Tarih kuruculuk süreçlerinde yazılabilir. Nesnel ve bilimsel bir tarih yoktur. Kurucu tarihsel süreçlerin sınıflar mücadelesinin çatışmasında, kuruculuğu üstlenen öznellik, tarihi okur ve konuşturur. Böylesi süreçler içkin eleştirinin şoklarını özgürleştirir, yıkıcı, bilinç kırıcı ve kurucudur. Özne kuran değil kurulandır, varolanı işletir ve çalıştırır. Öznellik ise kurulan değil kurandır, ontolojisi, varolanın güvencesinde değil, varolanın yıkılmasında ve yeni olanın kurulmasındadır. Yeni bir devrimci öznelliğin kurulmasının tarihsel zemininde olmanın, dil, din, ulus, renk farkı olmaksızın melez çokluğun küresel direnişinde dünyalı olmanın keyfini çıkarmanın zamanıdır.
15 Şubat... içersi ve dışarısı ve iç dinamikler-dış dinamikler ikiliğinin sınırlarının kaldırıldığı, ortak politik konseptinin kurulduğu, çokluğun kapitalist imparatorluğu tehdit eden küresel gücün potansiyelini ifade ediyor. Bu bir tesadüf değil. Kapitalizmin iktidar işleyişini ifade eden imparatorluğun kuruculuğuna karşı, karşıdan bir politik kuruculuğun içkin, ontolojik temelini yapılandırıyor. Bu nesnelliğin incelenmesi, ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel deneyimlerin açığa çıkarılması, kalıcı ve sürekli hale getirilmesi devrimci bir coşkunun sorumluluğunu gerektiriyor.
15 şubat, iç dinamiklerin merkez, dış dinamiklerin çevre olduğu, dış dinamiklerin merkeze destek olduğu ve yalnızca ABD emperyalizmine karşı bir eylemlilik değildir. Bunları aşan bir politik kuruculuğun potansiyelini taşıdığını görmek gerekir. 15 Şubat, çokluğun küresel direnişini politik olarak kuran, savaşsız bir dünya özlemidir. Nereden gelirse gelsin, insan öldürme makinesi olan savaşın lanetlenmesidir. Bu özlem, başka bir dünyanın kurulabileceğinin maddi umududur. Harekete içkin konsept, hareketi politik olarak kurar. Komünizm, harekete içkin ve hareketi kuran tarihsel zemine girmiştir. Anti-emperyalist politik kuruculuk, anti-kapitalizmi içermez, içermek zorunda değildir. Mülkiyet ilişkilerini dönüştüren, kapitalizmi aşan, kapitalizme karşı içkin bir eleştirinin politik kuruculuğunu üstlenen bir öznelliğin kurulmasının tam zamanıdır. Emeği, disipline eden ve denetleyen tüm toplumsal tahakküm ilişkilerine cepheden bir karşı duruş, komünizmin zamanıdır.
Savaş karşıtı küresel direnişin sloganlarını incelemeyi ve bu sloganlardaki kuruculuğu incelemeyi çok istedik, fakat imkansızlıklar ve engellerden dolayı bunu başaramadık. Ülkemizin pankartlarında ve sloganlarında "Küresel Direniş", "Savaşta ve barışta kapitalizm öldürür" dışında ön açıcı, kurucu bir söyleme tanık olduğumuz söylenemez. Otonom ise şu sloganlarla kendisini kurdu: "Sınırlar Kaldırılsın. Yaşasın Dünya Vatandaşlığı", "ulusal ve uluslar arası bütün ordular dağıtılsın, silah fabrikaları kapatılsın, sınırlar kaldırılsın, devletler feshedilsin, kahrolsun kapitalist imparatorluk.", "Vicdan, Onur, Adalet". İşte, bugün için yalnız, fakat gelecek olduğuna inandığımız kahkahamız...
