Florides 1959'da doğmuş, "Doğum kağıdımda İngiltere'nin Kıbrıs sömürgesi olduğu yazıyor" diyor: "Aslında Lefkoşa'da Suriçi'nde doğmuşum... Ama ailem Leymosun'a taşınmış ben 3-4 yaşlarındayken, o nedenle kendimi Leymosunlu sayarım, hayatımın çoğunu Leymosun'da geçirdim..."
Adonis'le bundan birkaç yıl önce "cyprus-peace.org" web sitesinde tanışıyoruz. Turgut Durduran ve Eser Keskiner'le birlikte, ilk iki toplumlu haber sitesini kotaranlardan biri Adonis.
Kelepçe yakında gösterimde
EURIMAGES desteğiyle hazırladığı son filmi, uzun metrajlı komedi "Kelepçe" önümüzdeki günlerde gösterimde olacak. Barış hareketinde en iyi bilinen yapımı "Êspresso" adlı film...
Adonis'le çocukluğu ve gençliğinin geçtiği Leymosun günlerini, 1974'te yaşadıklarını, film dünyasına girişini, çıkardığı yeraltı dergisini konuşuyoruz...
Adonis, Leymosun'da büyümek nasıl bir duyguydu? Ne tür bir şehirdi Leymosun? Çünkü herkes Leymosun'un çok kendine özgü olduğundan söz eder...
Leymosun gerçekten çok özgün bir şehirdir, bugün bile... Leymosun, diğer yerlere göre daha kozmopolit bir yerdir, çünkü bir liman şehridir. Ve tüm dünyada liman şehirleri kozmopolit olur, iç bölgelere göre daha fazla tolerans gösterilen yerler olur liman şehirleri... Gerçekten de 1974'ten sonra Leymosun değişti, bu değişim bizim için çok büyüktü... Çünkü göçmenlerin çoğu buraya yerleştirilmişti, Leymosun kabul etti göçmenlerin çoğunu...
Göçmenler nereye yerleştirildiydi?
Leymosun çevresine, göçmen kamplarına yerleştirilmişlerdi. Önce göçmen kamplarına yerleştirildiler, sonra biraz daha iyileştirilmiş konutlara geçtiler ama hala Leymosun'dadırlar... Düşünün Leymosun 1974'te 40-45 bin kişilik bir şehirdi, 1974 yazıyla birlikte bir anda nüfusu 120-130 bine çıkıverdi... Bu korkunç bir değişimdi Leymosun için...
O zaman göçmenlerin Leymosun'a adaptasyonunda sorunlar yaşandı mı?
Evet sorunlar oldu, hala sorunlar var. Esas sorun, göçmenlerin Leymosun'la özdeşleşmiş olmamalarıydı, orasını kendi şehirleri olarak görmediler asla... Bu benim duyumsamam... Şehirle ilgili yerel yönetimle ilgili konularda örneğin biraz uzak durdular, araya mesafe koydular. Leymosun'da yaşayan 40-45 bin kişi vardı.
Kıbrıslı Türkler gitti Leymosun'dan, ardından bir süre sonra Leymosunlular da kent merkezini terk edip kentin varoşlarına yerleşmeye başladılar. Şimdi Leymosun merkezi neredeyse bomboştur, kimse orada yaşamıyor, işte dükkanlar var, bankalar var, off-shore şirketler var ama kimse kent merkezinde yaşamıyor artık. Şimdi artık orada yabancılar yaşıyor, yabancı göçmenler, kaçak işçiler yaşıyor...
Leymosun çok kozmopolit, çok-kültürlü bir şehirdir bugün... Orada büyük insan toplulukları yaşar, örneğin zengin Ruslar yaşar, Suriyeliler yaşar, İranlılar, Iraklılar, Sri Lankalılar, Filipinliler, Bulgarlar yaşar... Pontuslu Rumlar da var ama onlar daha çok Baf'ta yaşar...
Kıbrıslı Türkler de yaşıyor Leymosun'da
Çok kültürlü bir şehirdir Leymosun, en fazla sayıda Kıbrıslı Türkün yaşadığı yerdir örneğin, 500-600 kadar Kıbrıslı Türk Leymosun'da yaşar... Kıbrıslı Türklere bugün "çingene" diyorlar ama daha önce böyle demezlerdi, daha önce "Gullufi-çilinciri" derlerdi, bu Kıbrıs'a özgü bir sözcük, çilingir yani...
