Yeni dilleri arama girişimleri ise bu küçük haylazların geçici hevesleri olarak günün modası kabul edilmiştir. Gerçekten de farklı bir alan açmaya çalışmak, renklenmek, çeşitlenmek sadece bir heves olarak algılanabilir mi?
Böylesi bir heves daha 70'li yılların başında Fransa'da kendini göstermeye başlamıştır. Fransız feministleri, kadının erkek-egemen bir dil içinde temsil edilemeyeceğini, konuşamayacağını ve de yazamayacağını öne sürerek ona yeni bir dil kazandırmanın peşine düşerler.
Bu dil, sadece kadının bedeninden, imgeleminden, kadındaki saklı ve bastırılmış sözcüklerden kaynağını alan, ikili karşıtlıkları, çizgisel zaman anlayışını ve uygarlık tarihi içinde kadına yakıştırılmış olan tüm ikincil temsilleri reddedip bozar. Fallusmerkezlisözü ve erkek-egemen kültürü yok etmek, değiştirebilmek için bir çaba olan bu dilin yazındaki karşılığı dişil yazın (ecriture feminine) dır.
Fransız feministlerinin 70'lerde kaçınılmaz olduğunu söyledikleri bu dil, kendine 2000'lerin Türk Edebiyatı'nda bir yer bulabilir mi?
Böyle bir dile ihtiyaç var mıdır ya da kadın yazarların kendileri, erkeğin dili içinde yazmak yerine yeni bir dilde yazmak isterler mi ve dahası buna cesaretleri var mıdır?
Elif Şafak'ın Romanları Dişil Yazın için Bir Örnek Olabilir mi?
Elif Şafak kendisi hiçbir zaman böyle bir iddiayı telaffuz etmese de romanlarıyla bu cesareti göstermiştir.
Romanları, dişil yazınıyla benzer özellikler taşır. Dil tezatlarına ayrılır ve çok katmanlılık önemsenir. Yazar, akıl odaklı kurgudan, dilin ikinci plana atıldığı romandan uzakta durur çokça.
Zamanda ve mekanda kaymalar yapar, olmadık insanları ve sıfatları yan yana getirir. Yarattığı evrende tüm karşıtlıklar kardeştir ve biraradadır.
Yazar, erkek-egemen söylemin üzerine kurulduğu ikili karşıtlıkları romanlarında sürekli yan yana koyarak gülünç hale getirir ve yok eder: cücenin şişmanla, varlığın yoklukla, görünenin görünmeyenle, kadının erkekle, efsanenin gerçekle, doğunun batıyla, çekicinin iğrençle kurduğu dostluk, var olan algılama ve tanımlama reflekslerimize indirilen darbelerdir aslında.
Kurguladığı döngüselliğin içine bir de tekrar eden ve kadınsı sembolizmini imleyen metaforlar yerleştirir. Beden, bütün romanlarında önemli bir yer tutar fakat bu önem bedeni putlaştırmak için değil bedenin acımasız sesini daha iyi duyabilmek içindir.
Anti-kahramanlarının hemen hepsinde var olan meczupluk ve ötekilik iğrenç olana, onu kutsallaştırmadan, hakkettiği saygıyı geri vermektedir. Çünkü Kristeva'nın önerdiği gibi iğrenç olandan korkulmamalıdır.
Tersine, onun değiştirme gücünden yararlanmalı, dinin ve uygarlığın bizi uyutmak için oluşturduğu anlamından sıyırıp, tersi bir anlamlandırmayla tekrar sanata sokulmalıdır.
İlk bakıldığında Araf da ötekiliğin romanıdır fakat bu sefer romanın dili ve üslubu onu merkeze çekmeyi başarmıştır.
Araf ve Dişil Yazın/ Araf'taki Dişil Yazın
Araf'ta ilk olarak Şafak'ın dil üzerine sarf ettiği çabanın en aza indirgendiğini görürüz. Ancak bu sefer dil bir sorunsal olarak romanın konusu haline gelmiş ve fakat seçilen dil arafta kalmıştır.
Dil aslında ne İngilizce ne Türkçe içindir, ne erildir ne dişil. Bir taraftan modern romanın gerekirliklerini yerine getirir ama bir taraftan postmodernin dişil yazın için sunduklarından yararlanır.
Yerel kökler hala "iz sürmektedir" fakat başka bir dilde düşünmenin ve yazmanın rahatsızlıkları kendini hissettirmektedir. Yazar da kendine belli bir yer bulamamıştır sanki.
