İlk gençlik dönemlerime denk düşen vakitlerimde okuduğum Bir Gün Tek Başına ve Mavi Karanlık'ı da o dönemde hayli beğendiğimi de ifade etmeliyim. Ama tekrar edeceğim, Güven bir başkaydı...
Bu girizgahtan anlaşılacağı üzere, Vedat Türkali'nin yeni romanı Kayıp Romanlar'ı da çıktığının haftası alıp okudum. Bir solukta okudum diyemeyeceğim, hatta bir bölümünde bırakmayı bile düşündüm. Ama yarıda bırakmanın yaratacağı vicdan azabından korkup, bitirdim romanı. İçimde öyle çok diyeceğim oldu ki Vedat Türkali'ye...
Önce kitabıyla ilgili düşüncelerimi yazmak yerine röportaj yapmak istedim yazarla. Fakat rahatsız olduğu için röportaj talebim yardımcısı tarafından geri çevrildi. İçimde kalmış sorularımı belki başka türlü yazabilirim çabasındayım şu anda. Kitabı okumak isteyenler ya da zaten okumuş olanlar vardır. Konuyu anlatmadan eleştirilerimi dile getirmeye çalışacağım.
Kitabın iki ana kahramanının biri kadın biri erkek. Erkek olan seksenine merdiven dayamış, ülkesine, İstanbul'a hasret bir komünist. Kadın ise, yirmi sekiz yaşında, sanatçı bir feminist. Bu iki kişi arasındaki aşkın ekseninde başka konulara da fon yapmış romanı Türkali, aşk romanı olarak tanımlamış. Bahsedilen aşk ise, erkek bakışıyla kurgulanmış bir aşk.
Türkali komünistliğinden vazgeçmemiş yaştan hallice erkek kahramanının kendisiyle karşılaştırılmasından çekinmiş olacak, kendisini de ismiyle cismiyle bir yazar olarak yerleştirmiş romana. Güven'in devamı olduğunu duyduğum kitapta bu devamla ilgili birkaç cümle dışında bir şey bulamadım ne yazık ki. Belki anlamamışımdır diye okuyan başka arkadaşlarıma da sordum, bizim kafamız aynı çalışıyor herhalde onlar da benim gibi düşünmüşler. Feminist olduğumuzdan olsa gerek. Kitabın kadın kahramanının feminist olması bizim kitaba ayrıca ilgi göstermemize de sebep oldu elbette.
Feminist kadının kendisinden elli yaş büyük bir adama aşkı ve bu "aşkın yüceliği" karşısında biz merak ettik doğrusu, aynı kurgu tersinden yapılır mıydı diye. Ya da hangi erkek yazar kendisinden elli yaş büyük bir kadına aşık olan bir adamın yüce aşkını yazmaya kalkışırdı?
Feminist lafızlarla bezenmiş konuşmalar içinde gerçekçi noktalar da yok değil. Mesela yaşı geçkin komünistin feodal yanları da çekinmeden ortaya serilmiş. Ondan da kaçınsaydı hepten inandırıcılığı kaçacaktı romanın ya neyse. Komünist ya da aydın olmanın kadın erkek meselesinde erkeklerin üstünlüğünden feragat etme anlamına gelmediğini maalesef öğrendik. Vedat Türkali bu konuda da yaşı büyük adama "aşık" olan kadının durumunu, bu kalıplardan çıkmadan incelemeyi tercih etmiş. Bunda da sanırım erkek olması belirleyici olmuştur.
Viagra kullanan erkeğin kadını tatmin edememekten duyduğu eziklik; bunun karşısında adamın egolarını şişirmek ve ereksiyonun ne denli önemsiz bir şey olduğunu anlatmak için çırpınan, elinden geleni ardına koymayan genç feminist kadın... Hatta yer yer adama posta koysa da hep adama yemek hazırlayıp, çayını kahvesini veren bunda bir beis görmeyen bir kadın kahraman bu. Vedat Bey herhalde feministlerle ilgili bir şeyler demek istemiş, ama onu da yanlış demiş aslına bakarsanız.
Genç kadının hesap ödenirken hep erkeğin hesabı ödemesine yaptığı itirazlar, kullandığı kimi kavramlar feministlere özel kullanım kılavuzu gibi sunulsa da bu kitabı okuyanlar satır aralarını Vedat Bey'in erkekliğini de unutmadan incelerlerse oldukça maço bir romanla karşılaşacaklar diye düşünüyorum.
Gönül isterdi ki, yaşayan tarih, yüzyıllık çınar gibi sıfatlara sahip Vedat Türkali, kadın meselesinde de birazcık yol kat etmiş olsun. Romanında erkeklerin cümlelerini bir feministin dudaklarından dökülmeye zorlamasın, biz de Güven'in devamı belki de hâlâ gelecek diye ümidimizi kaybetmelim. Olmadı... (BD/BB)