En eski rol modeli olarak nitelendirebileceğimiz Yüz Yıl Uyuyan Güzel, mükemmel kadına kusursuz bir örnektir. Masalda periler daha doğumunda gelip, prensese, tek tek hediyelerini sunarlar; dünyanın en güzel kızı olması, melek huylu olması, zarif olması, güzel dans edip şarkı söylemesi gibi.
Masallardaki bütün prenseslerden ideal anne ve eşi olmaları beklenir. Bu da yetmez; nedense eline iğne batarak uykuya dalan (uyutulan, uyuşan, edimsizleşen) "prenses" bir de, güzelliği bozulmadan yüz yıl uyumak ve erkeğini beklemekle yükümlüdür.
Tabii beklerken, kendini korumalı, "yatağının" etrafını korkunç çalılarla sarmalıdır ki, bir tek "prensi" bu çalılıkları aşıp ona ulaşsın ve onu bir "öpücüğü" ile asri uykusundan uyandırıp "hayata döndürsün".
Hayatı o geldikten sonra başlasın ve sonsuza kadar mutlu mesut sürsün. 1697'de Charles Perrault tarafından her masalın altına yazılmış şu öğütler, durumun vahametini pek güzel anlatır.
Öğüt
kimi geç kız bekler yıllarca
bulmak için cesur ve güçlü bir koca,
ama sanmazdım ki, bekleyebilsin bir kadın
yüzyıl boyunca umutsuzluğa kapılmaksızın.
şimdi bu masal öğretti bana,
yüz yıl da beklense geç değil hâlâ.
Günün birinde gelir sizin de sıranız, bir de bakarsınız aşıksınız.
Benzer şekilde Külkedisi masalında da, prense ulaşmak için, 100 yıl beklemek yerine, ocakta yatmak, tüm evin işini görmek, üvey anne ve kızkardeşlere hizmet etmek gerekir. Tüm bu işler evlendikten sonra aynen tekrarlanacak da olsa, sonunda bu eziyetler bir şekilde ödüllendirilecektir.
Bu masalda iyi ve kötü kadın karşılaştırılmasına da tanık oluruz; iyiler güzel, saf, çalışkan ve sürekli ezilirlerken, kötüler çirkin, tembel ve genellikle hile ve büyü peşindedirler.
Bu arada iyi niyetli köleliğin sonucunda alınan balo ödülü bile sınırlıdır. Geceyarısı on iki, çok önem arz eden kritik bir saattir.
Bu saatten sonra tüm büyü bozulur, "prenseslik" elden gider. Zamanında eve gelinmelidir ve fakat gelirken "prense" küçücük de olsa bir umut, bir mavi boncuk, bir telefon numarası, bir ayakkabı teki bırakılmalıdır.
... önce onun gibi tatlı ve kibar olmak gerek,
sonra işten değil bir prensin gönlünü çelmek.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler da iki masalla aynı özelliklerini taşır; üvey anne elinde cefalar çeken güzeller güzeli "Pamuk" Prenses, saraydan atılır, saflığı ile avcının merhamet duygularını kabartarak ölmekten (ya da daha beteri "kötü yola düşmekten") son anda kurtularak, "erkekliğin yedi hali" olan cücelerin evine atar kendini.
Burada da, daha önce nasıl yaşayabildikleri bilinmeyen cücelerin tüm bakımını üstlenir, gündüz ev işlerini yapıp evi ve madenden ya da ormandan dönecek olan "yedi hali" bekler.
Nedense cüceler, "baltalar elimizde" şarkısını tuttururlar ormana giderken. Baltalar, uzun ipler ve prensesle çok mutlu bir şekilde yaşarken, tüm erkeklerin korkulu rüyası olan, vamp kadın, kraliçe gelir ve büyülü elmasıyla tüm huzuru bozar.
Bunda prensesin de suçu vardır çünkü tüm tembihlerine rağmen cüceleri dinlememiş, evde yalnız kalırken bir yabancıya kapıyı açıp onu içeri almış ve hatta onunla konuşmak gafletine düşmüştür.
Bu hata cezasız bırakılmamalıdır. Kaçınılmaz son prensesi beklemektedir. Yasak elmadan aldığı bir ısırıkla prensesimiz yine uykuya dalar ve yine güzelliğini koruyarak cam bir "tabutun" içinde prensini bekler.
Küçük kızların kendilerini nelerden ve nasıl korumaları gerektiğini çok güzel bir şekilde anlatan bir başka masal da, Kırmızı Başlıklı Kız'dır. Kocası olmayan (ya da ona danışmayan) anne, kızını tek başına ormana yollar.
Kız tek başına ormanda savunmasızca dolaşır, bakir ve saf bir şekilde çiçek toplar. Tabii pusuda hazır bekleyen ve hain emelleri olan "kurt" hemen avının peşine düşer. Kırmızı Başlıklı Kız kurtla konuşarak hayatının en büyük hatasını yapar.