Bazan da gurbet diyoruz onlara... Gurbetler de burada yaşıyor çünkü... Leymosun'un Türk bölgesine gittiğinizde, ki buraya tüm Leymosunlular "Arnavutya" der, tüm bu farklı kültürlerden insanları görebilirsiniz. Çok ilginçtir... Kıbrıslı Türkler yaşar orada, çingeneler yaşar, yabancı göçmenler yaşar, Kıbrıslı Rum göçmenler hemen onların yanında yaşar...
Kimi zaman gurbetler arasında bir kavga çıkar mesela, çok ilginçtir! Tüm bunlar Leymosun'un kimliğini oluşturur ve bu da benim çok hoşuma giden yönüdür şehrin.
Emine'nin avlusunda top oynardık
1974'te 16 yaşındaydım, 1974 öncesi Kıbrıs Türk mahallesini çok iyi hatırlıyorum. O zaman Kıbrıslı Türk arkadaşlarımız vardı, Çiftlik bölgesini hatırlıyorum, Ankara Sokağı'nı hatırlıyorum... O günlerde Leymosun'da "Yeşil Hat" falan yoktu, ideal bir durum da yoktu belki ama "Yeşil Hat" yoktu...
Tahtalı köprüden geçişimi hatırlıyorum bisikletimle, Türk mahallesine giderdim, orada Emine'nin avlusunda top oynardık... "Horafa" derdik oraya, yani "Avlu"... Kıbrıslı Türk arkadaşlarla top oynardık orada...
Ama ne zaman Arnavut mahallesinin daracık sokaklarına girmeye kalkışsak başımıza ansızın bir taş vurabilirdi! Çok garipti! Şimdi gülüyoruz ama o zaman tuhaftı... O günleri özlüyorum... Çoğu zaman bu sokaklarda yürürüm, Kıbrıslı Türkler yatırların mezarlarına bakarım, sokaklar hala Türkçe ve Rumca... Tüm bunlar bana geçmişte kalmış farklı bir yaşamı hatırlatır...
Leymosun'daydın... Sonra galiba Avrupa'yı dolaştın... Yani Leymosun'da büyüyordun, 16 yaşındaydın ve 1974 geliverdi...
Evet, o günler benim için çok zor bir dönemdi... Ailemle sorunlarım vardı, sonra savaş çıkıverdi, bir şekilde bu savaşa bulaşıverdik, arkadaşlarımızı yitirdik... Her iki taraftan da arkadaşlarımı yitirdim, ille de ölmeleri gerekmez yani arkadaşınızı yitirmek için, bir daha asla görmediğiniz arkadaşlarınızı da yitirmiş olursunuz.
Kıbrıslı Türklerden kim vardı arkadaşın?
Mesela Arif vardı. Horafa'nın arkasında yaşardı, bizden daha büyüktü, bir mobileti vardı... Biz onu hep kıskanırdık çünkü mobileti vardı, mobileti olduğu için İngiliz kızlarıyla kolaylıkla çıkabiliyordu... Uzun saçları vardı, esmerdi...
Sky Rock'a giderdik, bu o dönemin Kıbrıs Türk diskolarından biriydi, İngiliz kızlara takılmak için giderdik oraya, Kıbrıslı Türkler bizden daha becerikli olurdu, biz de her zaman sinir olurduk buna! Bu abuk duruma biraz renk katıyor tüm bunlar şimdi!
Her neyse, savaştan sonra durum dramatik biçimde değişti, büyükannem ve büyükbabam Küçük Kaymaklı'dan göçmen geldiler, bizimle yaşamaya... Yaz tatillerimi ben Küçük Kaymaklı'da geçirirdim, bu da hayatımın bir başka dönemi... Her yaz oraya giderdim, yıkık dökük evlerde oynardık, çocuktuk... Bu terkedilmiş evler bize cennet gibi gelirdi çünkü içinde keşfedecek çok şey bulurduk. Giysiler bulurduk, tencereler bulurduk...
Herhalde Kıbrıslı Türklerin 63'te terk ettiği evlerden söz ediyorsun...
