Antik kent Hasankeyf'i Ilısu Barajı'nın suları altında bırakacak projeye karşı verilen mücadeleyi, idealist gazeteci Metin ve dağıtımcı kardeşi Şoreş'in gözünden anlatan Handan Öztürk'ün "Benim ve Roz'un Sonbaharı" filmi birçok ilde vizyona girdi. Çok katmanlı Hasankeyf tarihinden çok katmanlı hikâyeler çıkaran, Hasankeyf'in son yıllarda yaşadığı travmayı karakterlerinin travması ile birleştiren Öztürk filmiyle, kendi hayatlarının peşine düşen ve kurtuluşu arayan insanların hikâyesini Hasankeyf'in kurtarılması babında ele almış.
Dicle'nin Sesi gazetesinin sahibi Metin, kardeşi Şoreş, dağdan henüz gelmiş Berfin, eski bir dansöz olan Tijen, Roz, rantçı Sofu Hasankeyf'te Irak Savaşı fonunda kendi savaşımını veriyor. Benim ve Roz'un Sonbaharı digital ve aksiyonel efektlerle, Hasankeyf'in başka çağlara ait olağanüstü görüntüleriyle zenginleştirilmiş. Yazar-Yönetmen Handan Öztürk'le "sert gerçeğin büyülü masalı" dediği Benim ve Roz'un Sonbaharı'nı konuştuk.
Filmin ilginç bir çıkış noktası var. Aslında Batman'a farklı bir nedenle geliyorsunuz ve Hasankeyf'le ilgili bir film çekmeye karar veriyorsunuz. Bu süreci biraz anlatır mısınız?
Batman'da intihar eden kadınlarla ilgili bir belgesel için ön çalışma yapmaya geldim. Bölgenin yaşadığı trajedi beni çok etkilemişti. Kadın intiharları da bir göçün nedeni olarak yaşanmıştı. İntihar eden kadınların akrabalarından dinlediklerim sırasında anladım ki, ne çekersem çekeyim bölgenin trajedisini, bu kadınların trajedisini anlatamayacağımı anlamıştım. Böylelikle o belgeseli yapmaktan vazgeçtim. Ardından Hasankeyf'e gittim. O güzelliğe baktığımda fark ettim ki esas intihar, esas cinayet burada ve gözümüzün önünde; bir kültür ölümü var burada. Kadınlarla ilgili dinlediklerim, gördüklerim Hasankeyf'in yok edilmesi olayına tahvil oldu içimde. Ve onun kırılmalarıyla senaryo oluştu. Hasankeyf'teki mağaraların birinde 10-15 gün senaryo çalışması yaptım. Benim ve Hasankeyf'in yolculuğu iç içe geçmiş ve başlamıştı artık.
Filminiz özelinde nasıl bir kırılma yaratmayı düşünüyorsunuz. Ya da filminizin böyle bir derdi var mı?
Hâlâ doğrularım var. Sanatın esnekliğini, sınırsızlığını tabii ki çok önemsiyorum ama dünyanın doğruları ve vicdanı olduğunu da düşünüyorum. Dünyanın çöküş dönemi yaşadığını düşünüyorum. Bir kaos var. Bu kaotik ortamda da haklı olanın değil de güçlü olanın doğruları insanların kafasında yapılanıyor. Kafanızı bilincinizi toparladığınızda "hayır" diyorsunuz. "Dünyanın bir vicdanı ve doğrusu vardır. Bana dayatılan bir doğruyu sorgulamak zorundayım" diyorsunuz ve orada yeni bir bakış açısı fark ediyorsunuz. Ben bu filme biraz da bu bakış açısıyla bakmaya çalıştım. Şimdi idealize ettiğimiz kahramanımız gazeteci Metin zaafları da olan bir insan. 10 yıl öncesinin o hiç gülmeyen hiç sevişmeyen o put gibi kahramanlarından değil. Artık önderlik mücadelesi, idealizm insanları zaaflarıyla ve güçlü yanlarıyla tanımlanması gereken bir şey. Bunun aslında onları daha kanlı ve canlı yapacağını düşündüm. Bu kaotik ortamdaki gelişmeye paralel olarak da bir yenilgi sürecini yaşadı. En dibe vurduktan sonra da adalet duygusuyla harekete geçip, adaleti kendince sağlayıp yola koyuldu.
Irak'taki müzelerin yağmalanması ile ilgili haberleri görüyoruz filmde. Zaten filmin sonunda da göç eden ve kader birliği yapan iki aynı halkı yan yana görüyoruz. Buradaki özel vurgu neydi?
