Kobanî davasının 50. duruşma periyodu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülüyor.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Bu bir savunma değildir”
Duruşmanın dün öğleden sonraki oturumunda, tutuklu siyasetçi Gültan Kışanak beyanlarını sürdürdü.
Bir ceza davasıyla değil demokrasi ve barış mücadelelerine dair bir yargılamayla karşı karşıya olduklarını belirten Kışanak, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu bir savunma değildir. Ben ve arkadaşlarım sanık değil davacıyız. Bizler insan haklarına karşı, kadın haklarına karşı savaş açanların karşısındayız. Bizi yıllarca siyasi rehine olarak tutanlardan davacıyız. Bu kumpasları kuranlardan davacıyız. Barış ve çözüm konusunda bu kadar çaba sarf ettiğimiz halde hala savaşta ısrar edip bu ülkenin evlatlarını ölmeye ve öldürmeye gönderenlerden davacıyız. Barışı savunduk diye bizi yargılamaya çalışanlardan davacıyız.
Bu siyasi rehinelik sürecimizde babamı, abimi, yengemi, yeğenimi, ablamı, amcamı, dayımı ve halamı kaybettim. Hiçbirinin son anlarında yanlarında olamadım, vedalaşamadım. Bu vesileyle Selahattin Başkana da babasının son anlarında yanında olamadığı için dayanışma duygularımı iletiyorum. Kendisini onurlu duruşu nedeniyle kutluyorum. Bize güç veren bu onurlu duruşumuzdur.
Bu ülkede hukuksuzluğun kökü bu kadar acımasızdır. Bunun adı kötülüktür. Bu kadar örgütlü bir kötülüğün olduğu yerde yapacak tek şey insanlık değerlerine, erdeme, onurlu bir yaşam duruşuna sonuna kadar sahip çıkmak ve ödetmek istedikleri bedellere rağmen ayakta kalmak ve mücadeleye devam etmektir.”
“Kadınların barış mücadelesi suç değildir”
Beyanlarını 3 ana başlık altında yapacağını söyleyen Kışanak, ilk olarak “Kadınların Özgürlük Mücadelesi” başlığı altında değerlendirmelerde bulundu:
“Kadın yaşamın kendisidir. Ne kadın bilincine sahip olduğum için ne feminist olduğum için ne de kadınlarla birlikte mücadele ettiğim için beni suçlayabilirsiniz. Ben sizi suçluyorum. Erkek devlet mantığıyla bu ülkeyi uçuruma sürükleyenleri suçluyorum. Darbeci yargı mensuplarını suçluyorum.
Suçlu olan sizsiniz. Kadınların barış mücadelesi suç değildir. Kadınların eşitlik mücadelesi suç değildir. Yok mu sağınızda solunuzda bir FETÖ’cü? Kadınların demokrasi ve barış mücadelesine devam edeceğim diye yazılsın bir yere. Bu suç ise suç işliyorum” dedi.
“Hani Kürtlere ayrımcılık yapılmıyordu, hani eşit vatandaştık?”
Kobanî Davasında yargılanmalarının sebebinin çok açık olduğunu dile getiren Kışanak, Kobanî’de IŞİD’in insanlık dışı uygulamalar yaptığını ve hala Türkiye’de Êzidî kadınların IŞİD tarafından satıldığını söyledi:
“IŞİD, yarın Şengal’de aynısını yapmasın diye yaptım. ANF’de, ‘Yarın geç olabilir ne yapacaksak şimdi yapmalıyız, Kobanî de Şengal gibi olmasın. IŞİD’i durduralım’ diye haber çıkmış. Bunun neresi suç, böyle suç olabilir mi?
