Ankara'da Emniyet Genel Müdürlüğü binasına yönelik 1 Ekim'de düzenlenen bombalı saldırının ardından Türkiye, 4 Ekim'de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgelere hava saldırıları başlattı.
Türkiye, Ankara’daki saldırıyı düzenleyen PKK'lilerin Suriye üzerinden geldiğini açıklarken, Özerk Yönetim bu iddiaları reddetti.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “PKK/YPG’ye ait bütün altyapı ve üstyapı tesislerinin meşru hedef olduğu” yönündeki açıklamasının ardından başlayan saldırılarda elektrik santralleri, petrol tesisleri, okullar, su ve buğday depoları gibi birçok yapı hedef alındı. Saldırılarda 47 kişi yaşamını yitirdi ve en az 59 kişi yaralandı.
Saldırıların bir milyar dolarlık hasara neden olduğunu açıklayan Özerk Yönetim, sivil altyapı tesislerini hedef almanın uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu vurguladı.
Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Yürütme Konseyi Eş Başkanı İlham Ahmed ile bu gelişmeler ışığında Suriye’deki özerk yönetimin durumunu, Türkiye’nin önümüzdeki süreçte yapması muhtemel hamleleri ve bölgedeki diğer aktörlerin bu gelişmeler karşısındaki tutumunu konuştuk.
“AKP hükümeti bölgeyi yok etmeye dayalı bir siyaset yürütüyor” diyen Ahmed, bölgedeki aktörlerin Kürtlerin ve Suriye halklarının haklarına karşı bir duruş sergilememesi gerektiğini söylüyor.
"Saldırılardan 4 milyon insan etkilendi"
TSK’nin hava operasyonlarının bilançosu nedir? Yerleşim yerlerinin, elektrik santrallerinin, altyapı ve üstyapının hedef alındığı haberlere yansıdı, bölgedeki son durumu anlatır mısınız?
Bu saldırılarla bölgenin altyapısına büyük zararlar verdiler. Elektrik santrallerini, su depolarını, buğday silolarını, 48 okulu, gaz istasyonlarını hedef aldılar. Türk devleti bilinçli bir şekilde altyapıyı hedef aldı ve bu yapılar hizmet dışı kaldı.
Şu an bölgemizde elektrik ve su krizi yaşanıyor. Evlerde ocağı yakmak için dahi gaz bulunamıyor, büyük bir sıkıntı yaşanıyor. Bunun dışında, okulların açılma zamanıydı. Binlerce çocuk okulların zarar görmesi nedeniyle eğitimden mahrum kaldı.
Türk devleti, özellikle de Erdoğan, İsrail’in Gazze’de yaptıklarını, saldırılarını 'savaş suçu' olarak adlandırıyor. Erdoğan ve AKP hükümeti bunları söylerken, aynı şeyi bölgemizde gerçekleştiriyor.
Yaklaşık 2 milyon insanın bu bölgede yaşadığını biliyorlar. Günlük yaşamlarını bile zorlukla idame ettiren bu insanlar, saldırılardan doğrudan etkilendi. Bölgede 2 milyondan fazla insan yaşıyor ama 4 milyon insan mazot ve gaz istasyonlarından yararlanıyordu, yani dolaylı olarak saldırılardan 4 milyon insan zarar gördü.
Hızlı bir şekilde altyapıyı yeniden düzenleme çalışmaları yapılmazsa halk çok büyük zarar görecek, zorlu yaşam koşulları ile baş başa kalacak ve bölgeyi terk edecek.
Türk devleti, AKP hükümeti, her gün mültecilerin varlığından yakınıp, Suriyeli mültecilerin durumuna dikkat çekerek Avrupa’dan isteklerde bulunuyor ve onlardan yardım istiyor. Ama aynı zamanda bölgenin altyapısını hedef alıyor.
AKP hükümeti büyük bir ikiyüzlülük sergiliyor ve Erdoğan da hükümetin başı olarak bu siyaseti yürütüyor. Var olan ekonomik krizin daha da derinleşip kötüleşmesini ve ekonomik krizin bir açlık krizine dönüşmesini istiyor. AKP hükümeti bölgeyi yok etmeye dayalı bir siyaset yürütüyor.
"Saldırıları normalleştirmek istiyorlar"
Daha kapsamlı yeni saldırıların olması ihtimali var mı?
