Bu nasıl bir hoyratlık, ne denli bir savurganlık, hatta mazoşistliktir ki küçücük adada altın arama projesi gündeme gelebiliyor diye düşünmüştüm. Sanki Türkiye'nin Ege'de onlarca adası varmış da, birini feda edebilecek lükse sahipmiş gibi İmroz'un (Gökçeada) zaten hırpalanmış tabiatına bir darbe daha indirilecekti.
Neyse ki bir süre sonra ÇED süreci sonlandırıldı ve proje görünürde iptal edildi. Fakat önümüz yaz, turizm sezonuyla birlikte kimbilir adanın koruma altındaki hangi sahiline resmen veya gayriresmî olarak ne tesisler yapılacak, adanın asırlar öncesiyle bağlantısı epeyce zedelenmiş ruhuna betonlaşma ile ne şekilde ihanet edilecek!
Çok da eski olmayan bir mazide, herhangi bir tesisin olmadığı, hatta şezlong ve şemsiyelerin bile esamesinin okunmadığı İmroz'un kumsallarında keçilerle başbaşa vakit geçirmiş biri olarak adadan ümidimi ne yazık ki kesmiş durumdayım. Yunanistan'a ait onlarca adanın doğal haline terkedilmiş yüzlerce sahili dururken bir zamanlar yaz kış demeden defalarca uğradığım İmroz'daki yıkıma daha fazla şahit olmak istemiyorum.
Fakat taşı, toprağı, suyu ve havasıyla bana çok şey katmış adaya gönül bağım daima sürdüğünden 25. Meridyen (25th Meridian) adlı belgeseli sonunda seyredebildim.
20.Selanik Belgesel Festivalinde yer almış, Akis Kersanidis'le yönettiği In Situ (Yerinde) adlı başarılı belgeseli kotaran Chryssa Tzelepi birkaç sene önce Tania Hatzigeorgiu ile İmroz'a odaklanmıştı.
Lozan Antlaşmasına aykırı olarak, Yunanistan'ın da vurdumduymazlığı sayesinde, Türkiye'nin sinsi politikalarla mahvettiği İmroz'un Rum dokusunun son temsilcileri dertlerini aktarırken, aralarında "İmroz öldü!" diyen var. Ne de olsa baskı, istimlak, tehditkâr cezaevi, askerî önlemler, cinayet ve tecavüzlerin yanısıra bilhassa Rum okullarının kapanması ada ahalisini geleceklerini başka diyarlarda kurmaya itmişti. Fakat belgeselin çekildiği 2012 yılından sonra adada tekrar başlatılmış, mevzubahis antlaşma çerçevesinde öngörülen eğitim sistemi sayesinde acaba vatana dönüş meyvelerini verebilecek mi?
Rum olmak kolay değil
Duygu sömürüsüne mümkün olduğunca prim vermeyen belgeselde başarılı fotoğraf yönetiminin yanısıra, müzik de görüntülere zarafetle eşlik ediyor; Erkan Oğur ve Okan Murat Öztürk imzalı Bulut adlı parça da buna dahil.
Adaya yönelik olarak, özellikle 1964 yılı sonrası uygulanmaya başlayan "millîleştirme" politikası Rum vatandaşları korkutmak, bezdirmek ve adadan kaçırmak üzerine kuruluydu. Oysa "Türk" kimliğine daha uygun bulunmuş, adaya topluca yerleştirilen köylülerin sürgün duygusunun aksine Rumlar'ın kendilerini kökleriyle bağlı hissettikleri, vatan bildikleri yer İmroz'du. Asırlardır binbir cefa çekmiş olmalarına rağmen adanın toprağı ve denizine bağlı kalabilmiş yerli ada ahalisini, Türkiye Cumhuriyeti yurdundan etmeyi başarmıştı. Bugünlerde yine gündemde olan Kıbrıs'la ilgili ne zaman bir kriz çıksa İstanbullu ve Bozcaadalı Rumlarla birlikte onlar da bedel ödedi; Rumluğun (Ermeniliğin, Yahudiliğin veya Kürtlüğün) bir hakaret olarak kullanıldığı memlekette hâlen de ödüyorlar…
Fakat adadan asla ayrılmamış birkaç inatçı yaşlı dışında, son yıllarda aile evine sahip çıkmak, kökleriyle bağlarını tekrar hissetmek isteyenlerde bir geri dönüş gözleniyor. Tarım yaptıkları verimli topraklar ellerinden alınmış olduğu için geleneksel dibek kahvesi veya muhallebi gibi numaralarla turistlerin cebine bakmaktan başka çareleri pek kalmamış gibi görünüyor oysa.
Türkiye'nin vatandaşlarına yönelik uygulamalarından utanç duyması gerektiğini duyuyoruz belgeselde. Başka Ege adaları, Atina veya Selanik dışında, Almanya, Avustralya, ABD dahil gezegenin tüm köşelerine savrulmuş olanlar kendilerini Türkiye devleti tarafından aşağılanmış hissettiler.
"Kendi isteğimizle gitmedik, basbayağı kovulduk!" diyor biri: "Evet…bunu söylemekten dolayı da korkmuyorum!" diye de ekliyor, yıllar boyunca kendini ifade edememiş tüm azınlıkların duygularına tercüman olarak.
Adanın geleceği meçhul
25. Meridyen İmroz hakkında şimdiye kadar seyrettiğim en nitelikli belgesel. Yıkık evler, mahalleler, hatta hayalet köye dönmüş yerleşimler tabii ki filmde var. Rumlar'ın mutlu çocukluk anılarını, adadan zoraki göçü veya yıllar sonra geri dönüldüğünde karşı karşıya kalınan enkazı anlatırken gözlerin yaşarmaması imkânsız. Yönetmenler seyirciyi fazla kanırtmadan mevzuyu işliyor, neredeyse üst üste bindirilen ses kayıtları filme aksak, bazen kâbusa benzer bir rüya hissi veriyor. Marmaroz mevkiindeki Panaghia Balomeni'de her yaz tekrarlanan dinî tören dışında, adada kalmış ihtiyar ahaliye maziyi hatırlatan geleneksel Ağustos şenlikleri de geleceğe dair ümidin temsilcisi haline geliyor.
"Sessizlikte aniden büyük bir gümbürtüyle irkildim!" diyor adaya dönmüş nispeten genç bir Rum; yanındaki yaşlı kurt ona "Evlerden biri daha çöktü!" deyince içi iyice kararıyor. "Bir ruh daha adayı terketti sanki!" duygusunu paylaşmamak ne mümkün. Şayet ilerleyen aylarda İmroz'a yolunuz düşerse daha fazla ruhun adayı bırakmaması, daha fazla beton ve asfaltın gelmemesi için siz de bir katkıda bulunun.
Bilin ki asırlardan beri Ege'de üvey evlat muamelesi gören adanın ruhu gayet yabanidir, inatçı ve güçlüdür; sizi hemen içine almayabilir fakat zamanla mutlaka ödüllendirir, besler, sizi ihya eder. Yeter ki verimsiz toprakların tanrısı İmbrassos'un laneti üzerinize çökmesin! (MT/HK)