İktidara diyorum; bu konudaki söylediğimiz sözleri takip etsinler, bu davanın talimatlarını verenlerin önüne koysunlar. Hani bu ülkede Kürtlere ayrımcılık yapılmıyordu? Hani eşit vatandaştık? Mütalaada, ‘kişinin siyasi düşünceleri, ırkı, cinsi, dili dava konusu değildir’ diyor. ‘IŞİD’i, durdurmak lazım, IŞİD Kürt kadınlara karşı cinsel suçlar işliyor, katliamlar yapıyor’ demek benim siyasi düşüncelerim değil mi? Neden yargılıyorsunuz?
Bunun cevabı mütalaada var. Mütalaada, Kobanî’de 200 binin üzerinde sivil insanın yaşadığı söylenmiş, ANF’de yaptığım açıklama konulmuş. Mütalaa kendisi yazmış IŞİD’in adım adım geldiğini.
Kadına karşı işlenen cinsel suçlar insanlık suçudur, zamanaşımına bile tabi değildir. İnsanlık adına, kadınlar adına onlardan hesap sormak lazım. Türkiye Cumhuriyeti'ne ve iktidarına düşen Kobanî halkının yanında olmaktı. Eğer kabul etmiyorsan, kimliği ile sorunun vardır.”
“Tarih, mahkemenin IŞİD’in yanında durduğunu yazacak”
IŞİD’i durdurmak için çağrıların yapılmasının bir insanlık görevi olduğuna vurgu yapan Kışanak şöyle devam etti:
“Ben de bunu yaptığım için mi beni suçluyorsunuz. Bunlar suçlama konusu yapıldığı için bu dava kimin IŞİD’in yanında olduğunu, kimin de karşısında olduğunu gösteriyor. Tarihe böyle geçecek. Eğer namusa, ahlaki değerlere dair bir tutumunuz varsa bu konuları suçlama konusu olmaktan düşüreceksiniz.
Sebahat, Selahattin, Gültan, Figen, Ayla bunlar insanların ölümüne neden olmadı. Hayatımız boyunca kimseye bir fiske dahi vurmamışızdır. Buradaki insanların ailelerinde bile şiddet yoktur. Böyle erdemli büyüdük. Tarih bu mahkeme heyetinin IŞİD’in yanında durduğunu söyleyecek.
“Ben IŞİD’i durdurduğum için yargılanıyorum”
İktidara buradan sesleniyorum; sabahtan akşama IŞİD bitsin diyorsunuz. Ben IŞİD’i durdurduğum için yargılanıyorum. Neden yargılıyorsunuz? 2014 yılında ANF’de haber çıkmış ve ortada ne bir dava var ne bir soruşturma var, kimsenin haberi yok. Ne zaman ki ‘karşı hamle yaparız’ açıklaması Saray’dan geldi, o zaman Selahattin ve Figen Başkan için tutuklanma kararı verildiği gibi bizi de toplayıp bunların içine koydular.
Bu utançtan kurtulmak sizin elinizde. Atanmış bir heyet ile karşı karşıyayız. Hiçbir şey hukuka uygun yapılmadı. Selahattin Başkan beyannamesinde ayrıntılı sundu. Sizden önce kararlar verildi, idam diye insanlara alkışlattılar. Herkes kendini kurtaracak ama siz bu karara imza attığınız için kurtaramayacaksınız.
“Biz ceza tehdidinden korkmuyoruz”
Süleyman Soylu, ‘Siyaset gereği İBB’de terörist var dedim’ dedi. Yarın bir gün Erdoğan da ben de öyle bir şey yaptım diyebilir. IŞİD’in yanında mısınız? yoksa IŞİD’e karşı insanlığı savunanları yargılayacak mısınız? Buna karar verin, bu sizin siyasi sorumluluğunuz. Biz bir ceza tehdidinden korkuyor muyuz, korkmuyoruz. Bu benim sorumluluğum. Doğrunun, haklının, iyinin ve güzelin yanında oldum. Yanlışa ortak olmadım, buna başka kılıflar uydurmaya çalışmadım. Siz de bununla karşı karşıyasınız.
