Söyleşi, aslında gazeteciliğin özel/özgün bir yazı türü. Haber, yorum, haber-yorum ile işlenmesi pek uygun olmayan alan ve konuları, söyleşi (interview) ile okura aktarmak, özellikle söyleşiyi yapanla veren arasındaki canlı-hızlı karşılıklı etkileşim, çelişkilerin sergilenmesi açısından önemli. Kaplan, Pulur'a oranla daha iyi hazırlanmış. Belki de bu nehir söyleşinin, söyleşi kısmını Kaplan, nehir kısmını da Pulur üstlenmiş. "Tamam Sefacığım, kap teybini gel söyleşelim" durumları olmuş. Remzi Kitap Gazetesi'nde (Aralık 2006) Pulur zaten itiraf ediyor bu halet-i ruhiyeyi: "Hiç de fena olmuyor nehir söyleşi, benim gibi tembeller için."
Su akar, Türk bakar!
Dört kez okuyunca da olmuyor!
Hasan Pulur, ilk bakışta sevimli, cana yakın bir amca profili çizer çoğu okurun gözünde. Yıllarca "Olaylar ve İnsanlar" başlıklı köşesinde Türkiye toplumunun ilginçliklerini, garipliklerini yaşanmış olaylardan yola çıkarak anlattı, aktardı. Pulur'un mevcut köşe yazarlarından önemli bir farkı var: Pulur çekirdekten yetişme, muhabirlikten, haber müdürlüğünden, yazı işleri müdürlüğünden gelme bir gazeteci-yazar. Dolayısıyla hem saha hem de mutfak tecrübesi var. Bu nitelikleri nedeniyle kıdeminin yanı sıra okur Pulur'dan daha derin, daha eleştirel bir yaklaşım bekleyebilir. Beklesin tabii...
Pulur, bu mesleki tecrübesine ve yaşına yakışmayacak kadar sığ tahliller yapabiliyor. Basın/medya dünyasına ilişkin gözlem ve tahlil girişimleri herhangi bir okurun yapabileceği düzeyde. Çünkü Pulur, "Halkçı" bir yazar. "Teoriyi, ideolojiyi bırak bir kenara, esas pratiğe bak" diyebiliyor rahatça. Görünüm bilge kılıklı ama, fikri üretim kahve sohbeti seviyesinde. Pulur sık sık kendisinin ne kadar sade ve dürüst olduğunu, ilkeli olduğunu da söylemekten kaçınmıyor. Söylüyorsa doğrudur. Ama mesele bu değil ki... Sade ve dürüst olduğunu insanın kendisi söylediğinde bir ihtiyacı mı dışa vurmuş oluyor yoksa.
İyi gazeteciler/Kötü gazeteciler
Yazar anılarında, basının yozlaşma ve çürümesine de değiniyor ama bu bozulmanın neden, gerekçe ve farklı boyutlarını irdele(ye)miyor. Sorunu daha çok kişisel düzeyde ele almaya yatkın Pulur. Yakın bir geçmişte, mesleği koruma adına, herhalde iyi niyetle ama olağanüstü bir patavatsızlıkla, genç bir kadının gazetede yazı yazmasını belden aşağı nedenlerle üstelik de hırçın bir üslupla teşhir etmişti. Çarkın sadece dişlilerine odaklandığınızda mekanizmanın nasıl işlediğini göremezsiniz. Pulur, galiba çalıştığı/yaşadığı ortamın etkisinden pek kurtulamamışa benzer (Pierre Bourdieu: Gazetecilik Alanı). Bilinçsiz balıkla deniz arasındaki o meşhur münasebet ya da münasebetsizlik...
Pulur'da kuşkusuz kısmi de olsa, doğru gözlem ve tahliller de yok değil. Ama anı kitabında bu tür eleştiriler yapan bir gazeteci, hala bu egemen-tekelci-Apoletli Medyada ne arıyor acaba? POAŞ'ın vergi borcu hakkında mesela, işvereni eleştiren bir köşe yazısı yazabiliyor musunuz? Aydın Doğan çok şeker bir adam değil mi?
Pulur da minimum tutarlı bir tahlil yapabilmek için herhalde gerekli tecrübe, bilgi ve sağduyu var. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Ama ormanı görmeden tek tek ağaçlar hakkında amatör bir biyolog gibi konuşmak da önemli bir eksiklik olsa gerek. Pulur, medya-iktidar, medya-toplum gibi önemli alanlardan söz ederken bile, bir ihtimal formasyon ve perspektif eksikliği nedeniyle, meseleyi, alanı tümüyle ne kavrayabiliyor, ne de algılayabiliyor. Bu yetmiyormuş gibi aydınlara, uzmanlara laf yetiştirmekten de kendini alamıyor: "Bugün Türkiye'de üniversitelerde sosyolog veya psikolog olarak geçinenler bunların (Psikolojik savaş-RD) farkında bile değillerdir." (s.326).
Evrenperver ve İşverensever
Pulur'un sitayişle, hatta dostum diye sözünü ettiği, beğendiği çoğu zaman övdüğü şahsiyetlere bakınca da çok sayıda okurun yüzü ekşiyor sanki: Anılarını dizi haline getirdiği Kenan Evren! Ahmet Emin Yalman'a kurşun sıkan Hüseyin Üzmez! Post-modern asparagasçılığın yıldızı Ufuk Güldemir! Yazdıklarından çok sakalıyla gündeme gelen her dönemin iktidar yanlısı Güneri Civaoğlu! Vehbi Koç, Şarık Tara, vs... Aydın Doğan da övülen şahsiyetlerin en önemlisi tabi ki. Kitapta Abdi İpekçi'den sonra en çok adı geçen iki kişi, Erol Simavi ve Aydın Doğan. "Nehir Söyleşi" mi yoksa "Patron Söyleşi" mi?