Çitleme ve ıslah etme
Savaşın nedenini anlamak, bir uğrak olarak Irak savaşının içinden geçen, bitmemiş ve devam eden İmparatorluğun yapılanma siyasetinin çözümlenmesinden geçiyor. İmparatorluğun iktidarı "yönetişim" mantığı içinde işliyor ve güvence altına alınıyor. Siyasal sorumluluğu olmayan, fakat dünyanın siyasetini belirleyen aktörler görünmez kılınarak, görüneni yapılandırıyor. Tek özneli ve merkezli tarihsel ve toplumsal bir bedeni okuyan düşünme sistemiyle İmparatorluğu anlamak mümkün görünmüyor. Ontolojiye bağlı epistemolojik bir kırılmanın ve yeniden kurulmanın tarihsel ve toplumsal sürecine girildiğini görmek gerekiyor.
Emeğin tahakküm altına alınışını, ekonomik, politik, ideolojik ve kültürel bütünselliği içeren bir iktidar işleyişi olarak anlıyoruz. Mülkiyet ilişkilerini iktidar ilişkileri içinde okumak, bizim için önemli bir anahtar işlevi görüyor.
Kapitalizmin kökü mülkiyet ilişkisinin dönüşümünde yatar. Feodalizm, emeğin yarattığı artıya ekonomi dışı zor araçlarıyla el koyan bir iktidar işleyişine sahipti. Toprak sahibi ya da kralın bedeninde somut olan iktidar, emeğin bedenini, açık ve fiziki cezalandırma yoluyla işleyen bir sistemdi. Roma'da zenginlik ranttı. Kapitalizmde zenginlik sermaye birikimini ifade ediyor. Emeğin yarattığı artı, üretici güçlere dönüşerek emeğin verimliliğinin artırılması ve birikimin, yabancılaşmış emeği ifade eden sermaye ile ifade edilmesi, kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin özünü oluşturuyor.
Ellen Meiksins Wood'un, İngiltere'de tarımın kapitalistleşmesinde öne çıkardığı toprağın çitlenmesi ve ıslah edilmesi ön açıcı görünüyor. Fabrika, emeğin çitlenmesi; fordizm ise emeğin ıslah edilmesini ifade ediyor. Artı-değer kavramı, insan bedeninin disipline edilmesi, terbiye edilmesi, ıslah edilerek verimli kılınmasının toplumsal ilişkisi içersinde alınmadığında ön açıcı olmaktan çıkıyor. Bu bağlamda ulus devlet, toplumsal bedeni ıslah etmek için, çitlenerek mülkleştirilmesini ifade ediyor. Modernizm, bedenin verimliliğini yapılandıran bir iktidar işleyişi olarak nüfus toplumunu karşımıza çıkarıyor:
Ulusal sınırlarla toprağı çitlenen, ulusal ve toplumsal kurumlarıyla disipline edilerek ıslah edilen ölçülebilir, sayılabilir, düzenlenebilir, hijyenleştirilebilir rasyonel ve bilimsel bir toplum. Kapitalizm yalnızca artı-değer sömürüsüyle anlaşılamaz. Kapitalizm, toplumsal ilişkilerin bütününü, ıslah etmek için çitleyerek mülkleştirme hareketidir. Rekabetçi dönem, emeğin fabrikayla, toplumsal bedenin ulus devletle çitlenmesidir. Emperyalizm, çitlenmiş toplumsal bedenin verimliliği merkezinde dışarısının ıslah edilerek içselleştirilmesidir. İçerde emek, sermayenin gerçek tahakkümüne alınmış, dışarıda ise bağımlılık ilişkisiyle biçimsel tahakküm yapılandırılmıştır.
İmparatorluk, dünyanın çitlenerek, küresel bedenin ıslah edilmesidir. Dışarısının içselleştirilmesiyle, toplumsal ilişkilerin piyasanın zorunluluklarına bağımlı olacak biçimde yapılandırılıp, ekonomiye gömülmesidir. Bütün toplumsal ilişki alanlarının sermayenin gerçek tahakkümü altına alınmasıdır. Marx'ın önemi, yalnızca kapitalizmin ekonomi politiğinin yasalarını bulması değildir, aynı zamanda kapitalist mülkiyet ilişkilerinin devrimci dönüşümünün yasalarını bulmak çabasıdır. İşçi sınıfının önemi buradan kaynaklanır. İşçi sınıfını öne çıkartan artı-değer sömürüsüne tabi olması ya da yoksulluğu değil, politik kuruculuk özelliğidir. Bu politik kuruculuk özelliğine bağlı olarak diğerleri önemlidir.