Öz yönetim süreçlerinde ‘İnsanlar susuz kaldı, suya erişsinler, ölmesinler’ dediğimiz için bizi yargılıyorsunuz. Nerede eşitlik? 1200 sivilin ölümü iddiası ortada bulunurken, bu ölümleri cezasızlık kanuna alacaksınız ama Gültan Kışanak’ı idam ettireceksiniz.
Bir milyonun üzerinde insan evlerini bırakıp boş yerlere, dükkanlara, barakalara sığınmak zorunda kaldı. O insanların neler yaşadığını ben biliyorum. Böylesi bir dönemde belediye başkanı olmak kadar zor bir şey yoktur.
“Diyarbakır Cezaevinde bu kadar zorlanmamıştım”
Diyarbakır Cezaevindeki vahşeti yaşamış bir kadın olarak söylüyorum; Esat Oktay’ın vahşi yöntemlerinin üzerimde uygulandığı dönemde bu kadar zorlanmadım. Diyarbakır’da 28 Aralık 2015’te -8 derece havada sabaha karşı anons yaptılar, ‘çıkan çıksın çıkmayan hedef olur’ dediler. O gün 23 bin insan Sur’daki ablukada üzerinde bir hırka, gömlek ve bebekleriyle Sur diplerinde kalmak zorunda kaldı.
Belediye sabahtan akşama kadar istisnasız durmadı, belediye hizmetleri yapamayacak hale gelmişti. İnsanların ekmeği, suyu, elektriği yoktu. Belediyenin telefonları kilitlendi aylarca. Keşke hepimiz daha çok şey yapabilseydik de o gün ölümler, o vahşet dursaydı. Bunu yapamadığımız için kendimi mahcup hissediyorum.
Ama elimizden geleni yaptık. Başvurmadığımız yer, konuşmadığımız yer kalmadı. Bir kadın ve insan olarak bu kadar zorluk çeken insanlara sırtımı dönüp keyif çatamazdım. Bugün Meclis’te yapanlar gibi, yoksulların çocuklarını ölüme gönderip Saray’a gidin eğlenin. Bunu yapamadım, insanım, vicdanım var benim.
“Vali ‘Benim elimde bir yetki yok’ dedi”
Fatma Ateş 65 yaşında bir kadın. Sabahın köründe belediyeye telefonlar geliyor. Fatma Ateş, yaralanmış, kan kaybından ölecek. ‘Başkan annemizi oradan kurtarın’ diyorlar. Tam da o gün Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri, sekreteri Diyarbakır’a belediyeye ziyarete gelecek. Kati Piri de buna denk gelince bizimle geldi.
Valiye durumu anlattık. Sağlıkçıların ‘Biz gider alırız, yeter ki Özel Harekat ateş açmasın’ dediğini aktardık. Vali Bey, o dönem insani yaklaşabilen ender valilerden birisiydi ama ‘Gültan Hanım benim elimde bu konuda bir yetki yok. Bu olaylarla ilgili kişi Vali Yardımcımız Mehmet Demir’dir. Gidin onunla konuşun’ dedi.
Bir kentin belediye başkanı, milletvekilleri gidip bir şey yapalım diyor, vali benim yetkim yok bu işleri organize eden vali yardımcısı diyor. Bunu neyle izah edeceksiniz? Bunun izahı yok. Bunun tek bir izahı vardır o da BM’nin raporunun söylediği gibi insan hakları askıya alınmıştır.
“65 yaşındaki kadını kurtarmamıza izin vermediler”
Biz o gün saat 16.30’a kadar Fatma Ateş’in kan kaybından ölmesin diye yalvarıp durduk. En son ikna ettik ama ambulans gitmedi, çünkü ‘çıkarsa alın’ dediler. Fatma Ateş öldü ve bizi sokmadılar oraya. Bunun gibi daha nice hikaye var.
