Prof. Dr. Türkel Minibaş'ın aşağıda tamamını bulucağınız çalışmasında, dikkat çekilen bazı noktalar şunlar:
" Tarım sektöründe desteklerin kalkmasıyla birlikte başta toprak, tohumluk, kredi olmak üzere tarımsal üretimin tüm girdilerinin fiyatları piyasa ekonomisi kurallarına göre belirlenecektir. Ne var ki, çifçinin bu sürece uyum göstermesini sağlayacak ara mekanizmalar ve kurumlar oluşturulmamıştır."
*** **** ****
" Devletin tohum üretim ve satış alanlarından çekilerek bu alanı piyasa ekonomisine bırakması üretim maliyetleri üzerinde yükseltici etki yapacaktır. (...) dayanıklı ve verimliliği yüksek tohumlar, genellikle çokuluslu firmaların dağıtım alanında ve yüksek fiyatlıdır."
*** **** ****
"Üretici örgütsüz olduğundan ürününü ederinin altında piyasaya arzetme zorunlluğu ile karşılaşacaktır."
*** **** ****
" Ekim alanlarının kısıtlandığı topraklarda farklı bir ürünün üretilmesi genellikle olanaksızdır. Bu durumda topraklar ya imara açılacak ya da kısa zamanda çölleşecektir . Her iki sonuçta da üretici işsiz kalma riskiyle karşı karşıyadır."
*** **** ****
"Destekleme sistemlerinin revize edilmesi yerine, 'doğrudan gelir ödemeleri sistemi' ile fakir çifçiye karşılıksız gelir aktarımının yapılması gelir dağılımı düzeltmeyecek ... Aksine, üretimden caydırıcı etki yapacaktır. Dahası, büyük ölçekli üretici ve toprak ağaları lehine işleyen gelir dağılımını bu kez yerli ve yabancı büyük ölçekli tarım işletmeleri lehine çalıştıracaktır. Kaldı ki bütçe açıklarının büyük oranlara ulaştığı ülkelerde böyle bir uygulamanın yapılma olanağı gerçekçi olmadığı gibi IMF normlarına da uygun değildir."
*** **** ****
"Türkiye ihracatında motor işlevini üstlenen tekstil-konfeksiyonun temel girdisi olan pamuk, keten gibi ürünlerde dışa bağımlılık Uruguay Roundu'ndan bu yana artmıştır ."
---------------------------
"İstikrar programlarının tarım sektörü üstündeki etkisi"ni irdeleyen değerlendirmenin tamamı şöyle:
Bilindiği gibi, kapitalist sistemde ekonomi, insan gereksinimlerinin sonsuz, bunları karşılayacak kaynakların ise sınırlı olduğu varsayımı üzerine oturmaktadır. Ne var ki, sınırlı kaynaklarla sınırsız bir şekilde kârları arttırmanın mümkün olmaması, kapitalist sistemi sürekli krizlerle karşılaştırmıştır. Buna karşılık, her kriz süreci ekonomik, sosyal ve siyasal dengeleri bozarken beraberinde yeni dengeler de yaratmıştır.
Kısacası, kriz kapitalizmin kendi istikrarsızlığının bir sonucu aynı zamanda güçlenmesinin de yolunu oluşturmuştur. Girdiği krizleri ticaret anlaşmaları ve imtiyazların yetmediği yerde savaşlarla çözmeye çalışan sistem, son kriz sürecinde de benzeri yöntemleri uygulamaktadır. GATT müzakerelerinin 1945'den bugüne uzanan seyrine, içerdiği anlaşmalara ve bu anlaşmaların hangi jeo-politik düzlemde yapıldığına bakıldığında durum daha da netleşmektedir.
Azgelişmiş ülkeler krizden gelişmişlere göre gecikmeli ama daha şiddetli etkilenmektedirler.Etkilenmenin boyutu ve süresi azgelişmişlikten kaynaklanan yapısal sorunlarına, dışborç ve ithalat yoluyla gelişmiş ülke ekonomilerine ne derece bağımlı olduklarına göre değişmektedir. Dolayısıyla, gelişmiş ve azgelişmişlerin krizden çıkış modelleri de farklılaşmaktadır. Bu noktada gelişmiş ekonomiler, sistemin istikarsızlığına karşı düzenleyici görevini üstlendiklerinden azgelişmişler üzerindeki krizin hem kaynağı hem de çözümleyicisi konumundadırlar.