Evet... Orada oynuyorduk... O zamanlar çocuktum, durup kendime sormuyordum, bu evler neden böyle diye... Sadece oynuyorduk... 1966'lardan, 67'lerden falan söz ediyorum.
Çocuk yaşta kendimize bu soruyu sormuyorduk, neden böyle diye... Nedenini de bilmiyorduk. Elbette sonraları büyükannem bana pek çok şey anlattı, komşusu Kadriye'den söz ederdi, işte bazı piçler gelip o tarafı da bu tarafı da karıştırdılar falan derdi...
İşte teyzemi komşusu vuracakken, elinde silah olan komşunun babası önüne geçiyor ve engelliyor... Tüm bunlar bize dehşet öyküleri gibi geliyordu. Yeğenim de 1963'lerden başka çılgın olaylar hatırlıyordu... Ninem ve dedem 1963'te göçmen olup sonra dönmüşlerdi Kaymaklı'ya, şimdi tekrar göçmen olmuşlardı, Leymosun'a gelmişlerdi ve bizimle yaşayacaklardı.
Ninem ve dedem 1958'de de göçmendi
Çok emin değilim ama sanırım 1958'de de göçmen olmuşlar ve sonra dönmüşlerdi... 67'de kaçmışlardı, sonuçta 74'te Leymosun'a geldiler. Dedem göç etmek istemiyordu 74'te, içip sarhoş olmuş ve "Artık bıktım usandım bu durumdan! Haçana bir göç! Hiçbir yere gitmem!" diye bağırırmış! Ertesi gün tavucuklarını yedirmek için eve dönmüş motosikletiyle 74'te ve tutuklanmış!
Eski bir İngiliz motoru vardı dedemin... Kilisenin olduğu meydandan geçmiş, kilisenin etrafındaki bütün evler ve dükkanlar yakılıp yıkılmıştı... Sanırım bu bölge şimdi kapalıdır. Dedem kilisenin üstünde Türk bayrağını görmüş ve "Hah! Bu Rumlar da amma akıllıymış ha!" diye düşünmüş kendi kendine, "Demek kilise bombalanmasın diye Türk bayrağı çektiler!"
Ve motosikletinin üstünde tavucuklarını yedirmeye evine gitmeye devam etmiş! Adı Kyriakos Psaltis'ti... Herkes onu tanırdı, kimseye bir zararı olmadığını da bilirdi. İkinci Dünya Savaşı'na da katılmıştı...
Bombalar patlıyordu, Lefkoşa'da kısılmıştım
Birkaç yıl önce öldü, nenemin adı da Anastu'ydu, o da birkaç yıl önce öldü. Ama Psaltis'i eminim Kaymaklılılar hatırlayacaktır... Kimseye zararı olmadığı bilindiği için serbest bırakmışlar dedemi! Böylece gelip bizimle yaşamaya başladılar.
O günlerde durum çok dramatikti, bunu hatırlıyorum, farklı deneyimlerden geçtiğimi hatırlıyorum... Savaş sırasında o günlerde sivil savunma denen şeye katılmıştık, şehrin karartmasından ve bu tür şeylerden sorumluyduk...
Savaşın ikinci bölümünde, yani Ağustos 1974'te Lefkoşa'daydık, göçmenler için çadır almaya gelmiştik, Hilton otelde sıkışıp kalmıştım... Bombalar patlıyordu, ben çok gençtim, Lefkoşa'da kısılmıştım, çok tuhaftı herşey... Yaralıları getiriyorlardı, çok zor anlardı onlar.
O günlerde ne olmayı düşlüyordun? Ne yapmak istiyordun?
O zamanlar düş kuramazdık... Lise son sınıfta savaşın hemen sonrası günlerdi, kaotik bir durumdu, yeterli okul yoktu, okullarda yer yoktu öğrencilere, bu yüzden geceleri gidiyorduk okula... Leymosun'da 74 sonrası iki yıl pek bir şey öğrenemediydik de okulda... Her şey karmakarışıktı... Böylesi bir durumdaki bir genç için o günlerde vizyon sahibi olmak kolay değildi, yoktu vizyonumuz...
Yani ne olmayı düşlüyordun o günlerde?