Bu ihtimal her zaman var. Türk devletinin dronları sürekli bölgemizde dolaşıyor, her zaman saldırı ihtimali var. Zaten sürekli saldırı alanını ve çerçevesini genişletmek için Amerika’dan ve koalisyon güçlerinden izin istiyorlar. Bunu yaptıkları her açıklamada yineliyorlar, saldırıları normalleştirmek istiyorlar. Ve her seferinde daha geniş bir saldırının koşullarını oluşturuyorlar.
5 Ekim’de keşif uçakları, dronlar ve F-16 uçakları ile saldırdılar. F-16 uçaklarını kullanmak normal bir durum değil.
Dronlarla kendi sınırlarından, çoğunlukla da sınırı aşarak ve bölgeye geçerek, sivil insanları hedef alıyorlar. Bölgede yaşamayı olanaksız hale getiriyorlar.
Ayrıca bu şekilde bölgede zaten belli bir zemini olan radikal İslamcıları güçlendiriyorlar, tekrar gün yüzüne çıkmalarını istiyorlar.
Diğer taraftan bölgede var olan Özerk Yönetim ve bölge halkı, Şam ile sorunlarını çözmek istiyor. Ama Türk devleti buna izin vermiyor. Sürekli sorunu derinleştirecek davranışlar sergiliyor ve sorunun Şam ile mutabakat halinde çözülmesini engelliyor.
Bölgede 'terör' olduğu suçlamasıyla, Türkiye’de yaşananlarda etkimiz olduğunu söyleyerek saldırılar gerçekleştiriyor. Ama Türkiye’de yaşanan saldırılarla hiçbir ilgimiz yok. Türk devleti, Türkiye’deki saldırılarla ilgimiz olduğu gerekçesiyle, Türkiye kamuoyu ile beraber yabancı kamuoyunu da yanıltıyor. Saldırılarını sürekli kılmak istiyor.
"Şam saldırılara sessiz kalmayı tercih ediyor"
Şam’ın saldırılar karşısında tutumu nedir, bu hususta görüşmeleriniz oldu mu?
Kuzeydoğu Suriye’ye bir saldırı gerçekleştiğinde, bu aslında sadece bize yapılan bir saldırı değil, esasında tüm Suriye’ye yapılan bir saldırıdır. Biz bunu böyle anlıyoruz ve böyle de anlaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Rejim de böyle anlamalıdır. Ama Şam rejimi, Türkiye’nin saldırılarına karşı tavırsız kalıyor. Özellikle de bölgemize yapılan saldırılarda hiçbir tavır sergilemiyor.
Her ne kadar açıklamalarında Türk devletinin yaptıklarını onaylamadıklarını söyleseler de sessizlikleri ve tavırsız kalmaları Türk devletini cesaretlendiriyor.
Suriye devleti uluslararası arenada kabul görüyor ve bir meşruluğu var, sesini daha çok yükseltebilir. Ama sessiz kalmayı tercih ediyor. Çünkü son kertede, rejim de Kürtlerin haklarına, Suriye halklarının haklarına karşı duruyor ama bu gerici bir duruştur, demokratik değil. Rejim iktidarını nasıl sürdürebileceğinin hesabını yapıyor. Ama biz bölgedeki sorunların müzakere ve diyalog ile çözülmesinden yanayız. Her zaman bu görüşteyiz ve bu konudaki tavrımız ve çabamız biliniyor.
"Sessiz kalmak suça ortak olmaktır"
Peki, koalisyon güçleri ve Rusya’nın TSK’nin operasyonlarına karşı tutumu nasıl, görüşmeleriniz oluyor mu, ne diyorlar?
Onlarla her zaman iletişim halindeyiz. Bu saldırılar çerçevesinde de tavrımızı ortaya koyduk. Onlardan da bir tavır ortaya koymalarını istedik. Resmi açıklamalarında tavırlarının hangi düzeyde olduğunu ortaya koydular.
Koalisyon bu tür saldırıların IŞİD’e karşı mücadeleye zarar verdiğini biliyor. Bu nedenle de tavırlarının daha net ve açık olmasını bekliyoruz. Özellikle hava sahamızın Türkiye'ye karşı kapatılmasını istiyoruz. Böyle bir tavır sergilemeleri gerekiyor.
Bütün taraflara sesleniyoruz. Koalisyon güçlerine, Rusya'ya söylüyoruz; sessiz kalmak bölgede insanlığa karşı işlenen suçlara ortak olmaktır. Bunun için de net tavır belirlemek, kullanılan silahları yasaklamak bölgede huzurun sağlanması için ilk şarttır. Çünkü aksi durum IŞİD’e karşı mücadeleye zarar veriyor.