Kısacası, dışborç ve ithalat yoluyla krizi azgelişmişlere transfer ettikleri için dış kaynağa bağımlı ekonomik yapının devam etmesi için de sistemin çıkarlarına uyum göstermelerini istemektedirler. Bu nedenle de istikrar paketlerinin temel hedefi, kapitalist sistemin kendi istikrarsızlığını azgelişmiş ülkeleri sisteme eklemleyerek çözmektir.
Azgelişmiş ülkelere önerilen ekonomik istikrar paketleri:
* Ülke ekonomilerinin gelişme sürecinde karşılaşılan sorunların nedenlerini irdelemeden;
* Bunların tarihsel bağlantıları kurulmadan;
* Değişme eğilimindeki unsurlar arasında ortaya çıkan dengesizliklerin yarattığı kopukluklar değerlendirilmeden;
* Aynı döneme denk gelen uluslararası konjonktürle bağlantısı kurulmadan;
* Karar alma yetkisini taşıyan politik kadronun tercihlerini belirleyen etkenler dikkate alınmadan
değerlendirildiğinde ise, ekonominin bozulan dengelerini yeniden düzenleyerek istikrarsızlığa çözüm ürettiği söylenebilir.
Ne var ki... Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde istikrar paket uygulamalarının genellikle kapitalizmin kriz dönemlerine rastlaması, uygulamaya konulan paketlerin önceliğinin
* ülke ekonomisinin makro dengelerindeki aksaklıkların giderilmesinden ziyade
* sistemin kendi istikrarsızlığını düzenlemek yönünde olduğunu
ortaya koymaktadır. 4.Ağustos.1958, 24.Ocak.1980, hatta 1993 mali krizi ardından uygulamaya konulan 5.Nisan.1994 İstikrar Paketi bu doğrultudaki somut örneklerdir.
Tarımın İstikrar Paketinde Yeralması
Ekonomik istikrar paketlerinin Türkiye ekonomi tarihindeki yarım yüzyıllık geçmişine rağmen tarımın istikrar paketleri içindeki yeri henüz çok yenidir . Bunda II.Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni uluslararası işbölümünde tarım gibi düşük katma değerli sektörlerin azgelişmişlerin ülkere bırakılmasının da etkisi vardır. Uruguay Roundu sürecine kadar da GATT müzakereleri içinde doğrudan tarım sektörüne yönelik bir anlaşma yeralmamıştır.
Ne var ki, bunu tarımın dışlanması olarak algılamamak gerekir. Aksine, Truman Doktrini, New Deal Programı ve Marshall Planı doğrultusunda bu ülkelere yapılan dış kaynak aktarımı tarım ağırlıklıdır.
Örneğin 1949, 1950, 1954'de Marshall Planı doğrultusunda gelen dış krediler öncelikle tarım alet makinaları satınalımı ve yol yapımı amaçlı proje kredileri şeklinde olmuştur. Böylelikle hem tarımın dış borçlanma yoluyla makinalaşması hem de piyasaya açılması sağlanmıştır.
Öte yandan tarım:
* gerek insan gerekse hayvanlar için zorunlu gereksinim malı üreten bir sektör olması,
* sürekli talebinin bulunması
* sanayi gibi ağırlıklı olarak nitelikli işgücü gerektirmemesi nedeniyle emek maliyetlerinin düşük olması,
* gizli işsizliği mass etmesi,
Bu özellikleri nedeniyle gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun hiç bir ülkenin vazgeçemeyeceği bir sektördür. Aynı şekilde, gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkelerde devlet tarafından prim, destekleme alımları, ucuz kredi politikalarıyla desteklenir.
Ne var ki, devlet desteğiyle de olsa azgelişmişlerin güçlü tarım ülkeleri olarak uluslararası piyasalarda rekabeti yakalama şansları yoktur . Zira, sanayi ürünlerine göre düşük katma değerli olan tarım ürünlerinin, uluslararası piyasalardaki fiyatları her zaman sanayi ürünlerinin altında oluşmaktadır. Bu nedenle de tarım ürünlerine dayanarak ihracat gelirlerinin arttırılması hiç bir ülke için söz konusu değildir.
