Manşet Temmuz 1960 tarihli Hayat mecmuası. Dönemin İstanbul üniversitesi'nden öğrenciler. Üsttekiler (soldan sağa) Ayşe Tümay Bay kal, Hayran Avcı, Seval Metehan, Nesrin Kaya, ortadakiler Aygün Coşkun, Yüksel Bilgici, Bilge Gürgün, Afife Alemdar, alttakiler Ayşe Barut, Sevin Demiray, Zeren Özdamar ...
1989'da Hayat mecmuasını bir sahafta gördüğümde kapaktaki kadınların peşine düştüm. Soyadı meselesinden bulmak pek de kolay değildi ama kimilerinin Hukuk Fakültesi öğrencisi olmaları işi kolaylaştırdı. Avukatlara sora sora sonunda Afife Alemdar Sezgin'i Cağaloğlu'nda Tempo dergisinin ön sokağındaki bürosunda buldum. Okuyacağınız bu söyleşi 32 yıl önce Tempo'nun 24-30 Nisan1988 sayısında yayımlandı.
28 Nisan sabahı üniversiteye geldiniz...
Ortalıkta bir olağanüstülük vardı, iktidara hoşnutsuzluk had safhadaydı. Üniversite özerk değildi ama, bugüne göre çok rahattı ve üniversiteye polis, ya da asker giremezdi. Bu nedenle görünüm olağanüstüydü. Polis üzerimize yürüyünce toplanıldı. Biz gayet savunmasızız. Ne yapacaksınız? Yerlerden taşlar falan toplayıp kendini koruyorsun. Anıtın etrafındayız. Korunmak için bir yandan da kürsü giriş kapılarından içeri giriliyor. Giriş kapılarının oradan polislere karşı koymaya başladık. Silahlar patlıyor, derken öğrenciler yeniden dışarı çıkıyor yavaş yavaş...
Siz neredeydiniz o sırada?
Ben bahçeye çıkan ilk grubun içindeydim. Bizi hemen toparladılar. Beyazıt’a çıkamadık yani. Kızları ayırdılar, doğru 1. Şube’ye. Çatı katında bir odaya attılar. Karşımızda büyük bir salon vardı, gece yarısına kadar öğrenci getirildi. Polisler büyük bir çember oluşturmuşlardı. Erkek arkadaşlar girer girmez, polisler sille tokat... Nasıl ama... Ağızlarından kan gelinceye, bayılana kadar. Sonra üzerlerine kovayla su döküp yeniden... Hele o Bumin Yamanoğlu vardı, üniversitede arkadaşlar ona karşı koymuşlardı, bu yüzden hırsını orada çıkarıyordu...
Kızlara bir şey yapıldı mı?
Biz bekliyoruz... Bizim sıramız da gelecek diye... Düşünüyoruz bizi acaba hanım polisler mi dövecek diye... Öyle bir şey olmadı. Ancak kadın polisler çok daha kötü oluyor. Davranışlarına hiçbir anlam veremiyoruz, en azından şu kadar ölü şu kadar yaralı haberleri var, ailelerimize haber verelim diyoruz... Aç susuz bırakmadılar, tost falan getirdiler dışarıdan ama, orada olduğumuz ne ailelerimize, ne yurtlarımıza haber verildi...
Arkadaşlarınız ne yapmışlar, siz ortalıkta görünmeyince?.
Ben yurtta kalıyordum. Arkadaşlar tahmin etmişler, iki gün şubenin orada dolaşmışlar, karşı binalardan falan bizi görmeye çalışmışlar... Hayatımızdan endişe ediyorlar çünkü.
Ne kadar kişi götürülmüştü, kaç kızdınız?
11 kızdık. İki arkadaş korkmuştu ama, diğerleri hayır. Hatta, onlar suçumuz yok filan demişlerdi de, biz çok kızmıştık. Suç varsa hep birlikteyiz, yoksa kimsenin suçu yok haliyle. Varsa sonucuna katlanacağız, toplu bir gençlik olayıdır. Tesadüfen buraya getirildik... Toplam sayıyı bilemiyorum da... Sonradan asker müdahale etti ya olaya... Şimdi askerler cemselerle geliyorlar, arkadaşları toplayıp kavşaklarda yavaşlayarak bırakıyorlarmış... Hatta eğlence olsun diye, arkadaşlar cemselere binip binip iniyorlarmış...
Sizi nasıl bıraktılar?
Bizi iki gön tuttuktan sonra Harbiye’ye ordu komutanlığına havale ettiler. Bize ‘555K ve 19/2 ne demek’ diye sordu savcı. Biliyorsunuz ilki beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay’da, diğeri ise 19 Mayıs’ta saati ikide Taksim’de... Savcı ifadelerinizi böyle böyle verirseniz kurtulursunuz dedi. Sonra yakında hepiniz rahatlayacaksınız dedi. Sonra da ikametgâha rapten bıraktılar. İşte duruşmalara çağıracağız dediler. Sonra beraat ettik.
Öğrenci muhalefeti nasıl gelişmişti?
