Açan ve Tukur, Adalet Bakanlığı yetkililerinin ölüm orucu eylemlerini sona erdirmek için tahliye yoluna gittiğini savunarak, " Ancak tecrit kaldırılmadan ölüm oruçları da bitmeyecektir " dediler.
Ölüm orucu eylemine 10 Ocak 2001 tarihinde başlayan Oya Açan , 1955 Manisa doğumlu. Bir süre Devrimci Proleterya dergisinin ve yayınevinin sahipliğini yürütmüş. Çeşitli kereler gözaltına alınmış, tutuklanmış, cezaevinde kalmış. Son olarak 1998'de iki itirafçının ifadeleri doğrultusunda tutuklandığını söyleyen Açan, ölüm orucunu sürdürürken 30 Haziran 2001'de açlık grevinin 205. gününde sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmiş. Tahliye edildiğinde 25 kilo olan Açan tedavi sonucunda 32 kiloya ulaşmış. Sağlık durumu giderek düzelen Açan'ın davası henüz sürüyor.
Ölüm orucu eylemcilerine yardım ve yataklık suçlaması
Melek Tukur ise 30 yaşında. Eski bir hemşire ve gazeteci. Alınteri gazetesinin Malatya ve Adana il temsilciliği görevini yürütmüş. Çeşitli kereler gözaltına alınan Tukur, son olarak 16 Temmuz 2000'de gözaltına alınarak tutuklanmış.
Ölüm orucu için erkendi
Ekim 2000'de "olağan cezaevi hayatı", ölüm orucu eylemleri ile yarılıyor, sonraki aylarda operasyonlar ve F tiplerine nakillerle sarsılıyor. Oya Açan, o günleri şöyle anlatıyor:
"20 Ekim 2000'de bir grup tutuklu, ölüm orucuna başladı. Biz ise kamuoyunu yeterince bilgilendirmeden ve toplumun sorunu sahiplenmesini sağlamadan eyleme başlamanın sonuçsuz kalacağını savunduk. Ancak, Aralık başlarında, Adalet Bakanı'nın tutumunun bir tuzak ve oyalama taktiği olduğunu görünce, bu süreci protesto etmek amacıyla süresiz açlık grevi başlattık. Eylemimizi, 19 Aralık operasyonunun sonrasında, 10 Ocak 2001 tarihinde aldığımız ortak karar doğrultusunda ölüm orucuna çevirdik."
Kimse eylemi bırakmaya yanaşmadı
"19 Aralık Operasyonu, F Tipi'ne giden yolu açmak için düzenlendi. Operasyon sırasında, bizleri cezaevinde yok etmeyi planlamışlardı. Orada yok edemediklerini F tiplerinde yok etmek istediler. Kartal Özel Tip Cezaevi'ne naklimiz ve oradaki koşullar korkunçtu. Bu nedenle 10 Ocak 2001'de eylemimizi ölüm orucuna çevirdik. 100 gün sonra eylemi bir grubun bırakmasını, durumu iyi olanların sürdürmesini planlamıştık. Ancak, bazı arkadaşlarımız eylemi bırakmaları önerildiği halde buna yanaşmadı . Devrimci romantizm egemen oldu."
Örgüt baskısı yoktu
"Dışarıda, bizim örgüt baskısıyla ölüm orucuna başladığımız söylenmiş. Hiç kimseye 205 gün boyunca zorla ölüm orucu yaptırılamaz. Ama kararlar nasıl alınır? Elbette tüm demokratik örgütlenmelerde işleyen bir karar mekanizması var. Eğer karar alınmayacaksa, belli bir doğrultuda hareket edilmeyecekse, ona örgütlülük denir mi? Bizim oradaki kararlarımız ortaktı."