Pulur'un sık sık gündeme getirdiği asker sevgisi, Apoletli Medya mensubu olmasından mı kaynaklanıyor yoksa başka ideolojik kökenleri var mı bilinmez ama askeri darbelere ilke olarak karşı olduğunu söyleyen yazar, 27 Mayıs'ı kuraldışı tutuyor, 28 Şubat'ı da dolaylı olarak onaylıyor. Eh 12 Mart'la 12 Eylül'ü açıkça destekleyen de pek yok galiba? (Pardon 12 Eylül konusunda E. Özkök'ü unutmayalım!).
Mesleğin kabahati ne ?
Pulur'un mesleki ve siyasi tercihleri de tartışmalı.
Öncelikle, yaptırımı olmadığı için gazeteciliği meslekten saymayan orijinal bir görüşe sahip Pulur. Yaptırım meselesi tayin edici olmasa da, bankacıdan tüccara, bakanından emekli futbolcusuna ve şarkıcısına kadar çok farklı meslek sahiplerinin gazetecilik yapması, ayrıca hakikaten sadece gazetecilik yapanların mesleki bilgi ve tutumlarını göz önüne aldığımızda, Pulur, belki de bu konuda haklı!..
Kendisini siyasi olarak "Kemalist-Sol" kategoriye yerleştiren Pulur, bunun ne anlama geldiğini soran Kaplan'a "Nihat Erim ile Kemal Satır solcu değildi" mealinden olağanüstü açıklayıcı bir yanıtla karşılık veriyor. Erim ile Satır'ı özellikle genç kuşakların çok iyi tanımaları bir yana, bir soruya olumsuzdan yanıt vermenin hünerli bir örneğiyle karşılaşıyoruz.
Pulur, Doğan grubundaki basın etiği sorunlarıyla ilgilenen Yayın Konseyi'nin üyesi. Sadece bu sıfatı bile, gazetecilik/habercilik konusunda biraz daha fazla mesleki/teknik bilgi sahibi olmasını gerektirir. Anlaşılan 412 sayfada yer ya da zaman kalmamış ki bu konudaki bilgi ve maharetler kitaba pek yansımamış.
Sefa Kaplan'ın aklına gelmemiş olabilir (Sık düşündüğü, tartıştığı bir konu değil çünkü) ama sendikanın Milliyet'ten nasıl kovulduğunu anlatmasını beklerdik Pulur'dan. Bu konuda da çıt yok. Pardon, kendi sekreterinin işten atılmasını da ne kadar ironik anlatıyor değil mi?
Hasan Pulur'dan bir de işvereni Aydın Doğan'ın Genel Kurmay Başkanlığında Çevik Bir tarafından nasıl azarlandığını anlatmasını beklerdik. Çünkü o zaman acaba işvereni mi yoksa Generali mi savunacağını anlamış olurduk.
Pulur, hem Milliyet hem de şahsen Ecevit'i nasıl desteklediklerini açıkça anlatıyor. Ama sonra başka politikacıları destekleyen gazetecileri de kınamayı ihmal etmiyor. Neden ki? Basın, bir siyaset adamını destekleyecekse bu ancak Ecevit mi olabilir?
Yazar, İkinci Cumhuriyetçileri de eleştiriyor. Hakkıdır. Ama eleştirinin herhangi bir siyasi-ideolojik gerekçesi pek anlaşılmıyor.
Pulur, övdüğü insanları isim vererek uzun uzun methediyor da, mesela 'Döneklikle' suçladığı kimi meslektaşlarının isimlerini vermekten sakınıyor. Neden ki? Remzi Kitap Gazetesi'nde dolaylı olarak Hasan Cemal'in adı geçiyor ama o bir istisna.
Erken anılar/Geç Pişmanlıklar r
Pulur'un anılarını eleştirel bir gözle okuyanlar Türk medyasının hem insan kumaşı hem de genel yapısı hakkında önemli bilgiler, üzerinde tartışılması gereken perspektifler edinebilir. Nehir söyleşinin neredeyse tek olumlu yanı bu...
Pulur, çocukluk, ilk gençlik ve mesleğe ilk başladığı yılları hoş anlatıyor. Ne yazık ki bu bölümler, kısa geçilmiş. Aslında bu zaman dilimi de genel toplumsal ortamdan hafif kopuk gibi.
Böylesine zengin bir birikim ve Hasan Pulur gibi samimi bir yazar, keşke önce Doğan grubundan ayrılsa, sonra da gazetecilikten emekli olsa, anılarını bilahare yazsaydı, herhalde bu kadar üzücü ve hayal kırıklığı yaratan görüşlere yer vermezdi. Anı ya da anıları içeren nehir söyleşi, öyle koleksiyon karıştırmadan, oturup geçmişi ciddi bir şekilde deşmeden, sağda solda, içeride dışarıda kimin ne yazdığına bakmadan kaleme alınmaz. Anıyla kahve sohbeti arasında bir fark var, değil mi?
Anıları derleyen Sefa Kaplan değil de, daha önce öngörüldüğü üzere Nazım Alpman olsaydı da daha anlamlı, daha gerçekçi bir portre çıkabilirdi karşımıza. Çünkü Pulur'la Kaplan, Doğan grubunun mensupları, e kitap da, Doğan grubunun çeşitli zaman ve alanlarda ortaklık yaptığı İş Bankası'nın Kültür Yayınlarında çıkınca, haliyle "biraz" sıkışmalar oluyor... (RD/TK)
* Hasan Pulur,"Olaylar ve İnsanlar"ın Peşinde Bir Ömür
Söyleşi:Sefa Kaplan,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, 412 s.