Lenin, " Burjuvazi köylülüğü ve tüm küçük-burjuva katmanları parçalayıp un ufak ederken, proletaryayı bir araya getirir, birleştirir ve örgütler.-büyük üretimdeki rolü sonucu-, gerçi burjuvazi tarafından çoğu kez proleterden daha az değil, bilakis daha çok sömürülen, köleleştirilen ve ezilen, fakat kurtuluşları uğruna bağımsız mücadele yeteneğine sahip olmayan tüm emekçi ve sömürülen kitlelerin önderi olma yeteneğine sahiptir.". ifadesi bu önemi doğrular. Fordist ya da yaygın birikim sürecinin sınıflar mücadelesi, bu soyutlamanın gerçekleştirilmesinin tarihidir. Güncel olan son iş güvencesi yasası ve yoksulluk tartışmaları açısından bakıldığında post-fordist, esnek üretim yapılandırılması, İmparatorluğun iktidar işleyişinin en önemli yasasıdır. Post-fordist veya esnek birikim süreci, sermayenin yoğunlaşmasını ve tekelleşmesini devam ettirirken, üretim sürecini parçalayarak işçi sınıfını dağıtmaktadır. Büyük üretimde bilgiyi öne çıkarmakta; mühendisleri işçileştirerek niceliği küçültmekte; ücreti yüksek tutup işçi aristokrasisi oluşturarak, sınıf içinde sınıf yaratmaktadır.
Bu bağlamda imparatorluk, üretim sürecini parçalayarak, işçi sınıfını üretim sürecinde örgütsüzleştirmekte, üretimden gelen örgütlenme yeteneğini yok etmektedir. Kapitalizm, yaygın birikim sürecinde sınıfı bir araya getirme, birleştirme ve örgütleme iktidar işleyişinden, üretim içinde örgütsüzleştirerek bireyselleştirme iktidar işleyişine geçmektedir. Sermayenin emeği gerçek tahakküm altına almasının somut ifadesi, emeği yok saymak, içererek dışlamaktır. Bu durum, kapitalizmin en güçlü, emeğin ise en güçsüz olduğu nokta olarak algılanabilir. Oysa durum hiçte böyle değildir; tam tersine kapitalizmin en güçlü noktası onun en zayıf noktasını, emeğin en güçsüz noktası ise onun en güçlü noktasını ifade etmektedir. Üretim sürecinin parçalanması beraberinde, toplumsal ilişki alanlarının tümünün ticarileştirilmesini ve piyasalaştırılmasını zorunlu kılmakta ve toplumu büyük bir fabrikaya dönüştürmektedir. Sınıfın parçalanarak, kendi içinde hiyerarşik bölümlere ayrılması, toplumu mülksüzleştirerek proleterleştirmekte ve emek cephesini genişletmektedir. Çokluk tam da burada konuşmaktadır. Artık bütün toplumsal ilişki alanları birer direniş alanıdır ve bu direniş, toplumsal ilişki alanlarını kapitalist mülkiyet ilişkisinin üretimi ve yeniden üretimi haline getiren imparatorluğa karşı cepheden politik kuruculuğu örgütleyecektir.
İmparatorluk ve savaş
Kralın bedeninde somut olan iktidarın, Roma'sı vardı. İçerisi ve dışarısı ilişkisi üzerinden yapılanan emperyalizmin, merkezi vardı. İktidar, görünen merkezler ve toplumsal ilişkileri sürekli nesneleştiren bir işleyiş ile çalışıyordu. Artık, iktidar işleyişinde yapısal ve söylemsel bir değişiklik gözleniyor:İktidar, nesneleştirerek değil; nesnesini, iktidarını işleten ve çalıştıran bir öznesi haline getirerek yapılanıyor. İçerisi ve dışarısının kalmadığı, küresel bedeni özneleştirerek iktidarını işleten İmparatorlukta, tek Roma, tek merkez yok. İmparatorluk, bedensel işleyen sistemdir. Çok merkezli yapılanan, yönetişim mantığı gereği siyasal sorumluluğu bulunmayan tek merkezlerle işleyen hiyerarşik bir beden.
