Dr. Handan Çağlayan Uluslararası Feminist İktisat Derneği’nin (IAFFE) Rhonda Williams ödülünü kazandı.
Jüri bu yıl Rhonda Williams ödülünü Çağlayan’a verirken "Periferinin Periferisinden Sesler: Türkiye’de Kürt Kadınların Siyasete Katılımı" (Voices from the Periphery of the Periphery: Kurdish Women's Political Participation in Turkey) makalesinden ve diğer akademik çalışmalarından olduğu kadar yaşamı boyunca bir aktivist olarak verdiği mücadeleden de son derece etkilendiğini, ödülün bu niteliklere sahip bir kişiye verilmesinin Rhonda Williams’ın ismini onurlandırdığını dile getirdi.
IAFFE ekonomik konuları feminist perspektiften sorgulamak amacıyla küçük bir grup feminist tarafından 1992'de kuruldu. Günümüzde ise 43 ülkeden 600 civarında üyesi olan IAFFE, Feminist Economics (Feminist İktisat) isimli bir dergi yayınlıyor ve her yaz değişik bir ülkede yıllık konferanslarını düzenliyor.
IAFFE ekonomik konuların her disiplinle olan ilişkisini önemsediği için sadece iktisatçıların değil, sosyal ve temel bilimlerin hemen her dalından araştırmacı, akademisyen ve aktivistlerin yer aldığı bir dernek. IAFFE, tüm faaliyetleri ile sadece toplumsal cinsiyete dayalı değil, toplumsal yaşamda varolan her türlü egemenlik ve ezme/ezilme ilişkisine karşı da bir duruş sergiliyor.
Bu duruşun anlamlı bir örneği de Rhonda Wiliams ödülü. Afrika kökenli bir Amerikalı olan Rhonda Williams (1957-2000) yaşamı boyunca akademisyen ve aktivist olarak ırkçılığın ve cinsiyetçi ayrımcılığın kesiştiği süreç ve pratikleri açığa çıkaran çalışmalar yaptı. Rhonda Williams çalışmalarında ABD ekonomisinde varolan ırk, sınıf, cinsiyet ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık pratiklerinin birbirleri ile olan etkileşimlerini ve kesişim noktalarını inceledi; bulgularını herkesin anlayacağı bir dille kaleme aldı ve her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması için çeşitli platformlarda mücadelesini sürdürdü.
İşte bu nedenle IAFFE, Rhonda Williams’ı anmak için verdiği ödülü, bilimsel çalışmalarını aktivist faaliyetleri ile harmanlayarak ırk, etnik köken, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim veya milliyetçilik üzerine inşa edilmiş egemenlik pratikleri ve bu pratiklerin etkileşimleri, örtüşen ve çelişen yanları ile ilgili konularda çalışan kişilere veriyor.
Handan Çağlayan
Kadınların sendikal katılımı, kadına yönelik şiddet, namus adına işlenen cinayetler, feminist hareket, seçimler, Kürtler’de kadınlık ve erkeklik halleri, ırkçılık ve milliyetçilik, insan hakları, türban, etnik ve ulusal kimlikler, barış sürecinde toplumsal cinsiyet gibi geniş bir yelpazede makaleleri ve gazete yazıları bulunan Handan Çağlayan, araştırma görevlisi, hemşire, gazeteci ve sendikacı olarak çalıştı, ayrıca HADEP, DEHAP ve DTP içinde ve çeşitli kadın kuruluşlarında aktif olarak yer aldı.
Çalışmalarında Kürt kadınlarının özneleşme mücadelelerine kulak veren Çağlayan, kadınların gündelik yaşam ve hayat hikayelerinin bilgisine dayanarak Kürt kadın kimliğinin gerisindeki toplumsal, politik ve kişisel tecrübelere ışık tutuyor; “görünmeyenleri” “görünür” kılıyor.
2006 yılında Ankara Üniversitesi’nden “Kürt Kadın Kimliği Üzerine Feminist Perspektiften Niteliksel Bir Araştırma” konulu tezi ile doktorasını alan Dr. Handan Çağlayan’ın bu çalışması, 2007 yılında İletişim Yayınları’ndan kitap olarak, (Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar: Kürt Hareketinde Kadınlar ve Kadın Kimliğinin Oluşumu), çıktı.
Çağlayan bir toplumsal cinsiyet kurgusu olarak “Kürt kadını” kimliğinin oluşturulma ve dönüşüm süreçlerini açığa çıkaran bu çalışmasında, Kürt kadınlarının kendileri için oluşturulan bu kurgunun pasif nesneleri ve kurbanları olmadığını, bu sürecin “[a]ksine kadınların kendi konumları ve içinde yer aldıkları aile, toplum ve siyasal sistem konusunda sorgulayıcı bir bilinç geliştirmelerinde ve kendilerini “birey” olarak inşa etmelerinde” rol oynadığını gösteriyor. (s. 238).
Ancak, bu süreç içinde edinilen bilincin ve güçlenmenin sınırları olduğunu ifade eden Çağlayan, kadınların etnik kimlik sınırları içine hapsolmaması için “[k]azanılan bilincin toplumdaki başka egemenlik ilişkileri açısından da sorgulayıcı ve dönüştürücü bir rol oynayabilmesi, bu kimliğin sınırlarının geçirgen olmasına ve hatta aşılabilmesine bağlı” olduğuna vurgu yapıyor ve “[e]tnik kimlik vurgusu, toplumsal cinsiyete ya da sınıfsal konuma dayalı olan egemenlik ilişkilerinin göz ardı edilmesine yol açabilir, bunlar ekseninde kolektivitelerin gelişmesini engelleyebilir”(s.239) uyarısında bulunuyor. (ŞÖ/NZ)