“Hasan Atilla Uğur’un 'Bıçak Timi' adıyla kurduğu 11 kişilik bir tim faaliyetteydi. Timde askerlerle birlikte itirafçılar ve korucular da vardı. Evlerinden alıp götürdükleri insanların birçoğu öldürüldü, kaybedildi. Gözaltına alınan bazı kişiler yüksek paralar karşılığında serbest bırakıldı. Bu oluşum daha çok kendi çıkarına hizmet ediyor, birçok kişiyi yargı makamlarına çıkarmaksızın sorgulayıp infaz ediyordu. Birçok kişi öldürüldükten sonra ya yol kenarlarına atıldı ya da 'PKK mensubu olarak çatışmalarda öldürüldü' diye duyuruldu.”
Bu minvaldeki gizli tanık ifadelerine dayanılarak açılan Kızıltepe JİTEM davasının akıbetinin benzer davalardaki gibi olup olmayacağını, Pazartesi günü görülecek karar duruşmasıyla öğreneceğiz.
TIKLAYIN - “İnsanlık Suçu” Davaları Cezasızlıkla Bitti
28 Mayıs 2019 tarihli son duruşmada verilen savcı mütalaası ise kararın ne olabileceği hakkında ipucu veriyor:
“Tüm sanıklar için istenilen cezalar eski Ceza Kanunu dönemine dair suçlar olduğundan ve 10 ila 20 yıllık zamanaşımı süreleri dolduğundan düşme talep edildi. Savcı ayrıca bir kısım sanıklar bakımından da ‘eylemlerin gerçekleştiği sabit olmadığından’ ya da ‘suç unsuru bulunmadığından’ beraat istedi.”
“Devletin eylemlerindeki sürekliliği anlatacağız”
Müdahil avukatlardan Senem Doğanoğlu bianet’e yaptığı açıklamada, yargılamayı şöyle değerlendirdi:
“Esas olarak meslektaşım avukat Erdal Kuzu olmak üzere, tüm duruşmalarda faillerin işlediği cinayetler yönünden delillendirmenin tam olduğunu, ilki 1992 yılında olmak üzere işlenen cinayetlerle ilgili geride bağımsız kamu tanıkları olduğu ve dinlendiğini, bunun dışında faillerin infaz örüntülerinin tarihsel olarak da gelinen aşamada tespit edilebildiğini ifade ettik.
“Sürekli altını çizdiğimiz üzere, siyasi bir dava yürütüldüğü için 90'lara ilişkin yürütülen bütün yargılamalarda olduğu üzere açıkça aklama yönteminin tercih edileceğini söyledik.
“Savcılık mütalaasında bazı cinayetlerde alt düzey asker ile korucular yönünden zamanaşımı nedeniyle düşme istedi. Bu anlamda bu cinayetler ve örgüt olarak yani ilk defa JİTEM’in yasadışı örgüt olduğunu ifade eden iddianameye dayalı olarak yürüyen bu kovuşturmada üstü örtülü bir aklama görülebiliyor.
“Ancak Hasan Atilla Uğur ve Eşref Hatipoğlu yönünden beraat talep edilmesi bu anlamda devletin yasanın dışında olan ama kendine ait olan eylemlerinin aklanması açısından dikkat çekici.
“Bu celse karar bekleniyor. Biz zamanaşımının neden uygulanabilirliği olmadığını hem infazların niteliği hem de ceza kanunu tekniği yönünden tartışmaya devam edeceğiz. Bunun yanı sıra JİTEM'in ne olduğuna dair değerlendirmelerimizi ve sanıkların beraatının imkansızlığını da ortaya koymaya devam edeceğiz. Cezasızlık politikasıyla devletin eylemlerindeki sürekliliği anlatmaya devam edeceğiz yani...”
Davanın 18. duruşması, 9 Eylül Pazartesi, saat 10:00’da Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Dava sona yaklaşırken, yargı sürecini derledik.
Soruşturma nasıl başladı?
Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’nın JİTEM soruşturması, İstanbul merkezli Ergenekon soruşturmaları kapsamında konuşan “Aydos” kod adlı gizli tanığın ifadesiyle başladı.
Aydos, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde 27 Ekim 2008’de verdiği ifadede, Ergenekon sanıklarından Albay Hasan Atilla Uğur’un yüzbaşı rütbesiyle Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olduğu dönemde yaşanan birçok faili meçhul cinayetin sorumlusu olduğunu öne sürdü.
