Farklı sınıflardan olduklarında bile bu büyük hikaye çok fazla değişmez. Aynı zamanda, bu hikayeler birbirlerinden çok farklıdırlar; her bir kadının koşulları farklıdır, istekleri farklıdır, kişiliği farklıdır... Bu yüzden, hem kadınları ortaklaştıran "kadınlık durumu"nu anlatmaya çalışmak ama hem de her birinin biricikliğini algılayabilmek önemlidir.
Hatice ile Selma'nın hikayesi
Bu araştırma sırasında pek çok hikaye dinledim. Bu hikayeler birbirlerine benziyorlardı, hepsinde yaralar vardı, yoksunluk, dışlanma ve acı. Aradan birkaç ay geçtiğinde, hikayelerin ayrıntıları birbirine karışmaya, silikleşmeye başladı. Ama birkaçı vardı ki, bunlar öyle olmadı, bütün tazeliklerini, netliklerini korudular. Hatta zamanla daha da aydınlandılar. Onlar üzerinde duygusal ve zihinsel bir "çalışma" yaptım. Herhangi bir şekilde "en" olan hikayeler değillerdi; belli ki benim hayatımla bir bağlantıları vardı. Kimisinde bu bağlantıları kısmen sezebildim, kiminde yapamadım.
Biri İstanbul'da, diğeri Ankara'da yaptığım iki mülakatta, Hatice ve Selma ile, kimi yönleriyle benzeyen ama hayat karşısındaki tutumları açısından farklı iki kadınla konuştum. Her ikisi de şimdiki hallerinden daha iyi koşullarda yetişmişler, orta öğrenime kadar gelmişler, ikisi de kırk yaş civarındalar (biri otuz sekiz, diğeri kırk bir).
Her ikisi de evlenecekleri erkekleri kendileri seçmişler ve bu seçim, onlara aile desteğine mal olmuş. Bunu açıkça söylemeseler, "bazı sebepler" gibi sözlerle üzerinden atlasalar da, anlatılanların bütününden, bu anlaşılıyor. Aile desteğinin olmayışı, kadınların evlilik ilişkisinde tamamen korunmasız kalmalarına neden olabilir.
Özellikle eğitimi ve ücretli çalışma imkanı olmayan kadınlar için kendi ailelerinin sahip çıkması, yaşamsal önemlidir. Hatice ve Selma, bu genel kalıba uymayan iki kadın. Aile desteğinin çekilmesi onlar için ciddi bir sorun olmuş, çünkü maddi koşulları hızla aşağı doğru gitmiş. Ama, evlilik ilişkilerindeki iktidar dengesini onların lehine çevirecek bazı koşullarından ötürü, tamamen güçsüz ve sahipsiz bir durumda kalmamış ikisi de. Tersine, kocalarının bütün handikaplarına karşın (her ikisi de içki içiyor ve psikolojik problemleri var), belki de bunlar yüzünden, evliliklerindeki dayanışma artmış. Ailelerine ve başkalarına (bu arada bize de) karşı kocalarının "açık"larını göstermeme kaygısı duyuyorlar.
Ailelerinin kendilerini "terk etmesi", mülakatların her ikisinde de hep etrafında dolanılan, uzaklaşılıp tekrar dönülen bir temaydı. Bu terk edişin nedenini bilseler bile hep yeniden dönüp anlamaya, açıklamaya, anlamlandırmaya çalıştılar. Yoksulluk ve dışlanmayı, ailelerinin bu tutumunun ışığında kırılmış olarak görüyor ve anlıyorlardı. Selma, ailesinden ayrılıp kocasının yanına dönmesinden sonra hayatının giderek daha fazla yoksunlukla geçmesini, getirdiği birkaç makinenin da yaşadığı rutubetli evde zaman içinde bozulmasıyla bağlıyordu.
Almanya onun için artık bir umut olmasa da, geçmişte belirmiş bir olanağı, aydınlık bir anı temsil ediyordu. Selma'nın bu kayıp karşısındaki tepkisi, bir tür yas tepkisiydi: Yorgun yatıp yorgun kalkmak, çocuklara ve kocaya sinir yapmak, çalışamayacak kadar halsiz olmak... Ailesine tepkisini dile getirirken öfkelense de ("Sustum, sustum ya, yeter!"), bu öfke onun kendisini ailesinin gözüyle görüp değerlendirmesini engellemiyordu. Bir yandan babasının "siz hep aynısınız!" sözüne nasıl içerlediğini anlatırken, bir yandan bu yargının karşısında kendini savunma ihtiyacı duyuyor ve hem kendisinin hem kocasının ne kadar dürüst olduğunu, bu yüzden de "aynı" kaldıklarını söylüyordu ("Bir erkek dürüst olmayacak!").