Bu hata yalnız başına yaşayarak zaten tehlikede olan büyükannesinin de sonunu hazırlayacaktır. Büyükannesini yemiş ve onun kılığına girmiş olan kurtla kızın karşılaşmaları ve diyalogları hayli ilginçtir. Masalın 1600'lerdeki orijinalinde, kurdun öncelikle kızdan üzerini çıkarıp yanına yatmasını istemesi de garip bir durumdur.
Kurdun kolları daha sıkı sarılabilmek ve bacakları daha iyi koşabilmek için uzun, kulakları daha iyi duyabilmek ve gözleri daha iyi görebilmek, dişleri daha iyi yiyebilmek için büyüktür.
Bu ürkütücü tablo, küçük bir kız çocuğuna istenilen bütün davranış şekillerinin kazandırılması için, mükemmelce yaratılmış bir plandan başka nedir ki?
Fakat bu masalda küçük de olsa rahatlatıcı bir yan vardır. Kırmızı Başlıklı Kız, son anda gelen kurtarıcısı avcı ile evlenip sonsuza kadar "mutlu" yaşamaktan, aradaki yaş farkı sayesinde kendini kurtarır.
Masallardaki "güzellik" ve "çirkinlik" kavramları ise sürekli bir lehte aleyhte ilişkisi içindedir. Genellikle çirkin olan erkektir ve kadın kocasını bu çirkinliği ile sevmeye, onu kabullenmeye zorlanır.
Ancak ve ancak onlara bu çirkinlikleriyle katlanabilme ermişliğini gösterdikten sonra hepsi birer prense dönüşecektir. Güzel ve Çirkin'de, ya da Kurbağa Prens'te olduğu gibi hiçbir masalda çirkin bir kıza aşık olunduğu görülmemiştir.
Ayrıca kötü büyülerle erkekleri çirkinleşen bu erkekler içinde bulundukları durumdan, kadına ya emrederek ya da onu oyuna getirerek kurtulurlar. Büyülenmiş kadınlar ise asla erkekler kadar çirkinleşmezler fakat onlardan daha acınası durumlara düşerler.
Rapunzel büyülenmiştir ama nasıl? Sadece saçı uzamış ve yine bir zindana kapatılmıştır. Yine tek kaçış yolu bir erkekten ve çekeceği eziyetlerden geçmektedir.
Saç, süpürge olduğu gibi gerektiğinde merdiven de olabilmektedir. İlginçtir ki, adam kadının hayatını, saçlarına tırmanarak kurtarır ve büyü bir öpücük yerine saçların kesilmesi yardımı ile bozulur.
Son dönemdeki Şrek çılgınlığı da masalların geldiği son noktayı çok iyi bir şekilde yansıtıyor. Şrek, bütün masalları, prenseslik ve prens statülerini "ti"ye alsa da cinsel kimlik eleştirileri çok hatalı bir yerden gelişir.
Bu çizgi filmde de güzel prenses ile çirkin dev vardır ve sonunda kabullenen ve erkeğinin yurduna götürülüp orda, onun kurallarıyla yaşaya zorlanan yine kadındır.
Şrek'e aşık olan prenses sonunda onun ormandaki bataklığında ve onun gibi yeşil çirkin bir deve dönüşerek mutluluğu yakalayabilir ancak. Bu sefer kadın kabullenmekle kalmayıp bir de tamamen ona benzer.
Filmdeki cüce kral ve yakışıklı prens iticiliklerini ve kötülüklerini korkaklıklarından, fazlaca kırılgan ve kadınsı edalarından alırlar çokça. Ayrıca diğer masallarda ve çizgi filmlerde olduğu gibi, kişileştirilmiş hayvan karakterler, zekaları ve espri güçleriyle genelde yine erkektirler.
La Fontaine'nin kargalarından, karıncalarından tutun da Nemo'nun, Shark Tale'in balıklarına kadar hayvanların zengin dünyalarının kahramanları, kız çocuklarının özdeşim kurmalarına izin vermemektedir.
Zaten masalların tümünde peri ve cadıların dışında, öyküleri değiştirme gücüne sahip olanlar erkek karakterlerdir, kadın karakterler ise sadece bundan etkilenen edilgen varlıklardır.
Ortaçağ Avrupası'nın masallarından Hollywood'un çizgi filmlerine değişen pek bir şey yoktur açıkçası. Çocuklar cinsel ayrımcılığı, tarihin eril tahakkümünü ve toplumsalın koyduğu cinsiyetçi baskıyı çok küçük yaşlarında masallardan edinerek güzelce eğitilirler.
Her çocuğun masala ihtiyacı vardır ve olmalıdır da ama...(SK/BA)