Tarımın istikrar programlarında yeralma öyküsü de zaten tam bu noktada başlamaktadır.Tarımsal üretimin sanayileşmesi için tarım alet makinalarını satınalmak kaydıyla verilen dış borç kredilerinin geri ödenme riskinin büyüklüğü borcunu ödeyebilmek için borçlanan ülkeyi yaratmaktadır. Sonunda ülke, IMF ve Dünya Bankası ikilisinin önerdiği istikrar programının daimi uygulayıcısı haline dönüşmektedir.
Her ne kadar gelişmiş ekonomiler refah dönemlerinde tarım ve bağlı sektörlerin ürünlerinde ithalatı tercih etseler de kriz dönemlerinde tersine bir gelişme ortaya çıkmaktadır. Zira, kriz dönemlerinde durgunluktan minimum düzeyde etkilenen sektörlerin başında tarıma dayalı olanlar gelmektedir. Öteyandan, ağırlıklı olarak emek-yoğun teknolojiyle çalışan sektör krizin doğurduğu işsizliği emme özelliğine sahiptir. Özetle gelişmişler, kriz dönemlerinde tarım ürünlerine dayalı ithalatı kısmakta ülke içi üretime ağırlık vermektedirler. Ya da son kriz sürecinde olduğu gibi, azgelişmiş ülke hükümetlerine tarımı desteklemekten vazgeçmeleri, piyasanın rekabet koşullarına bırakması dayatılmaktadır.
IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye'nin tarım sektörü üzerindeki yönlendirme ve denetlemeleri 1945'lerden beri sürmektedir.
Tarım kesiminin açık ve net bir şekilde istikrar paketlerinde yeralması 24.Ocak-12.Eylül.1980 süreciyle başlamıştır . Bilindiği gibi bir istikrar paketi olarak sunulan 24.Ocak.1980 kararları, içerdiği yapısal dönüşüm programı nedeniyle kapitalist sistemin globalleşme sürecine eklemlenme modeliydi. 2000-2003 İstikrar Programı da bu modelin gerçekleşme yolundaki son durağı!
2000-2003 yıllarını kapsayan İstikrar Programı'nın içeriğini belirleyen 9. Aralık.1999 tarihli Niyet Mektubu'nda 'Yapısal Reform' başlığı altında 57.Hükümet, "... kamu sektörüne ilişkin faiz ödemelerinin yükünü düşürmeyi, şeffaflığı ve ekonomik etkinliği artırmayı ve kamu sektörünün vukuu muhtemel yükümlülüklerini azaltmayı" hedeflediğini ve bu hedefe ulaşmak amacıyla öncelikle:
* tarım reformu
* sosyal güvenlik reformu
* kamu mali yönetimi
* şeffaflık ve vergi politikası ve idaresi
olmak üzere dört alanda yoğunlaşacağını belirtmişti. Dikkat edilirse, öncelikli bu dört alan içinde üretimle dahası reel üretimle ilgili tek bir sektör vardır:
Tarım! Dolayısıyla, tarımın öncelikli reformlar içinde yeralmasını Niyet Mektubu'nda belirtildiği gibi sadece "kamu maliyesi üzerindeki payının azaltılması" olarak algılanmaması gerekir. Dahası böyle bir tesbit, ortaya çıkacak sonuçlar ve bu sonuçların doğuracağı olumsuzlukların doğru ve zamanında tesbit edilerek çözüm üretilmesini de olanaksızlaştıracaktır.
Tarımda desteklerin kaldırılarak piyasa ekonomisi koşullarının geçerli sayılmasıyla hedeflenen :
1. Kamu kaynakları üzerindeki baskının azaltılması,
2. Tarımsal politikalarının uluslararası pazara göre biçimlendirilmesi,
3. Yeni sanayi ürünlerine pazar açmak,
4. Tarımsal Nüfusun Azaltılması,
5. Tarımdaki İstihdamın Azaltılması .
Tarımın Piyasa Ekonomisine Açılmasının Etkileri
Bilindiği gibi, 1994'de sonlanan Uruguay Roundu tarım ve tekstil ürünleri olmak üzere iki sektör anlaşmasını kapsamaktaydı. Dolayısıyla Türkiye, 1994'te tarımda desteklerin kaldırılacağını bilmekteydi.
