“Buraya sizinle karşılıklı oturup konuşmak için geldim. Karşılıklı konuşmamız, kavga da etsek düşüncelerimizi, duygularımızı paylaşmamız çok önemli. Sorunu ancak birlikte çözebiliriz.”
Sanatçı Arsinee Khanjian “Ani” rolünü canlandırdığı Ararat filmi için, “O bir soykırım filmi değil, soykırımın inkarı filmiydi” diyor.
Ermeni oyuncu Khanjian’ın çocukluğu Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta geçti, orada soykırımı büyükannesinden dinleyerek büyüdü. Şimdi Kanada’da yaşıyor. Büyükbabası ve büyükannesinin tüm ailesi soykırımda öldürülen Khanjian, “Biz hayatta kalmayı başaranlarız” diyor.
Uzun yıllar boyunca Türkiye’ye gelmeyen Khanjian, bu yıl 24 Nisan anmasına katıldı. Taksim meydanındaki anma için şunları söyledi:
“İstanbul’daki soykırım anmasına katılmanın anlamı benim için çok büyük. 24 Nisan’da, her şeyin başladığı günde, her şeyin başladığı yerde olmak…”
Khanjian ile Ermeni sorununu, çözümü, hem onun deyimiyle “unutulan soykırım tarihini” hem de kişisel tarihini konuştuk. Khanjian, sanatını ve onu şekillendirenleri bianet’e anlattı.
“Elmas Nene’yi hiç tanımadım”
Soykırım ile ilgili farkındalığınız ne zaman oluştu, ailenizden nasıl hikayeler dinlediniz?
Babamın ailesi Diyarbakır, annemin ailesi Erzurum’dan.
Babamın babası, tehcirin ardından ailenin hayatta kalan tek bireyi. Babamın annesi de kız kardeşiyle birlikte kurtulabilmiş, tüm ailelerini kaybederek Halep’e varmışlar. Babaannemin kız kardeşi Halep’te bir yetimhanede kalmış, babaannem de Beyrut’a gitmiş.
Annemin annesi, Elmas Nene’yle ben hiç tanışmadım. Annem üç yaşındayken ölmüş. Yani annem de kendi annesi gibi öksüz büyümüş.
Annem de babam da Beyrut doğumlu. 1957’de evlenmişler, bir yıl sonra da ben doğmuşum.
Dedemin daha sonradan evlendiği ikinci büyükannem bana bazı hikayeler anlatırdı. Benim bir “Ermeni” olduğuma dair farkındalığımın şekillenmesinde bu hikayeler etkili oldu.
“Onu korudum, kendimi koruyamadım”
Bu hikayelerden sizi en çok etkileyen ne oldu?
Büyükannem ben daha çocukken şunu anlatmıştı, üstü kapalı bir şekilde:
“Türk jandarmalar evimize geldiğinde onlarla kavga ettim, karşı çıktım. Evet korktum ama yapmak zorundaydım, çünkü kız kardeşime saldırmışlardı. Askerlere ‘Kendinden utan, senin kardeşin, annen yok mu’ diye bağırdım.”
Büyükanneme, “Peki onu koruyabildin mi?” diye sordum, “Eh” dedi. Bunun ne demek olduğunu sorunca da, “Kardeşimi korudum, kendimi koruyamadım” diye yanıtladı.
Büyükannem bu hikayenin ardından, büyükbabamın iyi bir adam olduğunu, çünkü “kendisini olduğu gibi kabul ettiğini” de söyledi ve konuyu kapattı.
Anlattıklarının gerçek anlamını büyüyünce anladım: Askerlerin büyükannemin kız kardeşine tecavüz etmeye çalıştıklarını, onları engelleyen büyükannemin kendisinin tecavüze uğradığını…
Benim jenerasyonum bu hikayeleri birinci ağızdan dinleyebilen son jenerasyon.
“Unutulmuş bir tarih”
Önce babaannenizi, sonra diğer hikayeleri dinlediniz…
Gerçekte neler olduğunu soracak yaşa geldiğimde gördüm ki, kimse bunu konuşmak istemiyordu. Sanki yaşanılanlar olmamış gibi davranılıyordu.
Okudukça, arşivleri araştırdıkça, o dönemin gazetelerini, bazı tarih kitaplarını okudukça bunun aslında “unutulmuş bir tarih olduğunu” fark ettik. Sadece Türkiye için değil, dünyanın geri kalanı için de.
Bizi soykırımın ardından mülteci olarak kabul eden ülkeler bile tarihimizle ilgili sessizlik içindeydi.
70’lerde biz diasporada hayatta kalmış olanlar, benim jenerasyonum konuyu yeniden gündeme getirdik, konuşmaya başladık. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeniler olarak bulunduğumuz ülkelerde tarihimizle ilgili farkındalık yaratmak için bir araya geldik.
“Yüzleşmek gerekiyor”
Konuşmaya başladınız, peki şimdi gelinen noktada başka ne gibi adımlar atacaksınız, talepleriniz, beklentileriniz neler?