Haklı mücadeleler kaybediliyor desek de, o dünyanın vicdanı doğruyu hep koruyacak. Yenilgi insanlarda çok daha büyük başarıları hazırlıyor. Doğruya olan inancımın ifadesi o. Şoreş'in "içimdeki bir ses yeni arkadaşlarımı bulduğumu söylüyor" cümlesi hâlâ doğruya olan inancımızı temsil ediyor. Yani hayat sürecek, doğrularımızın yenildiğini hissetsek bile bir noktadan sonra doğru, eninde sonunda bir yerde yeşerme zemini bulacak düşüncemin bir ifadesi.
Hasankeyf ana karakter ve etrafında onu çevreleyen güçlü karakterler var. İdealist Metin var, Berfin var dağdan gelmiş. Metin'in annesi var. Tijen var. Farklı yerlerden gelmiş insanlar aynı yerdeler ve hepsinin travmaları var. Bu karakterleri biraz anlatabilir miyiz?
Aslında Hasankeyf üzerinden dünyaya bakmak istesem de bir kasabaya, bir kasabanın mücadelesine kuşbakışı da bakıyor bu film. O yüzden farklı karakterler var. İşte Roz ve Şoreş. Onlar hem ümidi temsil ediyorlar hem de ilkbaharını yaşamadan sonbaharı yaşayan çocukları. Doğu'ya gittikçe her şey çok sertleşiyor. Çocuklar da çok çabuk sonbahara geçiyorlar. Leyla Batgi'nin oynadığı anne karakteri statükonun ifadesi aslında. Oğlunun mücadele etmesine karşı ama bir analık içgüdüsüyle bunu yapıyor. Burada analık içgüdüsünü de sorgulamaya çalıştım. Annelik içgüdüsünü bir kenara bıraksa o da onların mücadelesine katılacak oysa. Sofu ağa var, o da yanlışın temsilcisi. Tijen aslında çok dışarıdan bir bakış açısı, Hasankeyf'in bir anlamda ifadesi. Bir dans kültürü var ve bunu aktaracağı bir insan arıyor. O nedenle durmadan Roz'u değiştirmeye çalışıyor.
Şoreş ve arkadaşlarına gelelim. Bu mücadelenin odak noktasında duruyorlar.
Şoreş abisinin o çöküş döneminin açığını kapatmak için elinden gelen her şeyi yapıyor ve öne çıkıyor. O da ilkbaharını yaşayamadan sonbaharını yaşayan çocukların ifadesi. Şoreş bir çocuktan farklı olarak olaylara vakıf birisi. O çocuk dünyalarında, biz farkında olmadan, yaşanan toplumsal gerçekleri kendi dünyalarında hiç tahmin edemediğimiz yaratıcılıklarla bezeyebiliyorlar. Bu aralar taş atan çocuklar gündemde ve ağır cezalarla yargılanıyorlar. "Aşırı" diye ya da "tehlike" diye gösterilen davranışların alt metnini okumak için de Şoreş iyi bir örnek. Çok sert bir ortamda zaten bir sonbahar yaşatıyoruz. Onların da bu sonbaharı yüklenmesi ve dönüştürmesi gibi bir problemleri var.
Bölgeden oyuncu seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Gerçeklik duygusunu daha iyi verebilmek için bölgeden oyuncular seçtim. Bu bölgeden bir şey söylemeye çalışıyorsam bunu ifade edecek oyuncular buradaysa en doğru karar budur, diye düşündüm.
Film Türkiye'nin Batısında nasıl karşılanacak sizce?
İnsanlar çok duyarlı. Benim tahminimden daha duyarlı. İnsanlar sahip çıkmak istiyorlar. Bazı şeyler yavaş yavaş yerine oturuyor artık. Demek ki insanlar elma şekerlerini seviyorlar ve görüyorlar ve korumak istiyorlar. Ben Batı'da çok şefkatle karşılanacağını hissediyorum.
Uluslararası festivaller var mı gündemde?
Benim ve Roz'un sonbaharı artık valizi hazır ve dünya yolculuğuna çıkabilir.
Filmin çekilmesi çok zor şartlar altında olmuş sanırım
Filmden sonra bir savaştan çıkmış gibi hissettim. O sahnelerin hiçbiri günlük güneşlik havalarda çekilmedi. -5 derecelere varan soğuklarda çekildi. Kum fırtınaları yaşadık. Buradan da şunu anladım. Hasankeyf diyor ki "Ben çok güzelim ama o kadar da kolay değilim." (BY/TK)
* "Benim ve Roz'un Sonbaharı" 1 Mayıs'ta gösterime girdi.