Hem yaratıcı olarak karakterlerin efendisidir, hem sosyolojik yorumlarıyla okuyucunun öğreticisi, hem de romanın her iki tarafa birden savurduğu dinleyicisidir.
Okur bu gidiş gelişler içinde kendine de, bütünüyle romana da tam anlamıyla bir yer yurt edindiremez gerçekte.
Sonuçta romanın bizzat kendisi ele aldığı konunun temsili haline gelmiş ve birçok yönden eşiği atlayamayıp orada kalakalmıştır.
Bir taraftan da Araf ne o ne bu ama hem o hem de budur ve kendisi iki başlılığın reddidir. Romanın kendisinin arafta kalmasından bu kadar da korkulmamalıdır aslında ve Kristeva'nın iki aradalığa denk düşen iğrenme kavramının değiştirme gücü bir kez daha hatırlanmalıdır. Delilik arafta olmanın bir başka halidir ve orta sınıf ahlakının boğuculuğuna karşı dayanma noktasıdır adeta.
Delilik, bu düzen için kurtulunması gereken bir başka korkutucu hal olan intiharla eşleşir. Roman bir Türk'ün koltuklarını en çok kabartan araf mitinde son bulur.
İki kıtayı birleştiren ülkemizin, bu görevi mağrur bir edayla taşıyan şehrinin köprüsünde, yani arafın arafında ya da arafın en merkezinde biter roman.
İstanbul sonsuzluğu, ikili-karşıtlıkların birlikteliğini, kadını, arafı imlemesiyle aslında doğunun kadınsılığı mitini bir kez daha tekrar edip güçlendirir.
Romanın en delisi ve en arafta duranı Gail, bu kadın şehirde sonsuzluğa bırakır kendini; delilik ve intihar arafın merkezinde bütün olurlar.
Fakat Şafak, Gail'in bir Amerikalı olarak İstanbul'un keşfedilmeyi istemeyen dişi sesini duymasına izin vermez çünkü belli ki yaşadığı şehre oryantalist bir bakış istemez oysa ki kendisi de bunu yapmaktadır.
Araf'ın Dişil Yazın Okuması
Görünürlüğü ve anlaşılırlığı dili ve kurgusu nedeniyle tehlikede olsa da Araf'ta dişil yazın için önem taşıyan imgeler kullanılır, temalar tartışılır ve karakterler resmi geçit yapar.
Debra Ellen Thompson'ın feminist hareket için olmazsa olmaz bir fikri vardır ve bu da dil üzerinedir. Ona göre kadınların Kasti Çarpıtma Metodunu kullanmaları gerekmektedir, bu "metot egemen eril dilsel kodları tersyüz etmeyi ve aşağılayıcı kelimeleri ters anlamları ile kullanmayı" içerir.
Romanın diğer bir karakteri, blumialı Alegre de dili tartışmak için seçilmiş gözükmektedir.
Yazar, onun yardımı ile bizi kendisinin Mahrem'de oluşturduğu nazar sözlüğüne benzer bir nazar dili ile tanıştırır. Cixous kadın dilinin sese, ritme ve bedene daha yakın olduğu inancını taşır.
Alegre'nin sekiz teyzesi de kendilerine ait nazar dilleri içinde konuşur ve bir sonraki nesile dişil bilgiyi bu yolla aktarırlar.
Bu dilde kelime yoktur, onun yerine "gözlerle, pötürtülerle, kıkırtılarla, kahkahalarla" konuşur kadınlar. Yazma ve aslolan konuşma gücüne sahip olan erkekler romanda kendilerine hemen yer bulurlar.
Ömer, Piyu ve Abed yeni bir dile "sahip olabilmek" için "daha fazla kelime daha fazla güç demek" şiarıyla sürekli İngilizce kelime oyunu oynarlar.
Gail'in dili öğrenme süreci ise annesiyle oynadıkları cennet kasesi adlı oyun yolu ile olur. Bu babanın diline doğmuş olmanın bir tersinlemesidir adeta.
Hayatı boyunca kafasında taşımaya karar verdiği kaşık, bu oyunu ve "kendisine yamanan her ismin silinebilineceğini, yerine başka bir ismin harflerinin konulabilineceğini" hatırlatmak içindir.