Aydos’un “Hasan Atilla Uğur, terörle mücadele adı altında bölgede birçok cinayet, işkence ve karanlık faaliyetler gerçekleştirdi” şeklindeki ifadesi üzerine yetkisizlik kararı verilerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen dosya, buradan da, “Gizli tanığın ifadesinde geçen olaylar ile benzeri olaylara ilişkin, kapsamlı araştırma yapılması” talimatıyla 10 Ocak 2013’te Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk edildi.
Mağdur ve tanıkların ifadeleriyle soruşturma genişletildi ve dördü ordu mensubu, beşi korucu dokuz sanığa dava açıldı.
Dönemin konjonktürü uyarınca başta gizli tanık ifadeleri olmak üzere toplanan delillerle açılan davada tanıklar, Kızıltepe’de 1992-1996 arasındaki gözaltında kayıplar, köy boşaltmalar ve infazları kapsayan insanlık suçlarını anlattı.
Sanıklar kimdi?
20 Temmuz 2014 tarihli iddianamede bir numaralı sanık olan dönemin Kızıltepe Jandarma Komutanı Hasan Atilla Uğur’a “silahlı örgüt kurma ve yönetme, kasten öldürme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence” suçlaması yöneltildi.
Diğer sanıklar Ahmet Boncuk, Ünal Alkan, Abdurrahman Kurğa, Ramazan Çetin, Mehmet Emin Kurğa, İsmet Kandemir, Eşref Hatipoğlu ve Mehmet Salih Kılınçaslan’a ise ayrı ayrı “Silahlı örgüte üye olma, kasten öldürme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence” suçlamaları yöneltildi.
Neyle suçlandılar?
İddianameye taşınan suçlardan bazıları şöyleydi:
“Öldürüp kendi traktörleriyle götürdüler”
1 Aralık 1992’de Kızıltepe Kahverdi köyü Tuzlucu mezrasında Yiğit ailesinden yedi kişi öldürüldü. Dosya “PKK yaptı” diye kapatıldı.
Oğuz adlı gizli tanık, olayı iddianamede şöyle anlattı:
“Öldürülen yedi kişi PKK sempatizanıydı. Ancak haklarında resmi bir soruşturma yapılmaksızın örgüt mensubu kıyafetleriyle köye gelen JİTEM elemanları tarafından alınıp öldürüldüler. Hatta burada öldürülen kişiler kendi traktörleri ile köy dışına çıkarıldı. JİTEM elemanları kendilerini PKK mensubu gibi tanıtarak ‘Aracımız köy dışında kaldı’ deyip yardım istemek suretiyle bu kişileri alıp götürdü.”
“Hiç sorma, helikopterden aşağı atıldılar”
Korucu Bahri Oka:
“Operasyon bittikten sonra dağdan biri 'Ben Mehmet oğlu Memduh. Yücabağlıyım' diye bizim tarafa bağırdı. Şahsın üstünde kısa kollu tişört, beyaz ayakkabı ve kot pantolon vardı. Yani PKK'lilere benzemiyordu. Yanımıza gelince kimliğini aldım. 'Burada ne yapıyorsun?' diye sorduğumda kendisini PKK'lilerin teslim aldığını bu sırada çatışma çıktığını söyledi. Bu esnada ismi Ferudun olan astsubay bana 'Bahri bu çocuğu saklayalım, Eşref Albay gelirse buna da acımaz' dedi. Bu çocuğu oradaki meşelerin arasına sakladık.
“Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Eşref Hatipoğlu olay yerine gelince yaralı PKK'liyi sorguladı. Yanlarında bir sivilin de olduğunu söyledi. Eşref Albay bunu duyunca bize kızdı ve çocuğu istedi. Biz de çocuğu sakladığımız yerden çıkarıp getirdik. Sonrasında Eşref Albay, ismini hatırlamadığım bir üsteğmen, yaralı PKK'li ve Memduh helikoptere bindiler ve uzaklaştılar. Bu saydıklarım dışında helikopterde iki de pilot vardı.