Bütün bunlar orta yerde dururken, Gültan Kışanak’ın ‘sokağa çıkma yasağı kaldırılsın’ isimli yürüyüşe katıldığı fotoğraf var deniliyor. Bu dertlerimizi anlatmak için adliyeye gitmiş tüm vekillerimiz, ben de adliye önünde dertlerimizi anlatmak için basına konuşmuşum. Bütün suçum bunlar. O tarafa yargılama yok, Gültan Kışanak yürüyüşe katıldığı için ve basına demeç verdiği için yargılansın. O günlerde zaten benim konuşmaya mecalim yoktu. Konuşsaydım konuşurdum, yuttum, yutkundum bir sivili çıkarabilmek için.
“Beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek”
Sur’un nüfusu 55 bin, 23 bini çıkmıştı ve hala o insanlar abluka altındaydı. Bugün Gazze’yi konuşuyoruz değil mi? Biraz da Sur’u konuşalım ki inandırıcı olsun. -8 derecede tüm belediye çalışanları toplayıp, sokak sokak insanlara yardım derdine düştük. Bu bir insanlık görevi, kimse bunun için beni yargılayamaz.
Suç işleyenler ortada, onları yargılayın. Vicdanımın sesini yargılayamazsınız. Beni yargılayamayacaksınız. Beni susturmaya hiçbirinizin gücü yetmeyecek. İnsan kalabilmek için yaşıyorum. İnsan olabilmek için vicdan sahibi olmak lazım. Hiçbir ceza tehdidi benim vicdanımın sesini susturamaz.
Oradaki insanlar bir parça ekmek için direndiler, ölmemek için direndiler. Ekmek yok, su yok; silah sesi var, bomba sesi var ve bu insanlar feryat ettiler. Sur’un nüfusu 55 bin kişiydi. O süreçte 6-7 kez 3-4 saatliğine ablukayı kaldırdılar ve sadece 23 bin kişi çıktı.
“Yoksulları Sur’dan çıkarıp atma operasyonu”
Şimdi Sur’da yeni şeyler yaptılar, kamulaştırma ile insanların evlerine el koydular. Bunun için yaptılar, bu rantı yemek için yaptılar. Onun için ben burada yargılanıyorum. Daha 1 ay önce orada yapılan otel ve restoranları ihaleye açmışlar. Yoksulları oradan çıkarıp atma, zenginleri oraya yerleştirme operasyonuydu. Bunun için ben burada yargılanıyorum.
Ne kadar kamulaştırılmış, halka kaç para verildi? Sur’da önce yaşayan insanlar kimlerdi, şu an kimlerdir? Araştırın. Sur’u talana ve ranta açtılar. Bu kadar kanın ve gözyaşının üzerinde birileri para kazandı ve utanmadılar bundan.
Her şeye rağmen bütün bu acıya, travmaya rağmen dönemin Kültür Bakanı Mahir Ünal gelsin tanık olarak dinlensin. Yıkımdan sonra bunların üzerine birileri konmasın diye İdris Baluken ile birlikte dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanının yanına gittik. Rant alanına çevirmeyin dedik. Çağırın Mehmet Özhaseki’yi gelsin dinleyin.
“Bu savaşın arkasında hırsızlık, çıkar, rant var”
UNESCO’ya kültür mirası olarak kabul ettirdik. Kayyım KHK’sının içerisinde maddeler ekleyerek, belediyenin sit alanlarının hepsini ortadan kaldırdılar. Bu savaşın arkasında hırsızlık, çıkar, rant var.
Bugün gelen askerlerin ailelerinin evlerini görüyoruz. Bu savaş doğrudan doğruya sınıfsal bir hale gelmiştir. Bu savaş bir sınıfsal karakter kazanmıştır. Bu savaşın yükünü yoksulun sırtına attınız. Yoksulun çocuğunu paralı asker diye ölüme gönderdiniz. Bu savaşa karşı çıkmak, bu ölümü durdurmak, herkesten önce işçilerin, emekçilerin ve yoksulların görevidir. Bunu durdurabiliriz. Bizim sırtımızdan para kazanmalarına izin vermemeliyiz. Yeter artık!
“Trajediye son vermenin zamanı gelmedi mi?”