Kaldı ki 1999 tarihli Niyet Mektubu'ndan yedi-sekiz ay önceki IMF ve Dünya Bankası Bahar Toplantısı'nda Türkiye'ye;
* Enflasyonla mücadelede Arjantin,
* Sosyal güvenliktee Şili modelini ,
* Tarımda da Meksika modelini gündeme getirmişti.
Yine Niyet Mektubunun gönderildiği günlerde yani 1999'un Aralık ayında "Tarımda Tam Liberalizasyon ile ilgili WTO Anlaşması" imzalanmıştı. Üye ülkelerin tarım alanındaki korumacı uygulamalarını azaltmaları için ikna edilmeleri amacıyla 1 yıllık bir müzakere dönemi tanınmıştı. AB'nin kendi üye devletlerinin tarım üreticilerini uyguladıkları destekleri sürdürme konusundaki kesin tavrı şimdilik bu sürecin daha uzayacağını göstermekteyse de... IMF, Türkiye'ye verilecek dış kredi de birincil koşul olarak ileri sürmeye devam edecektir.
Üretici Kesim Üzerindeki Etkileri :
1. Tarım sektöründe desteklerin kalkmasıyla birlikte başta toprak, tohumluk, kredi olmak üzere tarımsal üretimin tüm girdilerinin fiyatları piyasa ekonomisi kurallarına göre belirlenecektir. Ne var ki, çifçinin bu sürece uyum göstermesini sağlayacak ara mekanizmalar ve kurumlar oluşturulmamıştır. Devlet koruma ve desteğine dayalı üretim biçiminden piyasa koşullarında girdi sağlayarak üretim yapmaya geçmek, başta küçük ve orta ölçekliler olmak üzere çifçiyi uyum sorunuyla karşı karşıya getirecektir.
* Girdi sübvansiyonları : Gübre, ilaç, su, tohum, kredi, suni tohumlama, makina bakımına yönelik sübvansiyonlar hükümetin bütçeye koyduğu pay oranına göre gerçekleşecektir. Ne var ki, bu uygulama sürekli değil 2003'e kadar sürecektir. Bu süre içinde piyasa fiyatına uyum gösteren üreticiler, ayakta kalacak, diğerleri ise piyasayı terk edecektir. Daha açık bir ifadeyle tarımdan vazgeçeceklerdir.
* Destekleme fiyatları : Hükümet çifçiyi desteklemek için taban fiyat belirleyemeyeceği gibi yerli üreticiyi üçüncü ülkeler nezdinde korumak için destekleme alımlarına gidemeyecektir . Zaten böyle bir uygulamaya girmesi küresel ticaretin "en çok kayrılan ülke kaydı" ve "ulusal muamele ilkesi"ne ters düştüğünden olanaksızdır. Devlet, alıcı olarak aradan çekilince pazarlık gücü olmayan küçük üretici toplayıcıların önerdiği fiyattan malını satmak zorunda kalacaktır.
* Ekim alanı kısıtlaması : Rekabet edebilirliğinin olmadığı dolayısıyla devlet bütçesine zarar oluşturduğu iddiasıyla başta şeker, tütün, afyon, çay gibi ürünlerin ekim alanlarının kısıtlanarak üretiminden kademeli olarak vazgeçilmektedir. Ekim alanlarının kısıtlandığı topraklarda farklı bir ürünün üretilmesi genellikle olanaksızdır. Bu durumda topraklar ya imara açılacak ya da kısa zamanda çölleşecektir. Her iki sonuçta da üretici işsiz kalma riskiyle karşı karşıyadır.