Helene Cixous kenara itilmişlerin dili olan dişil dilin sonu ve başı olmadığını ve yazında bütün bir özne karakterinin bulunmaması gerektiğini söyler.
Zira Gail'de roman boyunca bunun peşindedir ve düzenin benliklere sahip olmak için yapıştırdığı bütün isimleri reddetmeye çalışarak kendine farklı benlikler yaratır.
Roman, kadın mitlerinin korkutuculuklarıyla da dalga geçmeyi unutmaz bu arada. Kristeva dişil dilin döngüsel (cyclical time) ve anıtsal (monumental time) bir zaman içinde var olabileceğini savunarak sonsuzluğun ve anıların içiçe geçtiği bir zaman anlayışını önerir.
Zamanın döngüselliği sorunsalını, bir erkek üzerinden tartışmayı yeğler Şafak. Ömer'in en sevmediği şey zamandır ve bunu en sevdiği şeyle, müzikle ölçer.
Çünkü "şarkıların döngüsel hareketi, çizgisel zamanın dönüşsüzlüğünün yükünü azaltır." Cixous'ya göre bir kavramın diğeriyle sürekli eril bir savaşım içinde olduğu ikili hiyerarşiler, kadının ötekiliğini dilde sürdürmektedirler.
Araf'ta az da olsa da zıtlıkların biraradalığı kullanılmıştır. Gail'in dişinin adı west ve erkek olanın the rest olan kedileri doğunun kadınlığının tersinlemesidir adeta.
Faslı Abed'in Amerika'ya ziyarete gelen annesi Zehra'nın yıllar önce kapısına gelen korkutucu ağızsız dilenci kadın ile konuşkan Gail, Abed'in rüyalarında aynı kadın oluverirler. Doğu mistisizminin bize bahşetmiş olduğu cin imgesi de ikiliklerin yokluğundan alır ürkütücülüğünü.
Döngüselliği, sıfırı, kadın bedenini ve klitorisi anımsatan ağız imgesiyle de romanda pek çok defa karşı karşıya geliriz.
Ağızsız dilenci kadının lanetiyle, Abed'in (erkeğin) karnında ağıza benzeyen bir leke oluşmuştur. Alegre'nin içinde aç dişi bir ağız vardır ve bu ağız "tam bir sıfırlamanın, kasıtlı bellek kaybının özlemini" çeker.
Bunun için Alegre sürekli kusarak rahatlar, sıfırlanır. Gail Ömer için dönüşsüz noktadır, sıfırdır, hayatın dönüşsüzlüğünden, ebedi düşmanı zamandan duyduğu korkunun aynadaki yansıması ve ötekisidir.
Aslında Ömer hayatındaki en önemli noktaları zaten en başından Amerika'ya gelişiyle Omer olarak yaşamından çıkarmak zorunda kalmıştır.
Yazın hayatında yeni bir dil arayışının habercisi olduğunu düşünebileceğimiz Elif Şafak, babaların edebiyat çevresinde ünlendikçe sonsuzluğu imleyen noktalarını kaybetmiş ve Türkiye'de bırakmış gibi görünmektedir.
Kurguya verdiği önem ve dili arka plana atışı, dişil yazına ters düşerek dilini erilleştirmiş, kelimelerin dizilişini düzgünleştirmiş ve cümlelerin mahiyetini ciddileştirmiştir.
Önceki romanlarında görülen, bedenin gerçek sesi, samimi dili ve tadı Araf'ta kendini pek belli edemez. Kullandığı mizah ne yazık ki bu sefer kendi çözümlemeleri ve oluşturduğu kurgusu içinde boğulmuş ve çokça da sırıtmıştır.
Tüm bunlara rağmen Elif Şafak ele aldığı konular ve yarattığı karakterlerle kadına hep iltimaslı davranmıştır. Fakat nihayetinde Araf, dişil yazın için de, okuyucusu için de, kendisi için de arafta kalarak şimdilik babaların edebiyat düzenine yenik düşmüştür. (SK/BA)
* Senem Kale'nin yazısı, Milliyet Sanat Dergisi "Yeni Yetenekler Eleştiri 2005 Ödülleri" üçüncüsü.
** Senem Kale 1979 İzmir doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde "90 sonrası Çağdaş Türk Edebiyatında Kadın yazarlar" genel başlıklı tezini, akademiyle uyuşmadığını fark ederek yarıda bıraktı. Halen masallar, makaleler yazıyor.