Hatice ise, yirmi yıl önce oynadığı fotoromandan, gittiği daktilo kursundan söz ederken benzer bir aydınlık anı hatırlıyordu. Hatice'nin bu kayıp karşısındaki tepkisi, Selma'dan çok farklı olarak, öfke ve direnç biçimindeydi. Kapanmadığı için kendisine yardım etmediğini söylediği ailesinin isteğini yerine getirmektense aç kalmayı tercih edeceğini anlatırken, kendini hayat karşısında belirli tercihleri, doğruları olan bir özne olarak kuruyordu.
Hayatını denetim altında tutma çabası
Hatice, sinir hastası kocası, biri sürekli nöbet geçiren, diğerinin algılama yavaşlığı olan iki çocuğu, yine sinir hastası olan görümcesi ve kayınvalidesiyle ağır yoksulluk koşullarında yaşarken, hayatının denetimini kendi elinde tutma çabasından ve iddiasından vazgeçmiş değildi. Ailesiyle ilişkilerinde kendini pasif bir mağdur yerine ilişkiyi kendi kurallarına uygun biçimde kuran (ya da hiç kurmayan) özne olarak tanımlıyordu. Öte yandan, hem birlikte yaşadığı kişilerle ilişkilerinde inisiyatif sahibi olanın kendisi olduğunu hissettirdi, hem de kendisini benzer maddi koşullarda yaşayan komşularından farklı gördüğünü ifade etti: "Çevredeki insanların hepsi köy kesimi yani cahil kesim."
Selma, kendisine sigara içtiği için çıkışan muhtara kızdığını anlatırken, "zengin insanların küçümsemesini sevmiyorum. İstemiyorum hiçbir zaman. Çünkü Avrupa'da yok, ben öyle gördüm" dedi. Mülakatın bütününde alttan alta yayılan, kimi zaman yüzeye çıkan bir temanın işlevini belki de en açık biçimde bu noktada görüyoruz: Dünyada adalet mümkündür, bu adalet çerçevesinde bir anlam kurulabilir. Belki benim yaşadığım yerde (dünyada) değil ama başka bir yerde, başka zamanda. Problem, benim şu anda yanlış yerde bulunuyor olmam; bunu değiştirmek de elimden gelmez.
Selma'nın ve Hatice'nin ücretli çalışma ile ilişkileri de birbirinden farklıydı. İkisinin de düzenli bir işi olmamakla birlikte, zaman zaman ücretli işler yapıyorlardı. Selma, sürekli yorgunluk ve halsizlik hissettiği için ancak kendisini "idare eden" evlere temizliğe gittiğini söylerken, Hatice, hasta çocuğu yüzünden evden çıkamadığını, çocuğuyla birlikte kendisini kabul edecek yerlere temizliğe gidebileceğini, şimdilik evde dantel örüp cam boyayarak para kazandığını anlattı.
Bu iki kadının anlatıları, yaşam öykülerinin akışında toplumsal sınıf, cinsiyet, yaş, etnik köken gibi kategorilerin yanında kişilerin "persona"larının ve kişisel tarihlerinin de ne kadar etkili olabildiğini anlatıyor. Selma'nın ve Hatice'nin tekil öyküleri, sınıfın ve cinsiyetin çok daha zengin bir biçimde kavranabileceğinin ipuçlarını veriyor. (NK)
* "Hatice ve Selma" (Syf 65-88) editörlüğünü Necmi Erdoğan'ın yaptığı "Yoksulluk Halleri" kitabında Aksu Bora'nın yazdığı "Olmayanın nesini idare edeceksin?: Yoksulluk, Kadınlar ve hane" bölümünden alındı. Demokrasi Kitaplığı Yayınevi'nin kitabı "Yoksulluk Halleri" Ağustos 2002'de yayınlandı.
* Ara başlıklar ve vurgular Bianet'e aittir.