Rock'çu olmayı düşlerdim... Sonra askere gitmem gerekti, bu da hayatımın zor dönemlerinden biriydi. Çok iyi bir asker değildim ama neyse... Sonra askerden çıkınca, bu ülkeden kaçıp kaybolmak ve bir daha geri dönmemek istedim.
Gerçekten de benim kuşağımdan gençler böyle hissediyordu o günlerde, pek çoğu gerçekten de alıp başını gitti ve geri dönmediler. Ben de gittim, o günlerde filmcilik okumak istiyordum ama param yoktu bunu yapmaya. Dört beş yıl kadar dolaştım...
Nereye gittiydin?
Avrupa'da her yere... Barcelona'dan Londra'ya, Hamburg'tan, Berlin'den Basel'e, Floransa'ya, Atina'ya, Yunan adalarına...
Abuk subuk işlerde çalışıp seyahat ediyordun gibi bir şey mi?
Evet, resmen bir "drop-out"tım... Çalışıyordum, dolaşıyordum... Sonuçta birkaç yıl gazetecilik okudum ama bunun bana göre olmadığını hemen anladım...
Neredeydin o zaman?
Atina'daydım... Sonra geri geldim, gazetecilik yapmaya başladım, radyoculuk, televizyonculuk yapmaya başladım... Sonra belgeseller çekmeye başladım ve sonuçta da filmler çevirmeye başladım... Son 12-13 yıldır da film yapımcılığıyla uğraşıyorum... Film sanayii yok burada, film yapımcılığı var...
Atina'da ne kadar kaldın?
İki yıl kadar kalmıştım...
Atina'yla ilgili duyguların neydi? Hatırlıyor musun?
Çok iyi hatırlıyorum... O günlerde alternatif, anti-otoriter, sol hareketlere katılmıştım... Bu yaşamımda çok önemli bir dönemdi, bu insanlara katılmak. Atina bana bunu verdi, gözlerimi açtı pek çok şeye.
Bir Kıbrıslı için Atina'da olmak kolay değildi, özellikle o günlerde... Bu tüm Kıbrıslılara ait bir duygu... Kıbrıslılar olarak adayla bağımız var, adadaki tüm kültürlerle bağımızı hissediyoruz, Kıbrıs insanlarıyla bağımızı hissediyoruz. Bir de Yunan halkıyla bağlarımız var, pek çok nedenden ötürü.
Kıbrıslı olarak damgalanmak
Ancak Yunanistan'a gittiğinizde, bir Kıbrıslı olarak damgalanırsınız... Ama Kıbrıslılık benim kimliğimdir, şuna da açıklık getireyim "Kıbrıs ulusal kimliği" diyenlere de katılmam, ulusal kimlikler beni ilgilendirmez... Eğer ulusal kimlikten söz edecek olursak, benim için geçerli tek şey konuşulan dildir, yalnızca dil...
Benim için belirleyici olan tarih değil yaşadığımız coğrafyadır... Bizim durumumuzda dil de özel bir durumdur çünkü konuştuğumuz lehçe Yunanistan'da da kolay kolay anlaşılmıyor, Türkiye'de de kolay kolay anlaşılmıyor...
O nedenle çok özel bir durumumuz vardır. Pratik biçimde konuştuğumuz dili yazma yöntemimiz de yok. Oral bir dildir, kimi zaman bir Kıbrıslı Türkün konuşmasını dinlerim, aynı müziği duyarım...
İşaretlerin çift yönlülüğü
Kıbrıs'ta konuşulan Rumca mı Türkçe mi diye ayırt edebilmem için de dikkatli dinlemem gerekir. Bunlar iki toplum arasındaki pek çok benzerlikten biridir. Tıpkı Yunan kültürüne benzerlikler olduğu gibi, bu "duality"yi yani bu "çift yönlülüğü"müzü kabul etmeli, onunla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz...
Kıbrıs'ta her şeyin bu "çift yönlülüğü"ne alışmalıyız. Bu işin bir yönü. Bir başka nokta da İstanbul'un Türkler için İstanbul, Yunanlılar için Constantinopolis olduğunu da kabul etmeliyiz. Yalnızca bu.
Sen İstanbul de, ben Constantinopolis diyeyim, hepsi bu, sorun ne yani?... Bu her zaman olur. Siz Yunanistan'a "Yunanistan" diyorsunuz, biz "Hellas" diyoruz. Aynı şey Almanya için de geçerli... Allemagne nedir? Germany nedir? "İşaretlerin" bu çift yönlülüğüne alışmamış lazım...