Biden'ın "ulusal acil durum"u uzatma kararı
ABD Başkanı Joe Biden, son saldırının ardından "Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye operasyonlarının ABD’nin ulusal güvenliği için tehdit oluşturduğu” açıklaması yaptı. Bu açıklama için ne söyleyeceksiniz?
Bu çok geç kalmış bir açıklama, daha erken yapılmalıydı. Bu saldırı, Serêkanîyê saldırısının yıldönümünde yapıldı. (9 Ekim 2019'da TSK ve SMO güçleri Rojava’nın doğusunda Serêkaniyê ve Girê Spî bölgelerine “Barış Pınarı Harekâtı” ismiyle ortak operasyon düzenlemişti.)
Ama açıklamada önemli bir nokta vardı ve Türk devletinin saldırılarından dolayı bölgedeki olağanüstü durumun tekrar uzatıldığı söyleniyordu. Bu açıklamadan, Türkiye’nin hamlelerinin savaş nedeni olduğu anlaşılıyor ve bu nedenle de olağanüstü şartların devam etmesi gerektiği belirtiliyor. Biz bu durumu olumlu karşılıyoruz ve bunun böyle olması gerektiğini de söylüyoruz. Ancak sadece açıklamalarla yetinilmemeli, pratiğe de dökülmeli. Kuzey ve Doğu Suriye'de uçuşa yasak bölge ilan edilmeli, Türkiye’nin dronları ve F-16 savaş uçaklarını bölgede kullanması ve karadan saldırması engellenmeli.
"Özerk Yönetim'in altyapısı korunmalı"
ABD’nin sizinle olan hukukunu sürekli IŞİD'le mücadele üzerinden tanımlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Statünüzün tanınması konusunda diyaloğunuz var mı, bu konuda ABD’nin tutumu nedir?
Amerikalı yetkililerin açıklamaları, özellikle de Biden iktidara geldiğinde demokrasiden söz ediyordu; demokrasiyi ilerletmekten, halkların haklarını korumaktan söz ediyordu ve bu minvalde daha başka sözler sarf ediyordu. Bu söylemler, pratiğe geçirillmesi, üzerinde durulması, destek olunması ve halkların haklarını elde etmesi anlamında önemlidir tabii. Bunlar, uluslararası hukuk ilkeleridir, insan haklarıdır. Birleşmiş Milletler'in koyduğu kanunlardır. Sahip çıkmak ve bunların uygulanıp uygulanmadığını izlemek önemli.
Bu anlamda, IŞİD’e karşı savaşmak ve bu düzeyde ilişki halinde olmayı önemli görüyor, bu durumu önemsiyoruz. Çünkü aksi halde radikal İslam’ın şiddetli bir şekilde güçleneceği ve hareket alanını genişleteceği açıktır. Özellikle de Gazze’de gelişen savaş, dalga dalga yayılacaktır. Bu nedenle, ittifakın güçlendirilmesi, geliştirilmesi, genişletilmesi önemlidir. Ama yanı sıra Özerk Yönetim'in altyapısını korumak, bölgesel yönetimin varlığını korumanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
Öte yandan, Suriye’yi oluşturan bileşenlerin haklarını elde etmesi için gereken desteği sunmak, onlara karşı yapılan saldırıları önlemek önemlidir. Özellikle, Türkiye NATO üyesi bir devlet ve bizlere, bölgede var olan demokrasiye karşı kullandığı silahlar, NATO silahlarıdır. Bu konuda, Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşı durdurmak konusundaki tutumu, iddia ettikleri prensiplerine sahip çıkmaları, verdikleri sözleri tutmalarının önemli olduğunu düşünüyorum.
"Şu an soykırım aşamasındayız"
Rojava’nın siyasi iradesinin tanınmasının bölgeye etkisi nasıl olacak?
Aslında şu an soykırım aşamasındayız. Soykırım düzeyinde saldırılar var. Güney Kürdistan'a bakın, Kuzey'e bakın, Rojava'ya bakın, genel olarak soykırım aşamasındayız. Bizler kendimizi bu yok edilme tehlikesinin pençesinden kurtarmak istiyoruz. Bu da ancak Kürt kamuoyunun desteğiyle gerçekleşebilir.