2.Devletin tohum üretim ve satış alanlarından çekilerek bu alanı piyasa ekonomisine bırakması üretim maliyetleri üzerinde yükseltici etki yapacaktır . Ne var ki, ekonomik durgunluğun uluslararası boyut kazandığı bir süreçte gerek iç gerekse dış piyasalarda yüksek girdi maliyetleriyle rekabet etmek söz konusu değildir. Kaldı ki, dayanıklı ve verimliliği yüksek tohumlar genellikle çokuluslu firmaların dağıtım alanında ve yüksek fiyatlıdır . Dolayısıyla, piyasa ekonomisine geçiş kısa ve orta vadede tarımsal girdi maliyetlerini arttıracaktır.
3. Türkiye'nin kendine özgü bir tarım politikası yoksa da doğal özellikleri ve iklim kuşağı nedeniyle kendine özgü tohumları vardır. Yasal dayanağın -patent yasasının- olmaması nedeniyle, bu tohumlar yıllarca patentlenmeden ihraç edilmiştir. Bilindiği gibi biyoteknoloji ve genetik teknolojisinin en etkin kullanıldığı alanların başında da tarım ve hayvancılık gelmektedir. Bu noktada Türkiye gibi ülkeler bu yeni tohumlukların deneme laboratuvarı işlevini üstlendikleri gibi... Patentlemeden ihraç ettikleri tohumlarını genetik yapısı değiştirilmiş biçimde ithal etmektedirler. Ne var ki, üretici bu gelişmelerden genellikle haberdar olmadığı için deneme safhasındaki birçok tohumun kullanıcısı haline gelmektedir.
4. Destekleme sistemlerinin revize edilmesi yerine, "doğrudan gelir ödemeleri sistemi" ile fakir çifçiye karşılıksız gelir aktarımının yapılması gelir dağılımı düzeltmeyecek... Aksine, üretimden caydırıcı etki yapacaktır. Dahası, büyük ölçekli üretici ve toprak ağaları lehine işleyen gelir dağılımını bu kez yerli ve yabancı büyük ölçekli tarım işletmeleri lehine çalıştıracaktır. Kaldı ki bütçe açıklarının büyük oranlara ulaştığı ülkelerde böyle bir uygulamanın yapılma olanağı gerçekçi olmadığı gibi IMF normlarına da uygun değildir.
5. Ekim ile ürünün arzı arasındaki zaman aralığının geniş olması
nedeniyle çifçinin nakit parayla çalışması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla, piyasa fiyatlarından girdi temininde her alanda zorlanacaktır.
6.Doğa gibi kontrol edilemeyen dışsal etkenler ve belirsizliklerin fazlalığı tarımı diğer piyasalardan farklı kılmaktadır. Bu farklılık nedeniyle de piyasa faiz haddinden kredi bulmakta zorlanacaklardır. Her ne kadar Ziraat Bankası tarım bankacılığı görevine devam edecekse de çifçiye düşük faizle kredi vermeye devam etmeyecektir. Bu da çifçiyi ya piyasa fiyatından borçlanmaya ya da çifçilikten vazgeçmeye yöneltecektir.
7.Üretici örgütsüz olduğundan ürününü ederinin altında piyasaya arzetme zorunlluğu ile karşılaşacaktır. Kaldı ki, Tarım Satış Kooperatiflerine ait sanayi tesisleri bu amaçla şirketleştirilmiştir.
8.Ara mekanizmalar ve kurumlar olmadığından, ürünler arası fiyat dengesinin sağlanması zorlaşacaktır. Ürünlerin fiyatları yapay talep artışıyla yükseltilemeyeceğinden üreticinin refah seviyeleri düşecektir.
9.Temel tarım ürünlerinin üretiminden vazgeçilmesi yeni sanayi ürünlerine pazar açacak, yerli üretici bu yeni ürünleri tanıması ve rekabet koşullarını oluşturması için gerekli zaman, ithalatçı firmalar lehine işleyecektir. Şekerpancarından yapılmış şeker yerine mısır nişastası ile üretilen sanayi şekeri örneğinde olduğu gibi.
Tüketici Üzerindeki Etkisi :
1.Fiyat etkisi : Çifçinin piyasa fiyatından üretim yapması nihai ürünün maliyetinin dolayısıyla fiyatının artmasına neden olacaktır. Tarım menşeli ürünlerin zorunlu tüketim malları arasında yeralması nedeniyle tüketici piyasadaki fiyatı kabul etmek zorunda kalacaktır.
