumkuması yoluyla "çakacak" bir propaganda mekanizması gerekiyordu. Bunun adına da kitle iletişim araçları deniyor - ya da, düpedüz, medya.
Mahşerin inkâr takımına göre ısınma filan yoktu ortada, vardıysa bu da tabiatın kendisinden, dış uzayın derinliklerinden, güneş patlamalarından vb. geliyordu olsa olsa.
Zinhar insanlarla, kömür petrol yakan fabrikalarla, otomobillerle, hamburgerlik ineklerle vb., şirketlerle ve onların kâr kaygısıyla ilgisi yoktu. Sürekli büyüyen, sınır tanımadan büyümek zorunda olan o acayip makineyi çalıştırmak için girişilen savaşlarla istilâların da petrolle, fosil yakıtlarla vb. zinhar ilgisi yoktu.
İnkâr cephesi inkârını sürdürmeye bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor ve bunu yapıyor da. Yok saymanın, inkârın çok ilginç yan etkilerinden biri daha ortaya çıkıyor tam da bu noktada.
Kasıtlı mıdır yoksa genel ahmaklığın ve kaçışçılığın bir sonucu mudur bilinmez, ama bir de "tedrici"lik hastalığı var zihinlerde: Yani, "yok canım, bize bir şey olmaz abi" yaklaşımını bilimsel kanıtlar karşısında bırakıp küresel iklim değişikliğinin olabilirliğini kabul edenlerimiz olsa bile, oncağızlarımız da şöyle düşünme eğilimine kaptırıyorlar kendilerini: Böyle bir tehlike olabilir, ama kim bilir kaç yıl sonra olur, biz görmeyiz, hatta çocuklarımız da görmez. Yüzyıl sonuna doğru bir şeyler olur belki, ama o zamana kadar da torunlarımız yeni bir teknoloji devrimi ile hallederler meseleyi, serinletirler yerküreyi.
"Tedriciciler"i tedirgin edecek bir haberimiz var şimdi. Yazının başına dönersek. Küresel ısınma, kuzey yarıküreyi de buz çağına döndürebilecek "kötü kız kardeşi" getiriyor beraberinde -- ve hemen!
Çok değil, son 15-20 yıldır bilinen yeni bilimsel gerçek bu maalesef. Grönland'da buzullardan alınan iki mil uzunluğunda "havuçlarla" (kimi bilim insanları buna "2 millik zaman makinesi" diyor) karşımıza âni bir dram senaryosu koyuyor.
Özetin özeti: Küresel ısınma dolayısıyla eriyen kutup buzullarından ve Grönland'ın buzullarından yeterli miktarda soğuk ve tatlı su Atlantik okyasunusuna boşalırsa, Avrupa'nın tamamını ve Kuzey Amerika'nın yarısını (kuzeydoğusunu) "ılıman" tutan Gulf Stream akımı kesilecektir.
O zaman, en kötü senaryoya göre bu bölgeler âni olarak, yani iki-üç yıl içinde bir buz çağına geçecektir! Orta senaryoya göre, birkaç yüzyıl önce yaşanan "küçük buz çağı"na geri dönülecek, altüst olan iklim koşullarına uygun olarak müthiş sert kışlar, feci kuraklıklar, dünya çapında çölleşme, tarımın büyük ölçüde bitmesi, dünya çapında savaşlar baş gösterecektir.
Gulf Stream'i de içine alan "büyük taşıyıcı kayış" adı verilen okyanuslar arası akıntının birdenbire kesintiye uğraması, Kuzey yarıkürenin büyük bölümünde sürekli ve kesintisiz korkunç kışların hüküm sürmesine, bu bölgelerde üç yıl gibi bir süre içinde insan yaşamının imkânsız hale gelmesine, 2 milyar civarında insanın açlıktan, soğuktan ölmesine ya da göç etmesine yol açacaktır. Bildiğimiz şekliyle medeniyetin böylesi bir nüfus yıkımına dayanamayacağı açıktır.
En kötü senaryoya göre davranmanın bilimsel bir yöntem olduğu bize okullarda okutulan bir şeydi eskiden. Hâlâ okutuluyor mu, bilmiyoruz.
Şeamet tellallığını bir yana bırakıp, asıl suçluların üstüne gitmek için hâlâ biraz vaktimiz olduğu düşünülebilir. Mi? Duymak istiyor muyuz? ÖM/NM)
* Seattle'daki George Washington Üniversitesi öğretim üyelerinden William H. Calvin'in, "A Brain For All Seasons: Human Evolution and Abrupt Climate Change", 2001, adlı kitabı, bu konularda ilginç bilgiler içeriyor.