Kuzey ve Doğu Suriye’de bir proje gerçekleşiyor. Burada demokratik ulus projesi gerçekleşiyor; halkların kardeşliği, huzur, eşitlik, kadın özgürlüğü, hepsi var. Türkiye burayı hedef alarak bu deneyimi boğmak istiyor. Katliam yapmak istiyor. Tarihi tekerrür ettirmek istiyor.
Bu nedenle Kürt kamuoyunun, Kürtlerin dostlarının ve diğer halkların tepkileri çok önemli. Böylesi zamanlarda yerinde ve gereken reaksiyonu etkili bir şekilde göstermek gerekir. Ancak bu, projenin kalıcılaşmasını ve kabulünü sağlayacaktır. Ve bu projeyi ilk olarak Suriye devleti kabul etmelidir. Ve sonra devletlerarası resmi ilişkilerde, halklar arasında kabul edilmelidir. Biz de bunun üzerinde çalışıyoruz. Katliamlardan kurtulacağımıza ve bu projeyi kalıcılaştıracağımıza inanıyoruz.
"Türk yetkililer bize teşekkür etmişti"
Türkiye sürekli sizi tehdit olarak gördüğünü ifade ediyor. Gerçekten Türkiye için tehdit misiniz?
2013 yılının sonunda, Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile bir görüşme gerçekleştirmiştik. O zamanlar YPG sınır güvenliğini sağlıyordu. Yetkililer açık bir dille bana "Kürt savaşçıları bu sınırı koruduğu için size teşekkür ederiz. Bu savaşçıların sayesinde ülkemizin güvenliği sağlanıyor. Ama Özgür Suriye Ordusu'nun olduğu her yerde, sürekli problemler ve sorunlar var" dediler. Bu söylemler Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin sözleriydi. Aslında Ankara, Türkiye’ye karşı hiçbir zaman tehdit olma durumumuz olmadığını herkesten daha iyi biliyor. Demokrasi açısından da olumlu etkilerimiz var. Eğer burada huzur sağlanırsa etkimiz olumlu olur.
Aslında Özerk Yönetim projemiz bir taraftan da Türkiye toplumuna yardımcı oluyor. Türkiye’de çok derin bir ekonomik kriz var. Askeri yönetim her an başa gelebilir. Demokrasi yok. Eğer burada bir demokrasi olursa bu Türkiye’yi de etkiler ve Türkiye’de de demokrasi olmasını sağlar. Bununla iktidarı kastetmiyorum. Orada kimin iktidar olacağından bahsetmiyorum. Halklar arası demokrasiden ve bu demokrasiye karşı devletin yaklaşımından bahsediyorum.
Yani buradaki demokrasi projesinin Türkiye’ye olumlu etkileri olacak, olumsuz değil. Ama Türkiye’deki iktidar bu durumu kendisi için bir tehlike olarak görüyor. Burada demokrasi gerçekleşirse ‘Ben artık bu kürsüde olamam’ diye düşünüyor. Oysa bizim projemiz paylaşmaktan ibaret; demokratik bir paylaşım, yönetimi paylaşmak, ortaklaşmak...Ve bu proje hiçbir şekilde Türkiye devletinin güvenliğine tehlike oluşturmuyor.
"IŞİD bitmedi, ilişkileri halen aktif"
Kuzey ve Doğu Suriye’de IŞİD militanları ve ailelerinin tutulduğu kamplarda son durum nedir? Özellikle yabancı militanların vatandaşı oldukları ülkeler tarafından geri alınması çağrılarınıza yanıt veriliyor mu?
Birçok kez çağrıda bulunduk. Şu ana kadar sayılı devlet vatandaşlarını almak için harekete geçti. Bazı ülkeler gelip sadece çocukları alıyor. Diğerleri kalıyor ve onlar büyük bir yük. Güvenlik açısından büyük bir tehlike. Devletler çok korkuyor.
Geçtiğimiz gün IŞİD Brüksel’de şiddetli bir saldırı gerçekleştirdi. Böyle saldırılar tekrar gerçekleşebilir. Özen gösterilmeli, çünkü ilişkileri halen aktif, IŞİD bitmedi. Bu konuda tehlike halen var ve gerçekten devletler gönüllü değiller. Güvenliklerinden kaygı duyuyorlar ve yeterince işbirliği yapmıyorlar, yardımcı olmuyorlar. Korku da var tabii. Bunları durdurmak o kadar kolay değil. Özellikle de Türkiye’nin bölgenin altyapısını hedef almasından sonra imkanlar kısıtlı hale geldi.