Cumhurbaşkanı çatışma da yaşamını yitirenlerin ailelerini arayarak, ‘Bir savaşın içerisindeyiz’ diyor. Bugüne kadar 100 bin insanın yaşamını yitirmesine yol açan bu trajediye son vermenin zamanı gelmedi mi?
20-25 yaşında gencecik, yaşama hayali olan insanların sırtına bunu yüklemek vicdansızlık değil mi? Siyaset ne için var? Siyaseten bu sorunlara neden bir yol bulamıyoruz? Çünkü siyaseti, çözüm önerilerini, barış taleplerini yargılıyorsunuz. Böyle devam ettiği sürece bu ülke sorunları çözülmez.
Cumhurbaşkanı, ‘Bulunduğumuz coğrafyanın jeopolitik maddiyatını ödüyoruz, bu yüzden ekonomimiz böyle’ dedi. Ekonomi kayıplarımızın, bugün yaşanılan yoksulluğun gerekçesi jeopolitik konum olarak gösteriliyor. Bu ülkenin kaynaklarını heba ettiler. En önemli kaynak barışı ve huzuruydu.
“Savaş ve çatışma ayrıştırır, milliyetçiliği körükler”
İçeride huzuru temin edemeyen hiçbir yer işini doğru düzgün yapamaz. Bu kadar çok düşmanın varsa ve sorunlarına çözüm bulamıyorsan herkes istediği gibi kullanır. Neden çözüm bulamıyorsun? Neden Kobanî’ye sen yardım etmedin? Neden sorunlarımızı çözemiyoruz, neden yurttaşlarımızı insan yerine koymuyoruz?
Kürtlere sizin de hakkınız var, bu coğrafyanın kadim halklarından birisiniz neden diyemiyoruz? Bu soruya doğru cevap vermeyenin bir sorunu çözme şansı yoktur. Basınla kavgalı, siyasetçilerle kavgalı. Ondan sonra bizi terörist ilan ediyor.
En büyük terörist bu ülkenin geleceğini düşünmeyen, bu ülkeye iftira atan kişidir. Dünyanın her yerinde savaş ve çatışma ayrıştırır, milliyetçiliği körükler. Yazılı olmayan bir kuraldır bu. İnsan ilişkilerinde de bu böyledir.
“Konuşarak çözemeyeceğimiz sorunumuz yok”
Bu insanların 100 yılını neden heba ettiniz? AKP’ye yakın medyada, ‘karşılıklı milliyetçiler artıyor, başımıza bela açar’ diyorlar. Savaşın olduğu yerde milliyetçilik artar, militarizmin olduğu yerde insan hakları ihlal edilir. Konuşarak çözemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Öyle devasa bir sorunumuz yok. Yeter ki çözmek isteyelim.
Ben bugün iktidarda, bu kadar büyük laflar eden insanlarda bir çözme iradesi ve aklı göremiyorum. Hepimizin üstünde durması gereken budur. Bu ülkeye hizmet etmenin en büyük yolu barış, çözüm ve diyalog sesini yükseltmektir.
64 yaşıma geldim, sürekli terörist lafını duyuyorum. Yazık değil mi bu ülkeye? Genç bir nüfus dünyanın bulamadığı bir şey ama gençlerimizi heba ediyoruz. Emperyalist ülkeler oradan buradan işçi almaya çalışıyor. Ama bizim insanlarımız bu kavgada, bu yoksullukta ya birbirini öldürüyor ya mafyanın eline düşmüş ya da yurt dışına kaçma peşinde.
Ey iktidardakiler bunu neden yapıyorsunuz? Dış siyaset bitmiş, bir Putin kalmış o da beli değil. Kardeşim sen kendi halkınla barışmayı neden denemiyorsun, çok mu zor?
