İşte, küçük Isadora dansı orada keşfetti. Klasik dans okuluna yazdırıldığında, parmak ucunda durması istenince, "Bu, doğaya aykırı bir şey. Kimse parmak ucunda yürüyemez ki" diyerek doğanın dansını sürdürdü.
"Onun dansı her tür baskıdan arınmış, hükmetme düşüncesinden uzak bir toplumun gelişimini simgelemeliydi."
"Dans sanatı özgürlük ideolojisi içinde bir mücadele alanıysa, hareketin ilk kazanacağı zaferlerden biri, kadınların haklarına kavuşmaları üstüne kurulmalıydı."
Ve Isadora Duncan, kendini kadın özgürlüklerinin korunmasına adamıştı.
"Kutsal" evliliğe karşı
19. yüzyılın son çeyreği... Genç kızların evlilikte sonsuz bir mutluluk gördükleri bir dönemde, Isadora'nın gözleri önünde bu olayın tam tersi yaşanmaktaydı: Anne ve babası. Tüm yaşamları boyunca iki varlığı birbirine bağlayan, evlilik adındaki "kutsal" olgu ona göre köleliklerin en aşağılayıcısıydı. Evlilik dışı çocuk doğurma konusunda da ısrarlıydı.
"İki insan arasında temel olan içtenliktir, sevgidir. Ve aşk, iki kağıt parçasının altına atılan iki imzayla ölçülemez. Kim engel olabilir bir kadının çocuğunu evlenmeden tek başına büyütüp yetiştirmesine? Kanunları yapan toplum, erkek toplumudur. Kadınların hiçbir rolü olmamıştır bu düzende" çıkışları ona "aykırı" sıfatı kazandırmıştı.
Sınır taşımayan bir yaşam
Sınır tanımamacasına yaşamayı hayat felsefesi olarak benimseyen Isadora, sınır tanımayan dansını soluk alır gibi, tartışmasız bir doğallıkla sunarken, Antik Yunan hayranlığını da içine katıyordu dansının. Neredeyse dünyanın her yerinde gidip dansını sergileyen dünyaca ünlü bir dansçı konumundaydı. Çok para kazanıp çocukluk döneminde çektiği sefaletin acısını çıkarırcasına rahat yaşadı.
Zengin salonlarında zenginlere karşı dans etti. Doğduğu yer olan anayurdu Amerika'da sergilediği dans gösterileri skandallar yaratmıştı. Aykırılığı, sol görüşlü olması, dansının yarattığı başkaldırı, seslerin yükselmesine sebep olmuştu. Fakat o, yine de bu sesleri bastırabilmişti.
Sair, ressam, tiyatrocu, yazar olarak tanıdığı onlarca kişi, o dönemin en ünlüleriydi. Pek çok sevgilisi oldu Isadora'nın. İki sevgilisinden iki çocuğu oldu sonra. Fakat onlar, daha çok küçük yaşlarındayken bir trafik kazasında hayatlarını kaybettiler.
Dünyadan ve danstan elini eteğini çeken Isadora, tempolu, skandallarla dolu hayatında sessizliğe gömülmüştü. Zamanla kendini toparlayan Isadora, Sovyetler Birliği'nde düşlerindeki okulu kurabileceği umuduyla Moskova'ya gidecekti.
"Dünyanın tüm çocuklarına açım"
Onu Moskova'ya gitmekten alıkoymak isteyenlere, "Gerçek bir komünist ne soğuktan, ne açlıktan ne de maddesel anlamda bir konforsuzluktan yüksünür" diyecekti.
Rusya için: "Yepyeni bir evren: Herkesin yapabileceğinin en iyisini yaparak kendini insanlığın hizmetine adadığı bir evren. Ne Avrupa ne Amerika benim yapmak istediğimi anladı. Sahne için genç dansçılar peydahlamak istediğim sanıldı. Oysa, tek kaygım onlara yürümeyi, koşmayı, hareket etmeyi öğretmekti. Ve zamanı gelince onların bunu kendi çocuklarına aktarmalarını, böylelikle de olayın devam etmesini düşledim. Ben dans diyorum buna. Aslında ben onlara salt kendileri olmayı öğretmek istedim. Dünyanın bütün çocuklarına açım. İsterdim ki, dünyanın tüm çocukları devasa bir halka oluştursun ve adımlarından kardeşlik, neşe tohumlan saçılsın" demişti.
Amerika'da, Avrupa kaynaklı fikirlere, özellikle de komünizme karşı bir tecrit politikasının uygulandığı dönemde Isadora'nın cüretli çıkışları vardı: "Ben elimi Rusya'ya uzattım. Ve sizden de aynı şeyi yapmanızı istiyorum. Rusya'yı sevin, çünkü Rusya, Amerika'nın yoksun olduğu her şeye sahiptir. Tıpkı Rusya'nın yoksunluklarına da Amerika'nın sahip olması gibi."
"Eşarbım kızıl, ben de öyleyim"
Isadora Duncan, gençliği çoktan geride bıraktığı dönemlerinde gerçekleştirdiği gösterilerinde, dansını yine ustaca sergiliyordu. Ancak her dans sonrası komünizm aleyhtarlığına meydan okumayı adet edinmişti.
Sahnede yarı çıplak dans ederken kırmızı ipek eşarbını uçuşturarak şöyle diyordu: "Bakınız! İşte güzellik budur. Bu eşarp kızıl. Ben de öyleyim. Bu, yaşamın gücü ve rengidir. Amerikalılar ilkeldir, ama beni alt etmelerine asla izin vermeyeceğim. Gerçek yaşam burada yaşanan değil."
Birçok Amerikalı kadının yaptığı gibi tahrik edici giysiler içinde kasılmaktansa çıplaklığı tercih ediyordu. Ona göre, "Çıplaklık gerçek olan, gerçek ise güzelliktir. Bu güzellik de sanattır. Bu yüzden çıplaklık bayağılık değildir. Çıplak beden bu insanları tiksindirirken, tüm hatları ortaya çıkaran giysiyle sarılmış beden onları kendinden geçiriyor, işte bu ikiyüzlülük, gerçeğin önündeki korkudur."
1877'de San Francisco'da doğan Isadora Duncan, 1927'de kendisi kadar farklı bir ölümle karşılaştı: Üstü açık bir arabada, boynundaki şalın saçakları tekerleğin poyrasıyla kelebek arasında sıkışınca, arabanın ileri atılmasıyla Isadora'nın ensesi bükülüp kırılmıştı. Kırmızı şalıyla sıkılmıştı boynu... (MT/BB)