İmparatorluğun siyaset belgesinde, küresel merkezli ekonomi, küresel pazar, küresel üretim ve küresel güvenlik temel başlıklardır ve ortak konsensustur. 70'lerden bu yana bu kuruluşun önemli bir aşamasına gelinmiştir. İmparatorluğun krizi, İkinci Dünya Savaşı sonrası iktidar yapısının ve toplumsal ilişkilerin, imparatorluğun yeni iktidar yapılanmasına ve hızına ayak uyduramaması ve direnmesidir.
Kapitalizmin emperyalist aşamasının iktidar işleyişine göre yapılanmış güçlerin, aktörlerin, kurumların; imparatorluğun çok merkezli yapılanan, yönetişim mantığı gereği siyasal sorumluluğu bulunmayan tek merkezlerle işleyen hiyerarşik iktidar yapılanmasının doğurduğu siyasal süreçteki iç gerilimleri ve çatışmalarıdır. Savaşlar, bu iç gerilimlerinin çözümündeki uğraklardır. Irak savaşı da, Kosova da, Afganistan da bitmemiş devam eden bu siyasal kuruluşun özneleştirme uğraklarıdır. Küresel güç ilişkilerinin yeniden yapılanması bağlamında, bu, bir üçüncü dünya savaşıdır.
Bu süreci, emperyalist merkezlerin yeni bir pazar paylaşım savaşı olarak okuyanlar, emperyalist merkez devletlerin açık askeri çatışmaya girmemelerini nükleer silah kullanımını gerekçe göstererek açıklamaya çalışmakta, ama bu açıklama yetersiz kalmaktadır. "Emperyalist paylaşım savaşı kendisini bölgesel savaşlar olarak yapılandırmaktadır." diyerek, kuramsal kurguyla bu açığı kapatmakta, savaşların ontolojik nedenlerinden kaçmaktadırlar. Savaşların bölgesel düzeyde gerçekleşmesi, emperyalist merkezlerin şu veya bu nedenden dolayı açık savaşa cesaret edememeleri değildir. Savaşın nedeni üçüncü dünya ülkelerinin içeriye alınarak, ulusların ve bölgelerin imparatorluğun siyaset belgesine göre özneleştirilmesi, yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda bölgesel savaşlar, küresel polis gücünün askeri operasyonudur.
İmparatorluğun, ekonomik, politik ve askeri bütünsellikte küresel saldırısının hedefi, eski iktidar yapısının baş aktörü olan ulus devlettir. Ulus devletten kastedilen, devletin kendisi değildir. Ulus devletin eski iktidar işleyişine göre işlevi ve yapısıdır. İmparatorluk ulus devletin işlevini ve yapısını yıkıp, yeni iktidar ilişkisine göre devleti işlevlendirip, yapılandırarak daha da güçlendirmektir. Ulus devlet, küresel ekonominin, küresel pazarın ve küresel tekellerin çıkarlarını koruyacak bir iktidar odağı özelliğini yitirmektedir. Küresel tekellerin çıkarlarını küresel ölçekte koruyacak siyasal yapılanma şarttır. Devletler küresel siyasal iktidarın hiyerarşisi içersinde konumlanacaklardır.
İmparatorluğun hiyerarşisi
İmparatorluğun küresel polis müdahalelerini 91'deki birinci körfez savaşıyla başlatmak yanlış olmayacaktır. Somali, Bosna-Hersek, Kosova, ve Afganistan müdahalelerinden geçerek Irak savaşına gelinmiştir. Irak savaşını bitmemiş devam eden bir siyasal sürecinde bir uğrak olduğu görülmeden, yalnızca Irak savaşı sürecinin gerilimlerine takılmak politik hatalara neden olmaktadır. 2002'nin Ekim ayında çıkardığımız Otonom'un 1. Sayısındaki "Kapitalizme Oy Yok" başlıklı yazıda "Bugün görülebilen ve belirsizlikleri belirginleştirecek olan netlik, küresel tekellerin, kapitalist imparatorluğu hukuksallaştırırken ulus devletlerin tarihsel işlevini bitirmek ve imparatorluğun iktidar işleyişine göre devletleri işlevlendirip yapılandırmaktır.