“Kadın mücadelesi, barış mücadelesidir”
Kadınlar bu savaşın en büyük mağdurudur. Bazı kadınların yaşamlarını yitirmesi, çatışma süreçlerinde taciz ve tecavüze maruz kalmaları, ganimet olarak satılmaları, göç yollarına düşmeleri, şiddetin kanıksanması nedeniyle şiddetin artması…
Bu savaşın çıkmasına ve devam ettirilmesine karar veren erkekler ama en ağır bedelini yaşayan kadınlar. O yüzden dünyanın neresinde bir çatışma varsa kadınlar canlarını dişlerine takıp o savaşı durdurmak istiyorlar. O yüzden kadın mücadelesi barış mücadelesidir. Barışın olmadığı yerde bizim kendimizi koruma şansımız yok.
Kobanî’de IŞİD saldırılarında en az 300 bin kişi Türkiye tarafına geçti, çadırlarda kaldı. Bunların çok büyük bir kısmı kadınlar, yaşlılar ve çocuklardı. Hepsinin gözü sınırdaydı. Bir an önce çatışma bitsin diyorlardı, evlerine dönmek istiyorlardı. Biz Kobanî’nin o durumunu gördüğümüzde kimse dönmez diyorduk ama insanlar döndüler.
Kimse mülteci olmak istemez. Kadınlar şunu çok iyi biliyorlar; savaş demek kadınların tüm haklarının askıya alınması demek. Kadınlar bunu bildikleri için dünyanın her yerinde barış mücadelesi için en öndeler. Barış mücadelesi kadınların yaşam mücadelesidir.
“Kadınların tek bir derdi var savaş bitsin, kimse ölmesin”
Şu anda erkekler Gazze’deki savaşı rakamlara indirgemişler. Oradaki rakamları yarıştırarak mı siz siyaset yapıyorsunuz? Orada o bombardıman altında yaşamını yitiren, yaralanan, çocuğuna bir parça yemek arayışına giden kadınların acısını yüreğimizde hissediyoruz.
Ama sabah akşam Gazze’yi ağızlarına pelesenk edenler, kadınların feryatlarını duymuyorlar, kadınların yaşadıkları da çok da umurlarında değil. Şu anda Batı Şeria’da Filistinlilerin hakları varsa kadınların mücadelesinin sonucudur.
Dünyanın başka coğrafyalarındaki savaşın yükseldiği yerlerde kadınlar ya terörist ya da vatan haini olarak ilan ediliyorlar. Kadınların tek bir derdi var savaş bitsin, barış olsun, çözüm olsun, kimse ölmesin. Kadınlara karşı insanlık suçu işlenmesin. Bunu söylüyor kadınlar.
“Kadınlar barış talebinin en güçlü savunucularıdır”
Yugoslavya dağılırken kadınların ne yaşadığını biliyor musunuz? Bu etnik çatışmanın durması için ne mücadele verildiğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Bunu öğrenme derdimiz yok. Savaş kutsanması gereken bir şey ama barış suç, kafa böyle. Sırbistan'da kadınlar, Belgrad Meydanında toplanan kadınlar siyah giyinerek savaşa tepkilerini ortaya koydular.
Bizim ülkemizde ne oldu? ‘Bu savaşa ortak olmayacağım’ diyen akademisyenleri sürüm sürüm süründürdüler, biz de yargılanıyoruz. Barış olsun dediğim için yargılanıyorum. ‘Mücadele siyasetle olur, bu ölümler dursun’ diyen Kürt olmayan kadınlar da vatan hainliğiyle suçlanıyorlar.
Ne vatan hainiyiz ne teröristiz, biz kadınız kadın… Onurlu bir barış istiyoruz, erkeklerin çatışmasından bıktık. Kadınlara ne terörist diyebilirsiniz ne vatan haini. Kadınlar yüreklerinden gelen sesle dünyada olduğu gibi barış talebinin en güçlü savunucularıdır. Kadınların barış mücadelesi asla ve asla suç olarak gösterilemez.