Evet, Atina'dan Kıbrıs'a dönüyorsun, sonra ne oluyor?
Sonra işte Leymosun'a döndüm Yunanistan'dan, bir yeraltı dergisi çıkarmaya başladım bir grupla, alternatif sol düşüncelere sahip...
Aralarında anarşistler, çevreciler falan vardı. Kıbrıs'ın ilk yeraltı dergisini çıkarmaya başladık. Derginin adı "DRENOS TİS POLİS"ti yani"Şehirdeki Tren"... Kıbrıs'a derhal trenlerin yeniden getirilmesini talep ediyorduk çünkü o günlerde, bunun çok daha çevreci bir ulaşım aracı olduğunu düşünüyorduk..
Hangi yıldı bu?
1985-86 falandı... İşte böyle fotokopide çoğalttığımız bir dergiydi bu... Düzenli de çıkaramıyorduk, ne zaman paramız olursa o zaman çıkarıyorduk. Ama o günlerde önemli olan bazı konuları gündeme getirmemizdi: yakın geçmişimizle ilgili konular, Kıbrıslı Türklerle ilişkilerimize ilişkin konular... Bunları tartışıyorduk. O günlerde suçlanıyorduk, büyük bir tartışma başlatmıştık.
Evet, bir yeraltı dergisiydi ama bu dergi resmi tarihten uzaklaşacak bir tartışmayı başlatıyordu... Yakın geçmişimizi, milliyetçiliği, kimlik konularını tartıştırıyorduk... Kıbrıs'ın toplumlarını, çok kültürlülüğünü tartıştırıyorduk...
Kıbrıs'ta her zaman çok kültürlü bir yaşam olmuştur, bunu neden sürdürmememiz gerektiğini anlayamam... Yine böyle yaşanabilir, ancak gerçek bilinmelidir. Birilerini cezalandırmak için bir neden göremiyorum, mahkemeye çıkarmak, dava etmek gibi, bunlara inanmıyorum...
Komşunun evini yakmak
Ancak şuna kesinlikle inanıyorum: gerçek ve yeniden yakınlaşma komiteleri kurulmalıdır, tüm bunlar tartışılmalıdır, bilmemiz için... Nasıl olup da bir komşunun bir başka komşunun evini aniden bir gün yakabildiğini, bunun nedenlerini bilmek için bu komisyonlar mutlaka kurulamalıdır...
Bu duruma yol açan mekanizmalar nelerdir, bunları bilmeliyiz, öğrenmeliyiz... Bu da yaşamımın bir başka önemli dönemeciydi...
Sonra gazetecilik yapmaya başladım, önce yerel radyolarda, ardından televizyonda çalışmaya başladım. Kilisenin televizyonunda çalışıyordum bir süre! Aslında bugün düşündüğümde LOGOS o günlerde en iyi kanallardan biriydi, biliyorsun el değiştirdi, şimdi MEGA oldu...
Logos'ta neler yapıyordun?
O günlerde yaptığım en önemli yapım, üç bölümlük bir belgesel olmuştu. Belgesel Kıbrıslı Rumların 1974 darbesine karşı direnişini anlatıyordu... Sanırım yakın geçmişimizle ilgili bu konuda Kıbrıslı Türkler pek fazla bir şey bilmiyor...
Ve bu konuyu pek konuşmuyoruz da...
Evet, pek konuşmuyoruz da... Kıbrıslı Rumların ezici çoğunluğu darbeye karşı direnmişti... Evet Makarios'u da destekliyorlardı, belki Kıbrıslı Türkler için Makarios bir tür lanetli isimdi...
Ama tarihin o momentinde, Kıbrıs'ın bağımsızlığını savunuyordu o insanlar... O günlerde Makarios artık ENOSİS düşüncesinden vazgeçmişti. Artık hayatının amacının bağımsızlık olduğunu açıklamıştı... Onu destekleyenler de bu düşünceyi destekliyordu...