“Ben daha sonra üsteğmene Memduh'u sorduğumda bana 'Hiç sorma, Memduh ve yaralı PKK'li helikopterden aşağı atıldı' dedi. Üsteğmen iyi bir insandı. Söylediğine göre Eşref Albay'ın emri ile atılmışlar.”
“Günde bir iki kez kimliksiz ceset teslimi yapılıyordu”
Kızıltepe Belediyesi mezarlık görevlisi Hüsamettin Karaca:
“1993 yılından itibaren hatırladığım kadarıyla yaklaşık 30 tane kimliksiz cesedin Akdoğan köyü yolu üzerindeki belediye mezarlığına defninde görev aldım. Bu cesetler bize hastane morgunda genellikle asker, bazen de polis tarafından teslim ediliyordu. Çoğunlukla teslim aşamasında bize bir belge verilmiyordu. Teslim edilen cesetlerin tamamı ateşli silahla vurularak ölmüştü ve elbiseleriyle birlikte teslim ediliyordu.
“O dönem bilhassa 1993'te günde bir iki kez kimliksiz ceset teslimi yapılıyordu. Zaten insanlar bilseler de cenazelerini sahiplenemiyorlardı. Kimsesizler o mezarlığa iki bölüm halinde gömüldüler. İlk başlarda kefenlenip İslami usulle gömülüyordu. Sonraları ceset sayısı çoğaldıkça elbiseleriyle gömmeye başladık.”
Dosya “PKK yaptı” denilerek kapatıldı
Kızıltepeli Mahmut Abak 14 Ocak 1995’te, Eroğlu köyünde gözaltına alınıp işkence yapıldıktan sonra öldürüldü. Abak’ın öldürüldüğü, Tılzerin mezrasındaki kuyuya atılan cesedinin, o yıl yağmurun fazla yağması sonucu 11 Şubat 1995'te suyun yüzeyine çıkmasıyla anlaşıldı. Yakınları şikayetçi oldu, dosya “PKK yaptı” denilerek kapatıldı.
Abak'ın cesedinin bulunduğu su kuyusu ile yakınındaki metruk evin tuvaletinde 23 Mayıs ile 10-11 Haziran 2013 tarihlerinde yapılan kazı çalışmalarında insan kemikleri bulununca savcılık Abak’ın öldürülmesini de JİTEM iddianamesine aldı.
Dava nasıl sürdü?
Yargıtay 5. Ceza Dairesi henüz ilk duruşma bile başlamadan davanın “güvenlik gerekçesiyle” Mardin'den Ankara'ya nakledilmesine karar verdi. Nakil talebi, davanın görülmesi gereken Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden geldi.
Duruşmaların mağdur yakınları ve delillerden kilometrelerce uzakta, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine karar verildi.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 3 Mart 2015’de görülen ilk duruşmada ise sanıklar Hasan Atilla Uğur ve Eşref Hatipoğlu’nun “rütbeleri nedeniyle” dosya, yargılama izni alınması için dönemin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) gönderildi.
HSYK “silahlı örgüt kurmak” ve “tasarlayarak insan öldürmek” suçlarının görev suçu olmadığına hükmetti, yargılamanın yapılabileceğine karar verdi.
Yargılamaya 15 Ocak 2016’da devam edildi. 27 Nisan 2016’daki duruşmada iddianame okundu, ertesi gün sanıklar ifade verdi ancak müşteki avukatlarının sorularını yanıtlamayacaklarını beyan ettiler. Savcı Levent Savaş da mütalaasında tutuklama ve adli kontrolün “gereği olmadığını” açıkladı.
28 Nisan 2016 tarihli duruşmaya katılan sanık Eşref Hatipoğlu, avukatların sorusunu “PKK yandaşlarının sorularına cevap vermeyeceğim” diye yanıtladı. Bir sanık avukatı da aynı duruşmada “JİTEM yoktur kimse demedi, illa vardır mı demek lazım?” dedi.
Dava süresince toplam 17 duruşma görüldü. Sanıklar tutuksuz yargılandı ve haklarında duruşmalara katılmaktan vareste tutulma kararı verildi.
Müdahil avukatların her celsede dile getirdiği adil yargılanma ve soruşturmanın genişletilmesi talepleri farklı heyetlerce reddedildi.
2014’te açılan davanın ilk aşamalarında dinlenmesine karar verilen tanıklarından bazıları beş yıldır “adreslerinde bulunamıyor”. (AS)