“Tülbenti yere atmak ahlaki kuralları hatırlatmaktır”
90’lı yıllardan bu yana kadınlar, bir taraftan kadın olarak yaşadıkları sorunları çözmek için mücadele ederken, Kürt kimliğiyle yaşanılan sorunları çözmek için demokratik bir taraf da oldular. Örgütlendiler, eylem yaptılar, yaşadıkları sorunları dile getirdiler.
90’lı yıllardan bugüne demokratik siyasette yer alan kadınlar içerisinde Barış Anneleri hep ön saflarda yer aldılar. Bir tek sözleri vardı; ‘Benim yüreğim yandı, başka anaların yüreği yanmasın’. Partimizin kongrelerine, yaptığımız toplantılarına bakın Barış Anneleri oradalar. Bu bize, bütün kadınlara barış konusunda mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatan bir sembol. Bunları gördükçe mücadele ediyoruz.
Kürt kadınlar için başındaki tülbenti yere atmak kültürel bir koddur. Çözülmesi gereken zor bir çatışma, kavga varsa, kadın kalkar beyaz tülbentini yere atar ve o savaş, çatışma durur. Onun için o analar başlarına o tülbentleri takıyor. Tülbentin yere atılması ahlaki kuralları hatırlatmaktır. Bu kültürel kodlarımızla da barış mücadelesini kendimize şiar edindik.
Türkiye feminist kadın hareketinin bu konuda çalışmaları oldu. 8 Mart mitinglerinin ana konusu barıştır. Barış için kampanyalar, nöbet eylemleri yaptık. Barış, barış ve barış dedik. Savaşın bize ne kadar ağır bedeller ödeteceğini bilerek yaptık. Biz kız kardeşlik hukukumuzu korumak için mücadele ettik. Bu topraklardaki kadınların barış mücadelesi, Filistinli kadınların mücadelesinden az değildir. Barış İçin Kadın Girişimi adı altında bir platform oluşturduk. Her hafta barış nöbetleri tutuldu, kadın toplantılarında barışın neden önemli olduğu anlatıldı. Ama bugün görüyoruz ki bunları suç olarak buraya koymuşsunuz.
“Çözüm Sürecini heba edenlerden davacıyım”
PKK ve hükümet arasında bir görüşme başlamıştı. Sayın Öcalan ile devlet arasında görüşme başlamıştı. BDP’de hükümetin de kabul ettiği bir demokratik kulvarda bu işi çözmek konusunda üzerimize düşeni yapmak için rol aldığımız bir süreçti. Bu süreçte kadınlar, kadın özgürlük mücadelesi adı altında bir araya geldi Çözüm Sürecine dahil olmak için.
Dünyanın neresinde kadınlar buna dahil oldu? Sorunlarımız nedir diye dahil olmak istedik. Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi ile nasıl olur bunun üzerine binlerce toplantılar yaptık. Her yere gittik. Bu çabalar sonucunda da Ceylan Bağrıyanık İmralı’ya giden heyete dahil oldu.
Akil İnsanlar kurulurken, daha fazla kadın olsun diye mücadele ettik. Bizim mücadelemiz sonucunda Akil İnsanlar Heyetine kadınlar dahil oldu. Şimdi bunların hepsini önümüze suç olarak getiriyorsunuz. Bunlar suç değildir.
Çözüm Sürecini heba edenlerden davacıyım, masayı devirenlerden davacıyım, Dolmabahçe Mutabakatı’nı bir gün önce açıklayıp sonra haberim yoktu diyenlerden davacıyım. Çözüm Sürecine dahil olmak için ortaya koyduğumuz emeği suç olarak gösterenlerden davacıyım. Bu davalar tarih karşısında mutlaka yer bulacaktır.
“Öcalan barış rolünü yerine getirmeye hazır”
Sayın Öcalan ile ilgili yapılan bazı yürüyüşlere, mitinglere katıldığım için suçlamalar var. 2012’de yapılan açlık grevinde cezaevlerinde tabut çıkmasın diye yürüyüşe katıldığım iddiaları var. Sayın Öcalan’ın barış konusunda bir misyonu olduğunu, çözüm konusunda bir imkanı olduğunu sadece biz değil devlet kabul ettiği için 28 Ekim 2012’de Başbakan Erdoğan’ın ağzından duyduk İmralı’da görüşmeler yapıyoruz diye. Neden yapıldı?