Bu sırada söze karışan Tukur cezaevine girmeden önceki deneyimleri ni aktararak cezaevindeki tutukluların kaygılarının nedenlerine açıklama getiriyor:
"1996'da da benzer olaylar yaşanmıştı. Eskişehir tabutluğunun açılmasına karşı çıkan devrimcilerin ölüm orucu sürecini yaşadım. Ulucanlar Vahşeti'ni yaşadım. O zaman, vahşeti dışarıdaki insanlara anlatamamanın acısını çok çektim. Cezaevinde Hepatit B'ye yakalanıp ölümünden kısa süre önce sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen Murat Dil'e 25 gün boyunca baktım. O'nun şahsında çok şey gördüm. Murat'a cezaevinde koğuş arkadaşları bakmıştı. O dönemde hep 'Murat, koğuş koşullarında bu hale geldiyse, hücre koşullarında nasıl olurdu , akıbeti ne olurdu' diye düşündüm."
Savaş filminin ortasında gibiydim
"19 Aralık'ta Ümraniye Cezaevi'ndeydim. Anlatılamaz bir şeydi. Ölüm, duvarları delerek geliyordu. Kulağımın dibinden kurşunların geçtiğini duyuyordum. Hemşire olduğum için yaralılarla ilgilendim. Bir an kendimi bir savaş filminin tam ortasında hissettim. Kolu kopmuş, saçmalarla yaralanmış, karnından kurşunlanmış yaralılar geliyordu. Biz o cehennemde 4-5 gün yaşadık. Sonunda bir koğuşta sıkıştık. Etrafımız sarılmıştı. Gaz bombaları atılıyordu. Ya yanacaktık ya gaz bombasından ölecektik. Askerler duvarda delik açtı, biz de koğuştan çıktık."
" Kartal Özel Tip Cezaevi'ne sevkimiz sırasında da inanılmaz işkenceler yapıldı. Açlık grevinde olmama rağmen, boğazıma cop sokuldu . Orada, tecritle ilgili anlatılan her şeyi yaşadık. Arkadaşlarımıza ancak bağırarak sesimizi duyurabiliyorduk. Metrelerce havalandırma duvarını seslerimizle aşmaya çalışıyorduk. Bu nedenle bugün cezaevindeki bütün kadınların sesleri kalınlaştı."
Tahliye bizim talebimizdi
Eyleminin 205. gününde tahliye edilen Oya Açan, bu kararı şöyle değerlendirdi:
"Hasta, sakat ya da kendine bakamayacak durumda olan arkadaşların tahliye edilmesi gerektiğini biz başından beri söylüyorduk. Adalet Bakanı da üzerindeki kamuoyu baskısını azaltmak için bu yola başvurdu. Bizleri serbest bırakarak kendilerini kamuoyu önünde aklamaya çalışıyorlar. Bu yolla ölüm oruçlarını sona erdirmeyi planlıyorlar. Ancak, ölüm orucu eylemleri bitmeyecek. Arkamızda bir sürü ölüm orucu eylemcisi var. Bizler, cezaevinde başka hiçbir şansımız olmadığı için ölüm orucuna başlamıştık. Tek mücadele aracımız vücudumuzdu . Artık cezaevinde olmadığımız için ölüm orucuna son verdik. Ancak, durumu göstermek, anlatmak için bir çok eylem yapacağız. Boş bakışlarımızla, çarpık bacaklarımızla, sakatlıklarımızla, tek başına yürüyemeyen yoldaşlarımızla ölüm orucunu sürdürenlerin sesi olacağız."
Talepler...
Oya Açan, ölüm orucundakilerin taleplerini yalın bir dille aktarıyor.
"*Bir arada yaşamak istiyoruz. Çünkü insan, ancak insanla varolur.
"* Bunun ötesinde bizler, siyasi tutuklularız. Buna uygun uygulamalar istiyoruz.
"* Özgürce okuyabilmek, yazabilmek istiyoruz.
"* İç ve dış tecrit ve izolasyon, üçlü protokol kaldırılsın.
"*Avukatlar ve ailelerle görüş imkanı, her türlü yayına serbestçe ulaşım hakkı,
"* en az 15 kişi bir araya gelme hakkı istiyoruz.
Bu kapıların 09.00'da açılması, 24.00'de kapanması anlamına gelir. Kısıtlama olmamalı." (BB/NU)