Sezgin: Fakültelerin dernekleri vardı, öğrenci örgütleri vardı, partilerin gençlik kolları vardı... Çoğu arkadaşımız da gençlik kollan üyesiydi, ya da sempatizandı. Üniversite öğrencisi olmak bir imtiyazdı o zaman, şimdiyse öğrencilik artı siyaset olunca imtiyaz değil, aksine suç oluyor. Derste müsaade isteyip kürsüye çıkıp, ‘filanca yerde toplantı var’ diyorduk örneğin. Sonra o zaman kantinlerimiz vardı, ders aralarında mutlaka kantinlerde toplanılır, tartışılırdı, dersten çok siyaset konuşulurdu. Hukuk, İktisat kantini müşterekti, kocamandı. Derslerde de tartışırdık. Sınıfta profesörlerle, doçentlerle, iktidarı tartışıyorduk. Hukuk’ta derslerde yaşadığımız günlerden örnekler vererek konuyu işlerdik, buyrun şimdi yapılsın bu...
Ancak, üniversiteye yönelik talepleriniz yoktu 28 Nisan eyleminde, salt ülke sorunları...
Sezgin: Gayet tabii ülke sorunları. Bizimki ilk başlangıçtı ve sonuç alınan bir olaydı. 28/29 Nisan olayları olmasaydı, ihtilale girişilmezdi hiçbir zaman. Gençlik çok hırpalandı ama... Üniversitede olmak bambaşka bir şey... Hukuk... İlk isyanlar hep oradan geliyor. Okullarla, sınavlarla ilgili sorunlarımız da vardı elbette... Onlar daha sonra çözüldü... Ne yazık ki, o kadar emekler, kazanılan haklar bu anayasa değişikliğiyle sıfıra...
Kızların katılımı da oldukça fazla...
Benim çevremde ilgisiz kalan yoktu. Yurtta da kaldığımız için hemen hemen herkes güncel olaylarla ilgilenirdi, kimse kopuk değildi. Üniversite gençliği, tabii ki aydın bir gençlik. Dünyadan haberi olmayanlar da vardı ama, çok az, çok çok az... İlişkiler olağanüstü rahattı. Biz geneldeki değer yargılarının çok ilerisindeydik. Sonra topluma da kanıtladık ki, arkadaşlıklara engel olmamak lazım. Kocaman bir gruptuk, kız erkek ayrımı, meslek ayırımı yoktu, toplantılar olurdu hepimiz giderdik. Birlik, beraberlik vardı, kim kimin ne olduğunu bilirdi. Şimdi öyle mi? Bilinmiyor ki, kim casus, kim değil...
27 Mayıs sabahı?
O sabah anonsla uyandık, pek de sürpriz olmadı. Harbiye’de ifadelerimiz alınırken neredeyse bir teşekkür etmedikleri kalmıştı. Sonra, bir takım söylentiler de vardı. Biz sonra büyük bir eğlence tertipledik, Spor ve Sergi Sarayı’nda. Orada öyle bir şenlik yaşanmamıştır. Şarkılı, türkülü, halk oyunlu... Zeki Müren de gelip fahri olarak konser vermişti... Nasıl bir şenlikti! Tam bir karnaval havasına dönüşmüştü... Herkes bayram ediyordu, tabii mutlu olmayanlar da vardı...
Şimdi de üniversite öğrencisi çocuklarınız var...
Evet, şimdi üniversite gençliğine çok acıyorum. Hiç sesini duyuramıyor. Üç kişi yemek yemese içeri atıyorlar, üç kişi dilekçe imzalasa suç oluyor. Beyni uyuşmuş gibi. Çocuklarıma bakıyorum, ne onlar, ne arkadaşları siyaset konuşmuyorlar. Toplum sorunlarının dışında bırakıla bırakıla sadece kendini düşünen bir gençlik çıktı ortaya. Okula gazete bile götürmek yasak. Derste bir şey tartışamıyor, bir Kari Marx’ı yasaklıyor, yayınlar yasaklanıyor, gençlere okuma fırsatı, karşılaştırma fırsatı verilmiyor. Gençleri siyasetin politikanın dışına atarsak, bunlar ne zaman bilinçlenip de yönetecek bizi? Gençliğe, yüklenmesi gereken sorumluluk verilmiyor. Gençliği politikaya itmek lazım. Bu, eksik ve korkunç bir şey. Gençlik kolları yok, gençlik örgütlenmeleri yok. Gençlik nerede oturacak, nerede konuşacak? Anayasada demokrat bir ülke olduğumuz yazılı. Demokrasi, değişik seçeneklerin olması anlamına gelmiyor mu? öğrencinin hiçbir hakkı yok şimdi. YÖK, ‘Demokles’in kılıcı’ gibi tepelerinde. Biz kendi halimizi beğenmezdik, şimdi kaç yıl geriye gittik kimbilir? Gençlik, bizim zamanımızdaki atılımı yapamıyor, öyle maddeler var ki, çocukların elleri kolları bağlanmış...(NM/DB)