Burada bir imkan var, Sayın Öcalan kendi rolünü böyle tarif etti. Ben gazeteciyim, siyasetçiyim, kadın aktivistiyim, Türkiye siyaseti tarihinin tanığı ve aktörlerinden birisiyim. Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarkenki konuşması hala aklımda.
Türkiye’ye getirildiği günden bugüne komplonun bütün ayaklarını teşhir etti. ‘Benim misyonum barıştır, buradayım, hazırım’ dedi. O gün bugündür de barış için katkı sunuyor. Devlet de her politik değişim olduğunda oraya gidiyor. Türkiye’ye getirilme tarihi olan tarihte yürüyüşe katılmışım, 4 Nisan’da Halfeti'de bir tören var oraya gitmişim.
Ey hükümet, iktidar; 2013’te Hakan Fidan Sayın Öcalan’ın mektubunu getirdi, 21 Mart Newroz’unda okundu. Daha üzerinden ne kadar geçti de suç oldu? Bunun adı suç uydurmaktır. Bunlar meşru, demokratik taleplerdir. Kanıtı yok, bilirkişisi yok.
Yine aynı taleplerle cezaevlerinde şimdi de İmralı kapılar açılsın diye açlık grevleri var. 2012’de de aynı talepler vardı. Sadullah Ergin beni aradı, ‘Öcalan’dan mektup geldi kardeşine verdik, açlık grevlerini bitirin’ dedi. Ne olmuş ben açlık grevleri bitsin dediğimde? Polis tutanaklarının tarihi 2012. Bana tuzak mı kurdunuz, neden fezleke olarak göndermediniz? Yok öyle konjonktüre göre suç çıkarma olayı. 2012-2013’te hangi noktada isem yine aynı noktadayım.”
“Seçim için değil, akan kanı durdurmak için”
Bu sorunun iki boyutu vardır. Bir boyutu silah, çatışmadır. Sayın Öcalan’ın çözme odağı olduğunu hükümet de biliyor. Bu akan kanı durdurmak için İmralı kapılarını açın. Seçim zamanı kapısını aşındırmayın, bu ülkenin evlatları için yapın, bu da suç değildir. Kürt sorununun ikinci boyutu ise hak ve özgürlükler konusudur.
Siyaseten bu sorunları konuşup çözmeliyiz. Umarım bu bir sonuç alır ve Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılır. Sayın Öcalan’ın çözüm konusunda hükümetin eline sunduğu metinler var. Bu politik programların içeriğini de en iyi Cumhurbaşkanı, Hakan Fidan ve Sadullah Ergin biliyor.
Türkiye’deki Kürt sorunu çözülmeden Suriye’deki sorun da çözülmez. Biz Türkiye’de Kürt sorununu çözmüş olsaydık, Suriye’deki Kürtlerle aramızda bir barış ve kardeşlik köprüsü kurardık. Bunun ne sorunu var ki? Emperyalistler, klasik sömürgeciliği bırakıp bu ülkeden giderken, Kürt sorununu bu hale getirdiler.
Türkiye bu sorunu çözerse, Irak’ta yaşanan sorunlar da çözülür. Biz çözemediğimiz için orayı tehdit olarak alıyoruz. Herkes bize imrensin, çözelim. Suriye, Irak, Rojava, İran bize baksınlar, Türkiye bu sorunu çözdü desinler. Biz savaşı körükleyen değil barışı oluşturan bir ülke olmalıyız. Yoksa Ortadoğu’da kazanın nasıl kaynadığını herkes biliyor. Bu coğrafya jeopolitik konumuyla büyük bir avantajdır, dezavantajlı değildir.”
Duruşma bugün devam edecek. (AS)