"Hapisteki IŞİD'lileri kurtarma çabaları sürüyor"
Daha önce Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun IŞİD'liler ve ailelerinin tutulduğu kampları ve hapishaneleri hedef aldığını açıklamıştınız. Bu risk hala mevcut mu?
Aslında, Türkiye’nin kontrolü altında olan güçler planlı şekilde IŞİD’lilerin olduğu kamplara saldırıyorlar. Örneğin, bundan önceki saldırı Hesekê hapishanesine yapıldı ve Türkiye'ye yakın gruplar tarafından planlanmıştı.
Planlar her zaman var. Bu konuda, yapılan hazırlıklar konusunda bilgiler elimize ulaşıyor. Sürekli hapistekileri kurtarma çabasındalar. Örneğin, grupları tehdit yoluyla kamplardan uzaklaştırıyorlar. Çetelerin yardımıyla, özel çeteler, bunları kullanmak istiyor, onların da yardımıyla bu olanlar gerçekleşiyor.
"IŞİD amaçlarından vazgeçmedi"
IŞİD’in Deyrizor ve Hasekê’deki saldırıları devam ediyor mu? O bölgelerde son durum nedir?
IŞİD bölgemize yönelik saldırı durumlarında fırsatını bulup yeniden örgütlenmeye, organize olmaya çalışıyor. Örneğin geçtiğimiz hafta, IŞİD’e karşı birçok operasyon gerçekleştirildi. IŞİD emirleri yakalandı ya da öldürüldü.
Son yakalananlar, bizim güçlerimize saldırı hazırlığındayken yakalandılar. Yani saldırı durumunda olanlardı. Yakın dönemde, hem Deyrizor da hem de Hesekê'de bu kalkışmalar oldu. IŞİD üyelerinin tutulduğu kamplar var; binlercesi hapishanelerde fırsatını buldukları anda örgütleniyorlar.
Yani IŞİD’in çalışmalarının, etkinliklerinin bitmediğini ve amaçlarından vazgeçmediklerini söyleyebiliriz. Kamplardaki IŞİD’li kadınlar hala doğurdukları çocuklarını bir gün İslam Devleti kurulacağı ve bu devletin bir savaşçısı olacakları hayaliyle büyütüyorlar. Bu çocuklar yeni bir IŞİD kuşağı olarak büyütülüyor. Bu nedenle oldukça büyük bir tehlike olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda, koalisyon ile Suriye Demokratik Güçleri'nin ortaklığı önemlidir, bu ortaklığın sürekli olması gerekiyor.
"İsrail-Filistin savaşı bölgeye yayılabilir"
Son olarak Filistin-İsrail arasındaki savaşın bölgeye ve Rojava’ya etkisinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Az önce bölgesel düzeyde yaygınlaşması ihtimali olduğunu belirttiniz.
Şam ve denize yakın bölgelere saldırılar oluyor. Suriye’de çeşitli örgütler olduğu söyleniyor, radikal İslamcılar bu örgütleri İsrail’e karşı kullanıyor. Suriye bir şekilde savaşın başka bir cephesine dönüşüyor, Gazze gibi. Böyle bir tehlike var.
Bizler ne olursa olsun Suriye’nin bu savaştan uzak durması gerektiğini söylüyoruz. Çünkü Suriye’nin kendisi zaten ateş hattında. İç savaş var, bu nedenle savaştan kaçınılmalı. Sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ama bölgesel düzeyde yaygınlaşması büyük bir ihtimal çünkü mesele sadece Hamas'la sınırlı değil. AKP hükümeti başta olmak üzere Hamas’ın diğer destekçileri, bu dalgada rol oynuyorlar. Buna karşı bütün dünya İsrail'e yardım ediyor ve savaş bu yüzden sürüyor. Bunu üzülerek söylüyorum ama savaşın genişleyerek birçok ülkeyi kapsaması mümkün.
Fakat biz, savaşın olduğu her yerde sorunlara savaşarak değil diyalog yoluyla çözümler aranmasını talep ediyoruz. Gazze’de savaş var ve her iki tarafta da hem Yahudilerden hem Filistinlilerden kayıplar oluyor.
Biz Filistin halkının hakları olduğunu düşünüyoruz ve hakları verilmelidir, kabul edilmelidir. Onlar da kendi toprakları üzerinde yaşayabilmeliler, onların davalarını destekliyoruz. Buna karşılık Yahudiler de bölge halkıdır. Doğru olan sorunların diyalog yoluyla çözüme ulaştırılmasıdır.
(RT)