Yeni sömürge ulus devletlerin ekonomik, toplumsal, siyasal ve askeri alanlar üzerindeki egemenliğini alıp, küresel kapitalizmin kalelerine (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, NATO, G8 ve AB) devretmektir. Bu durum, kapitalist imparatorluğun bağımlı ülkelerin ulus devletlerine açtığı Bonapartist bir iç savaştır. İmparatorluk, dünya pazarının yeni iktidar işleyişine uygun hukuksal yapının oluşturulmasında, siyasi gücünü imparatorluğun Bonapart'ı ABD'nin askeri gücüne devretmiştir.
Modernizmin maddi ve ideolojik alt yapısını tamamlamış Türkiye'nin de içinde bulunduğu G-20 ülkeleri dışında, başta İslam ülkeleri olmak üzere, modernleşmenin alt yapısını tamamlayamamış, imparatorluğun yapılanmasına direnen tüm toplumsal yapılar, bu savaşın tehdidi altındadır. Türkiye, tehdit altında olan coğrafyanın merkezinde bulunmaktadır." vurgusuyla sürecin ana konseptini ifade etmiştik. Otonom'un 2003 Nisan sayısında "İmparatorluk ve Üçüncü Dünya Savaşı" başlıklı yazıda Irak savaşı süreciyle ilgili "Bonapartizm, kalıcılığı değil geçiciliği ifade eder. ABD, Irak savaşıyla geçiciliğini kalıcılığa dönüştürmek isteğindedir. Irak savaşıyla ABD, kapitalist imparatorluğa, imparatorluğun kralı olduğunu ilan etmek istemektedir. İmparatorluğun çok merkezli yapısı, ABD'nin merkezi krallık ilanına karşı çıkmakta ve ABD'nin askeri gücüne verilen siyasal destek geri çekilmektedir. Şu an ABD, imparatorluğun siyasal gücünden yoksun bir askeri güçten başka bir şey değildir. BM'de ve NATO'da gösterilen Almanya, Fransa, Rusya merkezli ABD karşıtı muhalefet, Irak'a karşı açılacak bir savaşa karşı değillerdir. Karşı oldukları, ABD'nin ben merkezci krallık ilanıdır." demiştik. Fakat NATO'da, BM'de ve AB'deki gerilimler emperyalist merkezler arası kopuş olarak okundu. NATO'nun, BM'nin ve AB'nin dağılacağı ve yeni güç merkezlerinin kurulacağı öngörüsünde bulunuldu.
Aynı sayıda, aynı başlıklı yazıda Otonom ise " NATO'da, BM'de yaşanan kriz ve bu krizin AB'ye yansımasını iyi okumak gerekiyor. Ne NATO, ne BM, ne de AB dağılmayacaktır. Bu uluslararası kurumlar kapitalizmin emperyalist döneminin ihtiyaçları üzerinden kurulmuşlardır. İmparatorluğun ihtiyaçlarına göre yeniden işlevlendirilip, yapılandırılması gereği bilinmesine rağmen bu sorun sürece bırakılmıştır. İmparatorluğun Irak krizi, bu sorunu sürece bıraktırmadan iradi müdahaleyle çözülmesi gereğini açığa çıkarmıştır. NATO Türkiye krizini aştı, fakat sorun yerinde durmaktadır. BM'de Irak krizi aşıldıktan sonra sorun güncelliğini koruyacaktır. Irak krizinin aşılmasıyla NATO ve BM İmparatorluğun ihtiyaçlarına göre işlevlendirilerek yapılanacaktır." öngörüsünde bulunmuştu. Irak' ta savaşın askeri boyutu tamamlandı. Gelişmeler kendimizi yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor.