Bağımsızlığı pek çok nedenden ötürü destekliyorlardı, örneğin Yunanistan'daki cunta rejimi nedeniyle bağımsızlık istiyorlardı, cuntanın Kıbrıs'ı almasını, burada egemen olmasını istemiyorlardı... Vesaire vesaire... EOKA'cıların 1974'te yaptığı darbeye direnenler, aslında Kıbrıs'ın bağımsızlığını savunuyorlardı. Pek çok insan yaşamını yitirdi darbe nedeniyle... İnsanlar bu konuda fazla konuşmuyor...
Neden konuşmak istemiyorlar?
Sanırım bunun nedeni tüm partiler arasında yapılan gayrı resmi bir tür anlaşmadır, Kıbrıs sorunu nedeniyle bugün yaşadığımız zorlukları aşmak amacıyla eski yaraları deşmek istemiyorlar... Ancak insanlar darbe nedeniyle çok acı çekti, insanlar öldü, insanlar idam edildi, vs. vs.
Bu belgeseli gerçekten çekmek istiyordum ve öyle yaptım. Üç bölümlük bir belgesel hazırladım, o dönemin malzemesiyle ve röportajlarla... Şunu söylemeliyim: 1974'te yapılan darbeyle ilgili tüm gerçek bilinmiyor... Hala bilmemiz gereken çok şey var, henüz yayımlanmamış pek çok şey var...
Umarım ki bunları halkımız bir gün öğrenebilir... Yunan cuntasının etkileri, yabancı güçlerin etkileri, Kıbrıslıların durumu vs. vs. Çok çılgın bir durumdu... Şunu düşünebiliyor musunuz? Baf'tan insan dolu otobüsler Lefkoşa'ya gitmek için yola çıkıyor, darbeye karşı direnmeye gidiyorlar, Leymosun'da pusuya düşürülüyorlar...
İnsanlar pek çok kişinin darbe esnasında Leymosun'da öldüğünü söylüyor. Pek çok detay var. Örneğin Baf'ta darbeye karşı bir illegal radyo istasyonu kurduklarında, radyo istasyonunun dışındaki silahlı koruma görevlisi bir Kıbrıslı Türktü, onları darbecilere karşı koruyordu... Bunun gibi küçük küçük şeyler, pek bilinmiyor... Tüm bunlar açığa çıkmalı...
Bu belgeseli çekerken ne tür duygular içindeydin, hatırlıyor musun? Eminim ki üstünde çok büyük etki yapmıştır...
Haftalar boyu hiç uyuyamadım... Kıbrıs'a karşı işlenen cinayetin büyüklüğünü, trajedinin büyüklüğünü görmüştüm... Ve bu cinayet öncelikle Kıbrıslılar tarafından işlenmişti... Ben şu insanlardan biri değilim, "İşte yabancı güçler, her şeyi onlar yaptı" falan diyenlerden...
Elbette Türkiye ve Yunanistan'ın adada kendi stratejik çıkarları vardı vs. vs. Elbette süper güçlerin de çıkarları vardı... Bu Kıbrıs sorununun siyasi yönleri. Ama başka bir yön var ki, o da burada yaşayan yerel nüfusla ilgili...
Onlar neler yaptı gibi... Belgeseli çekerken tüm bunlar gözümün önüne dökülüyordu, elime geçen pek çok materyali de yayımlayamadım. O günlerde bunların çok provoke edici olduğunu düşünüyordum.
Bugün olsaydı o malzemeyi de kullanırdım ama o günlerde öyle düşünüyordum... Her şeyin çok iyi ayarlandığı duygusu vardı bende... Ve Kıbrıs'ta olup bitenlerde herkesin kendi rolü vardı, Makarios'tan Yunan cuntası'na, Denktaş'tan Türk hükümetine, yabancı güçlere dek...
Belgesel nerede yayımlandı?
LOGOS televizyonunda yayımlandı... LOGOS'ta Bay Azinas diye açık görüşlü bir yönetici vardı, kısa bir süreliğine... Makarios'un yardımcılarından biriydi zamanında. Belgeseli hazırladım, gördü ve televizyonda yayımlandı... Birkaç kez yayımlandı... Rumca olarak...
İngilizce altyazı koyulabilir mi belgesele?
Telif hakları bana ait değil, belgesel bana değil televizyon kanalına ait... Bu nedenle hiçbir şey yapamıyorum... Ancak pek çok görgü tanığıyla önemli röportajlarım olmuştu... (SU/NM)