2.İkame etkisi : Tarımda maliyetlerin artmasına bağlı olarak başta gıda olmak üzere tarıma bağlı nihai malları fiyatlarının artması tüketiciyi özellikle de dar ve sabit gelirli kesimi sentetik ürünlerle ikameye yöneltecektir.
3.Kaynak aktarma etkisi : Tarım kesimine fiyat, doğrudan ödeme, girdi desteği ya da düşük oranlı kredi faizleriyle verilen her desteğin temelinde vergi mükellefi olan tarım ürünlerinin tüketicisi vardır. Desteklerin kalkmasıyla birlikte tüketici bu mükellefiyetten kurtulmamakta sadece kaynak aktardığı kesimler değişmektedir. Köylünün yerini ulusal ve uluslararası pazara hakim olan kesimler almaktadır.
Ülke Ekonomisi Üzerindeki Etkisi:
1.Başta beslenmeye dönük olanlar olmak üzere tarım ürünlerinde kendine
yeterlilik ölçütü ortadan kalkmakta; ülke tarım ürünleri ithalatçısı haline dönüşmektedir.
2. Nasıl ki, TSEK (Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu) EBK (Et ve Balık Kurumu) Yem Sanayii AŞ.'nin özelleştirilmesi hayvancılığın giderek ithalata bağımlı bir yapı kazanmasına neden olmuşsa... Birbirinin tamamlayıcı malları olmalarının ötesinde, sanayi üretimde girdi üreten Çaykur ve Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ örneğinde olduğu gibi tarım ürünlerini işleyen şirketlerin özelleştirilmesi de tarımsal girdilerde dışa bağımlılığı arttıracaktır.
3.Devletin tohum üretim ve satış alanlarından çekilerek bu alanı piyasa ekonomisine bırakması Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde tarımı daha üretim alanında yani tarlada Cargill benzeri firmalarla dışa bağımlı kılmaktadır
4.Topraklar "tarla denemeleri" ve "genetik olarak dönüştürülmüş bitkilerin deneme alanı" haline gelmektedir. Zira Türkiye, farklı iklimlere eşanlı olarak sahip olması nedeniyle bitki çeşitliliği ve gen kaynakları açısından bu alanda çalışan firmalar için zengin bir labratuvardır. Bu nedenle de çokuluslu ya da ulusötesi firmalar tarafından Avrupa'nın yakın gelecekteki California'sı olarak nitelendirilmektedir. Dahası, kamuoyu denetiminin yetersiz olduğu bir ülke olduğundan araştırmacı firmalara genetik dönüştürme sırasında hem ürününü hem de karşı ilaçlarını bünyelerindeki firmalarla birlikte gerçekleştirme olanağı vermektedir.
5.İhracata dayalı sanayileşme modelinin dışa bağımlılığı daha da artacak gıda ve tekstil-konfeksiyon sektörüne girdi oluşturan ürünlerde rekabet şansı tamamen ortadan kalkacaktır. Örneğin Türkiye ihracatında motor işlevini üstlenen tekstil-konfeksiyonun temel girdisi olan pamuk, keten gibi ürünlerde dışa bağımlılık Uruguay Roundu'ndan bu yana artmıştır.
6.Tarımda maliyetlerin artması toprakların elden çıkarılarak imara ya da sanayi kullanıma açılmasına yol açacaktır. Böylelikle kırsal alandaki toprağa bağlı rantlar yükselerek mülkiyet ilişkilerini değiştirecektir. Çok parçalı yapı birleşmelere gitmediği sürece, iflaslarla karşılaşılması kaçınılmazdır.
7.Fiyat politikalarıyla desteklenen yapıdan gelir politikalarıyla desteklenen yapıya geçildiğinden kaynak aktarım mekanizmalarının yönü tamamen büyük ölçeklilere çevrilmektedir.
8.Tarımsal nüfus ve tarımda istihdam azalacağından kırsal işsizlik artacak, kente göç hızlanacak, kent hizmetlerinin katkıda bulunmayanlarca da paylaşılmak istenmesi sosyal sorunları besleyecektir.