Tarık Ali'nin "The Guardian" da yayınlanan makalesinde ifade ettiği gibi, savaş başlar başlamaz Fransa hava sahasını bombardıman uçaklarına açtığını ilan etti ve Irak'ta ABD güçlerinin çabuk bir zafer kazanmasını diledi. Almanya, Anglo-Amerikan güçlerine karşı direnişin bir an önce çökmesini samimiyetle umduğunu söyledi. Putin, Irak'ta kesin bir Amarika zaferi arzu etmekten başka elinden bir şey gelmeyeceğini söyledi. Daha sonra, ABD, 13 yıllık BM'nin Irak'a uyguladığı ambargonun kaldırılması teklifini BM onayladı ve meşru olmayan savaşı, uluslararası hukuk zeminine çekerek işgali tanıdı. 3 Haziran NATO toplantısında "ittifakın küresel güvenlik organına dönüşerek terörle mücadele karakteri kazanmasına karar verildi ve Afganistan'da uluslar arası güvenlik destek gücünün komutasını devralınmasını onayladı. Bu kararla NATO tarihinde ilk defa Avrupa dışında etkinlik gösterecek. 17 Haziranda AB dış işleri bakanları "kitle imha silahlarını edinmeye çalışan devlet ve terörist gruplara karşı siyasi diyalog ve diplomatik baskıların etkili olmadığı hallerde askeri girişimde bulunmasını" kabul etti. Fransa'nın Evian bölgesinde yapılan ve küresel şirketlerin, IMF, WB, WTO'nun temsilcilerinin ve bölgesel güçleri temsil eden G20 ülkelerinin katıldığı G8 zirvesi imparatorluğun resmidir. Şimdi 20-21 Haziran'da Yunanistan da yapılacak olan AB zirvesinin sonuçlarını bekliyoruz. Zirveden ABD'leşen bir AB çıkacağını söylemek, kehanet olmayacaktır.
İmparatorluğun çok merkezli hiyerarşik yapısının siyasal güvencesi, hiyerarşinin tepesinde bulunulan Atlantik'in her iki yakasının ittifakıdır. Rusya, gerek G8'lere gerekse NATO'ya üye olmasıyla bu ittifaka katılmıştır. Güçler arası çatışma, bu ittifakta yerini koruma ve imparatorluğun iktidar işleyişinde karşılıklı bir birlerini denetlemedir. G8'ler bu ittifakın konseyidir. IMF, WB ve WTO, imparatorluğun hiyerarşisinde belirlenen siyaseti tek merkezden işleten yönetişim organlarıdır. NATO, imparatorluğun polis gücüdür. BM, G8'lerin danışma meclisidir.
ABD imparatorluğun Bonapartlığına devam ediyor. ABD askeri "zafer"'den sonra siyasal olarak Orta Doğu'da tam bir batağa saplanmıştır. Şii faktörünü ve buna bağlı olarak Iran sorununu, imparatorlun siyasal desteğini almadan çözemeyeceğini görmüştür. İmparatorluğun toplumsal çıkarı için siyasal gücünü ABD'nin askeri gücüne devreden imparatorluk, ABD' nin Irak savaşıyla imparatorluğun Roma'sı olma isteği karşısında siyasal desteğini çekmişti. ABD, imparatorluğun Roma'sı olmaktan vazgeçerek, Bonapartlığa geri çekilme güvencesiyle imparatorluğun yeniden siyasal desteğini almış görünüyor. Bu bağlamda gerileyen BM, AB ve NATO değil ABD'dir.
Bizim için önemli olan Devrimci olanakların açığa çıkarılması ve bu olanaklar üzerinden devrimci bir öznelliğin kurulma sorunudur. Bunun tarihsel zeminine girmiş buluyoruz. Ne emperyalizm ve buna karşı ulusalcı üçüncü dünyacılık, ne de yeni emperyalizm zorlamalarıyla bölgesel devrim perspektifi önümüzü açmıyor. Çünkü ontolojisi yok. Bu paradigma içersinde bulunan arkadaşlar şunu kendilerine sormalılar: Emperyalist güçlerin iktidar çatışmasının en yoğunlaştığı bölgede ve merkezinde bulunuyoruz, buna rağmen neden bölgedeki devrimci güçler, dünyaya kuruculuk, tarihe yol açıcılık zemini sunamıyor. Artık iç dinamikler, dış dinamik ikiliği yok. İmparatorluğun küresel iktidarı ve karşıdan iktidarın küresel direnişi çıplak. (Cİ/EK)