Osmanlı resmi tarihçilerine göre iş burada biter. Onun öldüğünü öğrenen Osmanlı askeri, büyük bir kinle kaleye öyle bir hücum eder ki, sonunda Zigetvar Kalesi düşer.
Ancak olay hiç de resmi tarihçilerin aktardığı gibi değildir. Gerçekte, Sultan Süleyman'ın öldüğü askerden ve tebaasından saklanır. "Padişah ölmüş" dedikodularına karşı, Sokollu Mehmet Paşa, ölü padişahı atına bindirip, cephede gezdirir. Sefer biter, Belgrad'a dönülür. Oğul 2. Selim tahta çıkana kadar asker gelişmelerden habersizdir.
Padişahın öldüğünün açıklanmamasının mantığı basittir; Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünün, sefere çıkan asker üzerinde olumsuz etki yaratacağı düşünülür.
Yine resmi tarihçilere göre, Avrupalılar Sultan Süleyman'a "Muhteşem Süleyman" dermiş, Osmanlı ise adaletinden dolayı "Kanuni". Ne kadar doğru bilemeyiz, ancak bildiğimiz Sultan Süleyman'ın aynı zamanda bir şair olduğu.
Şair Sultan'dan
Hepimizin zihninde az çok yer etmiş olan ve özellikle ağır hastalık dönemlerinde hatırlanan "Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi" sözü Sultan Süleyman'ın bir dörtlüğünün parçası.
Tamamı ise şöyle:
"Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi."
Nereden çıktı bu Osmanlı tarih dersi demeyin. Bu kadar uzun uzun Kanuni Sultan Süleyman'ı anlattığımıza göre bir bildiğimiz var elbet.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yöneticileri ne kadar yüzlerini "muassır medeniyetler"e döndüklerini ifade etseler de, Osmanlı'dan kopamadıklarını, onun mirasını sahiplendiklerini de eklemeden edemezler.
Abdülhamit Sansürü de ...
Yönetenlerin kamuoyu karşısında sahiplenmediği bazı gelenekler de bugün devam ettiriliyor. Mesela Abdülhamit sansürü, bugün kamuoyunda Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTÜK) Yasasıyla yaşatılırken, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) ilk yıllarında yapılan bir oturumda bir milletvekilinin işkence aletlerini ve sökülmüş bir tırnağı kürsüden göstermesi, yıllar sonra tekrarlanmıştır.
Gazeteleri, televizyonlarda çıkan görüntüleri; Sema Pişkinsüt'ün "Filistin askısı" olarak bilinen işkence aletini TBMM'ye getirişini ve onu sığdıracak yer bulamayışını hatırlayın.
Osmanlı'da padişahlık bildiğiniz gibi babadan oğula geçer. Oğul yoksa onun yerine başka birileri bulunur. Padişah, yani imparatorluğun başı yönetme görevinden ancak öldüğünde emekli olur. Mezarda emeklilik gibi bir şey.
Babadan oğula
18 Mayıs günü Ankara'da yapılan Demokratik Türkiye Partisi (DTP) Kongresini düşünün. Kongrede genel başkanlığa İsmet Sezgin'in yerine Mehmet Ali Bayar getirildi.
DTP'nin kongresi bir prosedürün yerine getirilmesinden öteye gidemedi. Aybar'ın Süleyman Demirel'in halefi olduğunu dünya alem biliyor. Bir hatırlatma, DTP, Süleyman Demirel'in Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanlığı'na getirdiği Tansu Çiller'in "hıyaneti" üzerine yine bizzat Demirel tarafından kuruldu.
Yüzlerce yıl öncesinden bugüne, değişen ne? Şimdi de Başkent Hastanesi'nde tedavi olan Başbakan Bülent Ecevit şahsında "Kanuni geleneği" sürdürülmüyor mu?
Başbakan "turp" gibi"
Başbakan Bülent Ecevit'in 4 Mayıs günü Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldığını öğrendik. "Neden Başkent Hastanesi gibi özel bir hastane? Başbakanın devlet hastanelerine güveni yok muydu?" sorularını bir kenara bırakıyoruz, her şey olağanmış ve rutin bir kontrolmüş gibi gösterildi.
Kontrol rutin de olsa, bu rutinin hafta sonuna gelmesi birçok kişiye bir "Oh" çektirdi ve "Galiba atlattık" dedirtti.
Başbakan hastaneye yattıktan sonra durumunun iyi olduğuna dair açıklamalar da gelmeye başladı. Teşbihte hata yoktur, başbakanımız maşallah "turp" gibiydi.
Başbakan Bülent Ecevit, 5 Mayıs günü öğleden sonra eşi Rahşan Ecevit ile evine döndü. Peki, onların evine dönmesiyle her şey normale döndü mü? Tabii ki hayır. Siyasette ve ekonomide istikrarın ve gelişimin pamuk ipliğine bağlı olduğu bir ülkede öyle anormal durum, Ecevit çiftinin eve dönmesi gibi normale dönmez.
