içerikle ilgilenen yok... hep şekil... hizmet, kimsenin umurunda değil... artık, katlanamıyorum kem davranışlara... aslı'ya doğum günü için aldığım pantolon dar gelmiş... anası "birlikte çıkıp, alaydık keşke!" dedi utanmadan... doğru birlikte çıkaydık Levi's alınırdı... tek maaşlı bu kadının -ben yani- alacak gücü var mı? düşünen yok...
"ele geniş olan şu yalan dünya... bilmem ki ya neden dar bana." nasıl severim bu türküyü... ekrem yine çok açmış radyonun sesini...
bu kurşuni hava içimi sıkıyor... düzelemedi havalar bir türlü... yalancı bahara kanan badem ağaçlarını don vurdu diyorlar... bahar dediğin günlük güneşlik olur... e, hadi bir de akşam üzerleri memur ıslatan yağmurları olsun...
mevsim dönüyor ya... artacağımıza azalıyoruz... şu yirmi günde tanıdığım, uzaktan tanıyıp da sevdiğim yedi-sekiz insanı hayatın yorduğu anlaşıldı... erdal öz'ün evin kilerine sığınan genç şizofren bir kahramanı var ya... hayatın yükü altında ezilince cezaevine, sorumsuz günlerine dönmek istiyor adam...
ben anne karnındaki cenin pozisyonu alırım... dünyanın en rahat yeriymiş rahim... şöyle dizlerimden kırdığım bacaklarımı, karnıma doğru çekip, kafamı öne eğdiğimde... diplerdeyim demek... bu aralar dibe dalarsam, çıkamam... oksijen tüpüm boş... dolduracak gücüm yok...
ıraz "anne, yine organ dilinle konuşmağa başladın!" dedi akşam... ne yapayım ağrıyor işte: sağ topuğum, sol omuzum, çiğ sebze yediğimde midem, çok sigara içilen yerde de başım... ben bu ağrılarımı dile getirdiğimde karşı taraf bir şey yapıyor mu?... hayır... niye söylüyorum... bilmem... rahatlıyorum her halde...
abimin kızı şenay telefonda ne çok ağladı: anasının yaptıklarını anlatırken... gelin hanım büyüyemedi, bir türlü... kızıyla yarışta... bırak gitsin kız kocasıyla tatile... ne işin var onların yanında maydanoz gibi... sen de başka bir tura katıl... arkadaşın varsa tabii... ooooof-f-f-f-f-ffff... bana ne...
içim yıkansın diye ha bire su içiyorum... ot-çöp çayı içmekten de bıktım... içimi yıkıyorum aklımca... neredeyse bir haftadır gazete okumuyorum... artık sıkıyor beni gazeteler... sabah internet'te gazeteler.com'dan özetleri alıyorum ya, yetiyor, fazla bile geliyor bazen...
a-lo-oo... merhaba... ayla, düzeldi mi yaraların?... bir daha gelemedim... anlarsın sen beni... yarın kızlar sana mı geliyor?... yok, ben uzun oturamam... kursum var... tamam... öpüyorum...
saat on bir olmuş... zaman hiç geçmiyor... öğlen tatilinde roka-maydanoz-yeşil mercimek alacağım halden... bıktım yük taşımaktan... sanki hayat yemek üzerine kurulu... eskiden bana keyif veren bir çok şey artık hiç keyif vermiyor... "mış" olsun diye yapıyorum işte... bu ara televizyonla da aram bozuk... kiralık CD'lerden izlediğim filmler de kesmiyor artık...
al-ooo... tabii, rapor tamam... yazıcının toneri bittiğinden çıktı alamıyorum... peki... getiririm...
"komşunun oğlu şiir mi yazıyor / kızı başka yoldan götür okula"... ilknur, hüseyin atabaş'ın bu dizelerini bileydi keşke... güzelim kızı, şahinder, bıraktı okulu o ne idüğü belirsiz oğlan için... haklı kadın, üzülmekte... sınavlara hazırlarken kızını çektiklerini ben bilirim... bir yıl kendi özelindeki hayatla tüm ilişkilerini askıya aldı... sanki aldığım nefes derinlere inmesin diye boğazımın kıvrımları çaba harcıyor... kahve içsem... çikolatam da var... toblerone...
Alo-oo... bektaş usta: sade, ısıtılmış fincanda, okkalı bir tane... kahve üşümesin, tabakla kapat üstünü olur mu?
aaa, parmaklarım kel kel olmuş... farkında bile değilim... iyice saldın kendini hatun.... bu akşam, üşenmesem de, ojelerimi tazelesem... saçım bir hafta daha idare etse... omuzum ağrımasa kendim boyarım... mecbur, selahattin'e gidip, otuz ytl bayılacağım...
pervin, nereden buluyor o lüzumsuz e-postaları... kadının işi-gücü yok... okey, ama niye benim zamanımı alıyor ki... gönderdiği öyküsü güzeldi... sokak dergisindeki öykülerden gelir tanıdığım bukovski'yle tanışıklığımız... iyi ki Kumrular'daki sahaflardan toplamışım tüm kitaplarını...
baran hayatı zehir ediyor anasına... edepsizliğin adı, ergenlik oldu... bu yeni moda ergenler ana-babalarına hayatı zehir etmek zorundalar mı?... ataerkil aile "tu kaka" dedik, dedik sonunda "çocuk erkil" aile olduk... işler daha bir sarpa sardı... oyuncak olduk veletlerin eline... benimkiler artık, eskisi gibi üzmüyor... büyüdüler... hayat... büyümekten ibaret...
ıraz bir kez beni çok üzmüştü... şu amasya meselesi... çok kızmıştım... "seni annesizlikle cezalandıracağım!" demiştim... ne kadar ağır... ne kadar lüzumsuz... acıtıcı bir cümle... sonra ağlaşarak, koklaşarak affetmiştik birbirimizi... bazen çocuklarımın çocuğu oluyorum sanki... daha bir olgunlaştılar... önderlik yapıyorlar bana... tersine bakış açılarıyla çoğu kez farklı bir ufuk açıveriyorlar...
üfffff-f-f-f-ffff...
gel, canım... hoş geldin... n'aber... kahve söylüyorum... aloooo-o... bektaş usta türkan'a da kahve!... sade tabii ki... ferhat'la necla boşanıyormuş ha... bence onlar yıllar önce duygusal olarak boşanmışlardı zaten... yok, artık dizi filan izlemiyorum... içimi bayıyor o yaratı insanların yaşadıkları... hayat zaten yük bu aralar bana...
insan bir parça rahatlamak istiyor hiç değilse akşamları bir-iki saat... nerdeeee... bu cep telefonları zaten sınırlı olan, özel alanlarımızı iyice daralttı... başka gelecek zaman bulamamış mı sevgili görümcen... keşke açmasaydın telefonu... iyi uğrarsın sonra... bir dakika...
aloo-o, toner kondu öyle mi?... "yazdır" yapıyorum, üç nüsha... lütfen çıktıları getir bana... parafımı atayım da götür... iş bitsin... o.k.
sıkılıyorum, süreğen işlerden... hava iyice kapandı... yağsa da, rahatlasa mübarek... bende bir yağabilsem... içimde kendime bile söyleyemediklerimi sağanak halinde döktürebilsem... içim yıkanır belki, sıkılmaktan kurtulurum... vızvız da vız... at sineği vızıltısı da sıktı içimi... iğrenç... çıkamadı dışarıya... kurşuni hava onun da kimyasını bozdu her halde...(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü,Sosyal Hizmet Uzmanı.