9.Yabancı sermaye girişleri tarımsal üretim girdileri yönünde hızlanacaktır. Özellikle de tohumluk ve tarımsal ilaç alanında tütünde olduğu gibi önce ithalat daha sonra da üretici firmalar faaliyete geçecektir. Yabancı sermaye girişlerindeki artış ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi gözükmekle birlikte hem üretimin ithalata bağımlı yapısını pekiştirmesi hem de tarım topraklarının labratuvar olarak kullanılmasına neden olacağından getirisi katlanılan maliyeti karşılamayacaktır.
Güçlü Türkiye Programı'nda Tarım
14 Nisan 2001 tarihli geçiş programı adıyla açıklanan "Güçlü Türkiye Programı" (GTP) bir yapısal dönüşüm programıdır. 24.Ocak-12.Eylül birlikteliğinde uygulamaya konan globalizasyona eklemlenme programının son aşamasıdır. Son aşamasıdır, çünkü başta tarım reformu olmak üzere yapısal dönüşümü sağlayacak yasal düzeneği gerçekleştirileceği programla taahhüt etmiştir.
Aslında Türkiye, 1994'de sonlanan Uruguay Roundu'nun hükümleriyle birlikte "Çok Taraflı Anlaşmalar"ın "mal ticareti" başlığı altında yeralan tarım anlaşmasını imzalayarak tarımda desteklerin kalkacağını taahhüt etmişti. 1999'dan beri süregelen 5 Niyet Mektubu'nda da aynı taahhütleri yineledi. Dolayasıyla, GTP'nin hedefleri de eski programlardaki hedeflerle aynıdır. Şimdilik aradaki tek fark, rekabet edebilirliği olan sektörlerde üretime devam edileceğinin Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanı'nca açıklanmış olmasıdır.
Güçlü Türkiye Programı'na göre tarım politikalarında köklü, yapısal bir değişimi gerçekleştirmek için :
* rekabet edebilir sektörlerde üretim yapılması,
* tarımda istihdam edilen nüfusun azaltılması ,
* doğrudan gelir desteği politikalarına geçilmesi,
* küçük işletmeler tasfiye edilerek yerini sözleşmeli çiftlik modelinin alması hedeflemektedir.
Şeker Yasası ile başlayan piyasaya açılma süreci Tütün ve benzeri yasalarla devam edecektir. Fiyatların piyasa koşullarına göre belirlenecek olması tarım ürünlerini sadece uluslararası pazarlardaki değil ülke içindeki rekabet gücünü de olumsuz yönde etkileyecektir.
Teknoloji yoğun üretime geçiş için gerekli altyapı donamının olmaması , bunun için gerekli sermaye birikiminden yoksun olan bir yapıda yabancı sermayenin ortaklığı gündeme gelmektedir.
Bundan 30-35 yıl öncesinin kalkınma teorileri, ülkelerin gelişmişliklerini tarımdan sanayiye geçişle tanımlarlardı. Bu teoriler 80'li yıllarda Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerde tarımdan vazgeçilmesi olarak algılandı. Köylü ile köylülüğün karıştırılması da zaten o yıllara rastlar. Ne var ki, uluslararası deneyimler gelişmiş ekonomilerin tarıma yönelik destekleri azaltmadıklarını... Toprak ve nüfus büyüklüğü dikkate alınmadan yapılan karşılaştırmaların gerçekçi olmadığını gösterdi. Dahası, tarımın sanayileşmesinin sadece makina ve aksamı olmadığını, ürünlere dayanıklılık kazandırılmasını , iyileştirilmesi ve yeni ürünleri kapsadığını da öğretti. Özellikle de genetik teknoloji alanındaki gelişmelerle!
Türkiye tarım reformuyla yapısal bir dönüşüme girmiştir. Bu dönüşümden sadece tarım kesiminde çalışanlar değil toplumun tüm kesimleri doğrudan etkilenecektir. Dolayısıyla ortaya çıkacak sorunların çözümü zamanında ve doğru bilgi aktarımına bağlıdır . Ne var ki, ne üretici ne de tüketici kesim bu konuda yeterince bilgi sahibi değildir.