Bağırsak enfeksiyonu nedeniyle hastaneye kaldırıldığını söylenen Başbakan Ecevit, hastaneden taburcu edilirken, "Sorun sayılacak bir durumum yok. Görevimin başındayım. Çalışmalarımı birkaç gün evimde sürdüreceğim. Dış gezilerimin ertelenmesi söz konusu değil" dedi. Ecevit'in bu açıklamaları bir temenniden öteye gidemedi ya da gök kubbede hoş bir seda oldu.
Hemen dönecekti!
Birkaç gün içinde yeniden başbakanlığa dönmesi beklenen Ecevit, evinden bile çıkamadı. Tam 12 gün evinde eşi ile kaldı. Başbakan Ecevit, sadece birkaç kişiyle görüşebilirken, yıllardır yanından ayırmadığı Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'dan da ayrı kaldı bu süre zarfında.
Bu 12 gün içinde Ecevit'in sağlığına ilişkin farklı farklı açıklamalar yapıldı. Kimin doğruyu söylediği belirsizliğini korurken, Ecevit dört gün önce yeniden Başkent Hastanesi'nin yolunu tuttu.
Bu arada da, ekonomik gelişme Başbakan'ın bağırsaklarındaki probleme, onun ateşine bağlı olarak değiştiği için, cebimizdeki üç-beş kuruş da yüzde 5 oranında azaldı.
Ecevit evindeyken, daha önceden planlanan Afganistan ve Pakistan ziyaretlerinin ertelenmediği ve yolculuk için ATA uçağının hazırlanmaya başladığı açıklandı. Başbakan Ecevit'in yeniden hastaneye gidişiyle söz konusu açıklamaların pek de gerçekçi olmadığı ortaya çıkmış oldu.
Erken seçim tartışmaları
Başbakanın hastalığıyla birlikte seçim tartışmaları başladı. Tartışmalarının ilk startını veren de Amerika'dan ithal ekonomi bakanı Kemal Derviş oldu. Derviş'in "En kötü şey belirsizliktir. Seçim tarihi belirlensin, herkes de ona göre davransın" açıklamasına, korkunç uyumlu hükümetten tepki geldi.
Derviş'in açıklamasının anlamı şuydu; Derviş yani Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu (IMF) mevcut hükümet ile çok ileri gidilemeyeceğini görmüş ve önleminin alınmasını istemişti. Hükümet, erken seçime "hayır" derken, hükümet dışında kalan DYP, Saadet Partisi (SP) ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) "erken seçim" diye ellerini ovuşturdu.
Ecevit de, seçim tartışmalarına ilişkin olarak, seçimin yersiz olduğunu belirtirken, "Çekilmem, çekilemem, çünkü mecburum" dedi. Erken seçim tartışmalarıyla birlikte "Ecevit sonrası Demokratik Sol Parti (DSP)" de konuşuldu, senaryolar yazıldı, bazı haleflerin isimleri de telaffuz edildi. Sonuç olarak, korkunç uyumlu hükümeti oluşturan partilerin genel başkanları Salı günü Başkent Hastanesi'nde bir araya geldi. Hüsamettin Özkan'ın da toplantıya katılmasıyla Ecevit ile Özkan arasındaki ayrılık da birkaç saatliğine sona erdi.
Toplantı sonrası yapılan açıklamada, erken seçim tartışmalarının üzerinde duruldu. "57. hükümet ortakları erken seçimi düşünmemektedir" ifadesine yer verilen açıklamada, erken seçim tartışmalarına da son verilmesi istendi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümüyle başladık, Başbakan Ecevit'in hastalığına geldik. Ecevit, Kanuni değil. Üstelik "çok şükür ki" ölmüş de değil. Bir düşünsenize ortalığı. Bir gazın sonucu cebimizdeki paranın yüzde 5 erimesi oldu. Ötesini düşünmek bile korkunç.
"Yarı mobil"den "tam mobile"
Sokollu Mehmet Paşa'nın ölü Padişah'a resmi geçit yaptırdığını biraz önce belirtmiştik. Başbakan Ecevit'in de dünkü gazetelerde eşi ile birlikte camdan el sallarken çekilmiş fotoğrafları yer aldı.
Bugün de pijamalarını çıkartarak takım elbiselerini giyen başbakanın hastanenin bilmem kaçıncı katından zemin kata inerken çekilen görüntüleri yayınlandı. Yarın ki gazetelerde de o görüntülere yer verilecektir.
Sultan Süleyman da şair demiştik, tıpkı Ecevit gibi. Başbakan Ecevit daha önce sağlık ya da hastalık üzerine bir şiir yazdı mı bilmiyoruz, ancak belki bundan sonra yazabilir.
Kuşkusuz ki, Ecevit, Kanuni Sultan Süleyman değil. En azından başbakanın bazı arızaları olsa da ayakta. Ve sağlığında olumlu yönde gelişme olduğu da sürekli açıklanıyor.
Mesela dün "yarı mobil" iken bugün başhekim tarafından "tam mobil" olduğu açıklandı. Başbakan rahat nefes aldıkça, ekonominin de rahat nefes alacağına inanmak istesek de, ekonomi konusundaki şüphemizi bir kenara bırakabiliriz, ancak başbakanın sadece gaz sorununun cebimizdeki deliğe yüzde 5'lik bir ek yaptığı düşünüldüğünde, rahat nefes alacağı iddiasına ilişkin şüphemizi hep koruyacağız. (AD/NM)