Türkiye'nin 30 Temmuz 2002'de CEDAW İhtiyari Protokolü'nü onayladığını hatırlatan Ağırdemir, sözleşmeye taraf devletlerin kadınların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamda erkeklerle eşit konumunu sağlamakla yükümlü olduklarını vurguladı.
"Sözleşme yasaların, özel yaşamın ve aile ilişkilerinin ayrımcı yargı ve davranışlardan arındırılmasını öngörüyor" diyen Ağırdemir, sözleşmeye üye olup da bu tür mekanizmaları işletmeyen devletler hakkında bireylerin ve kurumların CEDAW Komitesi'ne şikayette bulunabileceğini belirtti.
Başvuru gerekçeleri
Bireysel başvurular için iç hukuk mekanizmalarının tüketilmesi koşulu arandığını söyleyen Ağırdemir, ancak "namus cinayetleri" gibi süreklilik gösteren, devletin gerekli tedbirleri almadığı durumlarda iç hukuk yollarının tüketilmesini beklemek gerekmediğini vurguladı.
Ağırdemir,
* devletin kadınların şiddete maruz kalmasına neden olan ataerkil yapının çözülmesine ilişkin hiçbir girişimde bulunmamasının;
* namus cinayetlerinin "sıradan olaylar" haline geldiği Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde bile "sosyal devlet" olmanın yükümlülükleri arasında sayılan kadın sığınaklarını hayata geçirmemesinin;
* eğitimde pozitif ayrımcılık uygulamamasının;
* yeni hazırlanan Türk Ceza Kanunu (TCK) tasarısında dahi "namus cinayetleri"ne karşı gerekli yasal düzenlemelerin yapılmamasının;
* "namus cinayetleri" konusunda sağlıklı araştırmalar yapmamasının ve istatistiki veriler üretmeyerek gerçekleri kamuoyundan gizlemesinin;
CEDAW Komitesi'ne başvuru gerekçeleri arasında sayılabileceğini söyledi.
"Namus cinayetleri, nitelikli insan öldürme kapsamına alınmalı"
"Güldünya'nın öldürülmesi, 'namus cinayetleri'nin kadınların güvenliği için ne büyük bir tehdit olduğunu, kadınların ne kadar kararlılıkla öldürüldüklerini gözler önüne serdi" diyen Ağırdemir, buna rağmen, TCK Tasarısı'nda gerekli düzenlemelerin yapılmadığını söyledi.
TCK Tasarısı'nın şu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Alt Komisyonu'nda görüşüldüğünü hatırlatan Ağırdemir, eleştiri ve önerilerini şöyle sıraladı:
* Bizler, namus cinayeti faillerinin "haksız tahrik" maddesi ile ceza indiriminden yararlanmalarının önlenmesini ve namus cinayetlerinin "nitelikli insan öldürme" kapsamına alınmasını istedik.
* Devlet, anayasal yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, namus cinayetleri gibi, törelere dayanan suçların karşısında olduğunu açıkça göstermeli ve gerekli özel tedbirleri almalı.
"Ceza indirimi yapılmayacağı açıkça belirtilmeli"
* TCK Tasarısının 31. maddesinde düzenlenen "Haksız Tahrik"in namus cinayetlerine uygulanamayacağı açıkça belirtilmeli ve namus saikiyle işlenen cinayetler TCK Tasarısının 136. maddesinde düzenlenen "Nitelikli İnsan Öldürme" kapsamına alınmalıdır.
* Kan gütme saikiyle işlenen suçlar, törelerin yasalardan üstün tutulmasını engellemek amacıyla "Nitelikli İnsan Öldürme" maddesinde açıkça adlandırılmıştı. Gündemdeki tasarı, namus saikiyle işlenen suçları da aynı madde kapsamına almalı ve söz konusu suçlarda ceza indirimi yapılmayacağı açıkça belirtilmeli. Ancak böyle yapılırsa, bu ağır suçların önüne geçmek için caydırıcı bir önlem alınmış olabilir.
"Namus cinayeti, ağırlaştırıcı sebep sayılmalı"
* Oysa, Adalet Alt Komisyonu'nda namus cinayetlerinde indirime neden olan 31. maddedeki "haksız tahrik" ifadesi, "haksız fiil" ifadesiyle değiştirildi. Namus saikiyle işlenen cinayetler, "Nitelikli İnsan Öldürme" maddesine dahil edilmedi.
* 31. maddede yapılan ifade değişikliği, namus cinayetlerine indirim yapılmasını engellemeye yeterli değil. "Haksız Fiil" ifadesi, muğlak ve yoruma açıktır. Bu yüzden, maddenin gerekçesinde "namus cinayeti failleri, haksız fiil indiriminden yararlanamaz" şeklinde bir ifadeye açıkça yer verilmelidir. Aynı şekilde, madde 136'da sayılan ağırlaştırıcı sebeplerin arasına "namus saikiyle" işlenen cinayetler de eklenmelidir.
* TCK'da yapılacak değişikliklerin yanı sıra, sosyal yapının değişmesi, feodal yapının kırılması, eğitimde kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin kaldırılması, sığınakların açılması gibi yükümlülükler de devletin sorumluluğundadır. (BB)