İşlenen suçların kabul edilmesini ve özür dilenmesini istiyoruz.
Tarihin doğru anlaşılmasını, “tarihle yüzleşilmesini temizlenmesini” istiyoruz. Sadece Türkiye açısından değil, tüm dünyada. Bir Ermeni olarak dinimiz, kültürümüz, dilimiz, şarkılarımız, kimliğimizle ilgili haklarımız var, kabul edilmesi zor olsa da gerçek bu.
İnanıyorum ki, babaların günahları çocuklarının, torunlarının vicdanlarını rahatsız eder. Tarih bizim doğal bir parçamız. Eğer tarihimizi inkar edersek insanlığımızı inkar etmiş oluruz. Tarihimiz, hafızamız olmazsa geleceğimiz de olmaz.
Gençler tabii ki babalarının işlediği suçlardan dolayı sorumlu tutulamaz ancak bu suçları inkar etmek de başlı başına suç. Problem de burada başlıyor zaten.
“Farklı diller herkesi zenginleştirir”
Tarihle yüzleşmek demişken, Kürt sorununun çözüm süreci başladı, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kürt sorunu nihayet bir çözüme ulaşıyor gibi görünüyor.
Kürtlerin kimlikleriyle temsil hakkının tanınması çok önemli, Kürtlerin tamamen eşit şekilde yaşayabilmesi bir zorunluluk.
Tamam resmi dil Türkçe ama farklı kültürlerin var olması, farklı dillerin de konuşulabilmesi tüm ülkeyi zenginleştirir, dünyayı anlamamıza yardımcı olur.
Bu çözüm sürecinin, Türkiye’de yaşayan azınlıklar ve bu topraklarda binlerce yıldır yaşayan diğer tüm halklar için de, onların sorunlarının çözümü için de bir umut olacağını düşünüyorum.
“Çözüm süreci hepimiz için umut”
Diğer halklar bundan nasıl etkilenir?
Türkiye, azınlıklar sorununu, Kürt sorununu çözmeden, insanlar vicdanını temizlemeden kimse huzur bulamaz. Onurlu bir varoluşun yolu temiz bir vicdandan geçer.
Örneğin, Ermeni çocuklar, Türkiye’deki okullarda kendi dillerini, kültürlerini, tarihlerini öğrenemiyorlar. Sadece müfredatta yazılanları öğreniyorlar, hepsinin bir de Türkçe ismi var.
Neden böyle olmak zorunda, ben neden ismimi değiştirmek zorunda kalayım ki? Bize neler olduğunu, kim olduğumuzu, kimliğimizi bilmeye hakkımız var.
Bu yüzden çözüm süreci hepimiz için umut verici bir örnek.
“Adalet, cesaret, merak”
Sizin birçok farklı kimliğiniz var, Ermeni, kadın, Kanadalı, Lübnanlı, sanatçı… Tüm bunlar kişisel tarihinizi nasıl etkiledi, size neler kattı?
Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde, beni ben yapan, hayatımı yönlendiren üç değer olduğunu söyleyebilirim. İlki adalet. Çocukluğumda dinlediklerim beni adalet duygusuyla tanıştırdı.
İkincisi korkusuzluk. Korkmayı reddediyorum, utanmaktan, yanlış seçimler yapmaktan korkmuyorum ve hiç kimsenin, hiçbir durumun beni korkutmasına izin vermiyorum.
Üçüncüsü de merak. Bizi insan yapanın da merak duygusu olduğunu düşünüyorum.
“Sizinle konuşmak için geldim”
Uzun yıllar Türkiye’ye gelmediniz, son birkaç yıldır ne değişti de buraya gelmeye, anmaya katılmaya, burada konuşmaya karar verdiniz?
Evet, Türkiye’ye çok uzun yıllar boyunca gelemedim. Acımız çok büyüktü, bunun anlaşılmasını istiyorum. Tenimizde her gün hissettiğimiz bir acıdan bahsediyorum, keder dolu bir tarihin içinden geliyorum.
10 yıl önce, tüm çabaların, baskıların sonucunda bu konu dünyada konuşulmaya başlandı. ABD ve Avrupa, Türkiye’ye tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini hatırlattı.
2007’de Hrant Dink öldürüldü. Birçok insan, böyle bir problem olduğu gerçeğiyle yüz yüze geldi. Bir şeyler değişti, konuşmaya başladık…
Burası benim atalarımın geldiği topraklar. Son üç buçuk yılda bu dördüncü gelişim. Aslında buraya sizinle karşılıklı oturup konuşmak için geldim. Karşılıklı konuşmamız, kavga da etsek düşüncelerimizi, duygularımızı paylaşmamız çok önemli. Sorunu ancak birlikte çözebiliriz.
Ermeni soykırımının olduğu kesin, bunun kabul edilmesi gerekiyor. İşin ekonomik yönü, neyin nasıl tazmin edileceği beni hiç ilgilendirmiyor, benim derdim, talebim bunlar değil.
Ben ortak tarihimiz inkar edilmeden, yaralarımızın sarılmasını istiyorum. (AS)