Özellikle askeri müdahale gibi, kritik dönemlerde, 27 Mayıs'tan 12 Mart'a 12 Eylül'den 28 Şubat'a kadar yakın geçmişin tüm örneklerinde, Türk egemen medyasının, kapışma kızıştığında, apoletli sıfatına da uygun olarak, haki üniformasını giydiği ve çizmelerini kuşandığını gördük. Bu tercih, kuşkusuz siyasi-ideolojik bir tercih ama ekonomik-mali boyutları, nedenleri de var ki, bunu da Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye siyaset arenasının yanı sıra Türkiye ekonomi-mali dünyasındaki başat konumu ile açıklamak mümkün. 1923'ten bu yana Türkiye ekonomisinin en büyük karar vericisi, sanıldığı ya da dıştan göründüğü gibi A veya B holdingi değil, bizatihi askeri-siyasi mekanizmadır.
Kürt sorununa liberal bir çözüm önerme "cüretinde" bulunan Sabancı Holding'in yöneticilerinin başına geleni unutmayalım. Keza Türk egemen medyasının en büyük patronu Aydın Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde Genel Kurmay karargahında, Çevik Bir tarafından ilkokul talebesi gibi haşlandığını da kayıt altına alalım. Türk ekonomisinin, Batılı kapitalist ekonomilere oranla, tüm özelleştirme çabalarına rağmen, hâlâ büyük ölçüde devlet denetimi ve yönetiminde bir yapıya sahip olması, ayrıca özel sektör bile olsa, Türk devletinin tabularına uyma zorunluluğu nedeniyle, ordunun, tüm toplum üzerinde olduğu gibi, egemen medya üzerinde de tayin edici bir ağırlığı, baskısı mevcut.
Son olarak, artık siyasi ya da medyatik düzlemde ciddi analiz ve eleştiri alanını terk edip, folklorik bir fenomen haline gelen, ve bence artık ancak mizah malzemesi üretebilecek hale gelen, Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün sıkı, inançlı, kararlı bir 28 Şubat savunucusu olması, belki teknik bir neden ya da gerekçeyle açıklanabilir, hatta mazur bile görülebilir. Özkök, büyük bir ihtimalle, ajandasında yanlışlıkla 2 haftalık bir kaymadan bihaber olduğu için 14 Şubat Sevgililer Günü ile 28 Şubat darbesini birbirine karıştırıyor. Bir başka deyişle Batı alemi ve bizdeki Batı alemcileri, Sevgililer Gününü 14 Şubat'ta güle eğlene kutlarken, Özkök, gecikme nedeniyle Sevgililer Gününü 2 hafta sonra yani 28 Şubat'ta kutluyor. Orduevi düğün salonunda tenekeden bir orkestra eşliğinde apoletli, göğsü madalyalı haki sevgilileriyle mest olmuş bir şekilde Fransız şarapları içip dans ediyor. Komparsita! Bizde, biliyorsunuz bütün düğünler Komparsitayla başlar göbek havasıyla sona erer: 50, 60, 70, 80, 90, 100... Haydi eller havaya...
Kuşkusuz Türk egemen medyası ile Türk kabuk devleti arasındaki organik ilişki, Osmanlı yadigarı Türkiye toplumunun rıza ve onayı hatta desteğiyle vücut buluyor. "Her Türk asker doğduğuna" göre, her askeri müdahale, modern ya da post-modern olsun, kanlı ya da kansız olsun, Türk'ün açık ya da gizli onayını alarak gerçekleşiyor. General Evren referandumda yüzde 82 mi almıştı? Dolayısıyla Türk egemen medyasının askercil, muhafazakar, milliyetçi, sonuç olarak militaro-nasyonalist yaklaşımları -maalesef kabul etmek zorundayız- toplumun önemli bir kesimin doğrudan talebi olmasa da, onayı ve desteğiyle günlük yaşama uygulanıyor. Asker uğurlama törenlerini, stadyumlardaki milliyetçi sloganları, okumuş-yazmış, mimar-mühendis, adı sanı bilinen, prestijli üniversitelerimizden mezunların e-mail gruplarına girdiniz mi hiç? MHP ya da BBP'nin chat gruplarından ayırt etmek pek zor bu içerikleri. CHPlilerin bu ara en çok neden kahverengi gömlekleri ruhen sevdiklerini de duydunuz değil mi?
Egemen medya işte bu iklimden de yararlanarak-ki bu ortamın gelişmesini sağlayanların başında gelir medya- seçilmişlere karşı atanmışları, solculara karşı sağcıları, liberallere karşı müdahalecileri, demokrat ve özgürlükçülere karşı faşistleri ve milliyetçileri savunuyor.
Türk devletinin dört önemli tabusu sayılan Kürt, Ermeni, Siyasi İslam ve Ordu konularında -ki tümüne birden resmi Kemalist ideoloji, şemsiye görevini üstlenmiş durumda- Türk egemen medyası baştan beri aynı çizgiyi, aynı yaklaşımı benimsemiş ve kitleye de aynı yönde yayın yapmıştır.
Yine de medyanın gücünü ve konumunu abartmamak gerekir: Medyanın tıpkı ABD gibi, yapısından doğasından kaynaklanan bir mahareti var: Kendisini olduğundan daha güçlü göstermek. Her ne kadar vakti zamanında Vietnam'da, bugün de Irak'ta Direniş, kaplanın kağıttan olduğunu anlayıp kağıdı buruşturup çöp tenekesi istikametine doğru seyahate çıkartmışsa da, kısa vadede ve geniş kitleler açısından, medyanın zaafı, henüz Türkiye'de tam olarak ortaya çıkarılmamış bir gerçek. Oysa Türk medyasının iki ana dayanağı olan, ideolojik bir güç olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini ve ekonomik-mali bir güç olarak Türk ve global büyük sermayesini sekteye uğratabilirsek, yani medyanın dayanağı olmalarından çıkarabilirsek, bu egemen medya günde 2 yaprak gazete çıkaramaz, 2 saat radyo ya da TV yayını bile yapamaz.
Türk egemen medyası bizatihi güçlü değildir, ne siyasi-ideolojik olarak ne de ekonomik-mali olarak. Ne var ki Türk egemen medyası, temsil ettiği ve arkasına dayandığı güçler sayesinde güçlü görünebilmektedir. Zaten, Hakiki Gerçek/Medyatik Gerçek teorisinde de mühim olan güçlü olmak değil, güçlü görünmektir. Bu nedenle doğrudan rakibi değil, aynayı kırmak ya da ortadan kaldırmak, belki de sanıldığından çok daha fazla olumlu etki yaratabilir. (RD/TK)
* Ragıp Duran'ın yazısı Evrensel gazetesinde 1 Mart 2007'de yayınlandı.