Fotoğraf: daszeitung.com
Gürsel Köksal, 1980'lerin ortalarından bu yana gazetecilik yapıyor. Türkiye'de başladığı gazetecilik hayatına, 1980'lerin sonlarında Almanya'ya yerleşerek orada sürdürdü. Sabah, Milliyet gibi gazetelerde çalıştı. Doğan Medya International'de mesleğine devam etti. Frankfurt Üniversitesinde okudu. Almanya'da bulunan Türkiyeli gazetecilerin mesleki anlamda örgütlenmesi için pek çok çalışmada yer aldı. Frankfurt'ta Avrupa Türk Gazeteciler Birliği'ni (ATGB) kurucularından biri olan Köksal, Türkiye ile Almanya'nın siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal yönlerine dair bianet ve T24 gibi mecralara haberler yazdı. BirGün gazetesi için haber analizleri yazıyor. Frankfurt'ta yaşıyor. Serbest gazetecilik yapmaya devam ediyor.
Köksal, 1980'lerden bu yana göçün nedenlerini, etkilerini ve sonuçlarını hem kendisi gözlemliyor hem de birebir yaşıyor. "Misafir İşçi" olarak tabir edilen ve günün birinde dönecekleri düşünülen ilk işçi göçü kafilelerinden sonra, önemli bir kesimi Almanya'ya yerleşen Türkiyeliler'in sayısı, sonrasında politik sebeplerden dolayı göç eden insanlarla birlikte artarken, Gürsel Köksal yaşanan değişimi "Dünün vasıfsız işçilerinin çocukları, toplumun etkin bir parçası oldular" sözleriyle açıklıyor.
"Zeppelinheim 'Avrupa'daki Babıali' tanımını hakkediyordu"
Almanya'ya yerleşme hikayenizi öğrenebilir miyiz?
1980'li yılların sonlarına doğru birkaç yıldır çalışmakta olduğum Sabah gazetesi Avrupa'daki Türkiye kökenli göçmenler için Almanya'da günlük yayınlara geçti. Önce gazetenin İstanbul'daki merkezinde Avrupa özel baskılarını hazırlayan ekipte yer aldım, sonra da Frankfurt yakınlarındaki Zeppelinheim kasabasındaki ofiste görev almak üzere Almanya'ya gönderildim. Zeppelinheim o dönemler "Avrupa'daki Babıali" tanımını hakediyordu. Hürriyet ve Tercüman gibi iki büyük gazetenin Avrupa tesisleri buradaydı. Zamanla Sabah, Günaydın, Milliyet, Cumhuriyet, Star gibi gazeteler de buraya geldi. Hürriyet ve Tercüman'ın matbaalarında başka dillerden gazeteler de basılıyordu. Bir süre Zeppelinheim'daki Sabah ekibinde sayfa sekreteri, editör ve muhabir olarak çalıştım. Almanca'yı öğrendikten sonra, Frankfurt Üniversitesi'ne başvurdum. Bu arada gazetenin Avrupa yayınlarına son verilmiş, haberim olmadan işten çıkarılmışım. Zeppelinheim'ki Türk matbaalarında Türkçe gazetelerin yanısıra Almanca, İngilizce, Arapça, İtalyanca, Çince'ye değin Almanya'daki çeşitli göçmen toplumlarına yönelik gazeteler de basılıyordu. Öğrencilere tanınan sınırlı çalışma hakkından yararlanarak Londra merkezli bir gazetecilik şirketinin yine Zeppelinheim'daki tesislerinde gece çalışmaya başladım.
Yine bu dönemde I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye-Almanya ilişkilerini konu alan "Türkiye 1916" adlı bir kitap da yayınladım. Bir süre sonra iki arkadaşımla ağırlıkla Türkçe haber servisi yapan "IM-PRESS" adlı bir haber ajansı kurduk. Ardından Sabah, Avrupa'da yeniden yayın atağına geçti. Yine Frankfurt yakınlarındaki, Zeppelinheim'a komşu Mörfelden-Walldorf'ta içinde kendi matbaası, modern sayfa nakli sistemleri olan tesisleri kuruldu. Beni de çağırdılar. Türkiye'den gelen yazı işleri müdürünün yardımcısı olarak çalışmaya başladım. Bu arada iki gazeteci arkadaşımla birlikte "8. GÜN" adlı altı ay süren tabloid bir gazete yayınladık. 2002 yılında da Milliyet gazetesinin Avrupa yayınlarında haber müdürü olarak çalışmaya başladım. Ardından da 2014 yılına kadar da hem Milliyet'i, hem de Hürriyet'i içine alan Doğan Medya International'de çalıştım. 2014'ten itibaren "serbest gazeteci" olarak çalışıyorum. Yaklaşık olarak üç yıldır da düzenli olarak BirGün gazetesine Almanya'dan muhabir ve köşe yazarıyım.
"Almanya'daki Türkiye kökenli toplumda muhafazakâr eğilimler güçlü"
Bir gazeteci olarak Almanya'ya politik, ekonomik ya da başka sebeplerle göç eden Türkiyeli toplulukların zaman içerisindeki değişimine dair izlenim ve gözlemleriniz neler?
1980'li yılların sonundan bu yana kendim de bir gazeteci ve akademisyen olarak gözlediğim bu değişim sürecinin bir parçasıyım. Biliyorsunuz Almanya'ya ekonomik göç, yani işgücü göçü bundan 61 yıl önce, 1961'de başladı. Almanya'ya ilk gelenler bir göç sürecinin öncüleri olduklarını bilmiyorlardı. Bir-iki yıllık sözleşmelerle çalışmaya geliyorlardı. O nedenle kendilerine "misafir işçi" deniliyordu. Hemen hepsi vasıfsız işçi olarak ağır işlerde çalışan bu insanlara "misafir" diyen bir kültür... İşte bu problemli kavram, o ilk dönemlerdeki sosyo-ekonomik durumun bir karikatürü aslında. Bu insanların yaptıkları işi öğrenip, üretim ve hizmet süreçlerine daha da verimli olarak katıldıkları aşamada geri gönderilmelerinin ekonomik açıdan yanlış olduğu görüldü. Sözleşmeler uzatılmaya başlandı. Dönmek üzere gelen işçiler de daha uzun kalıp, para kazanmayı tercih ediyorlardı. Çünkü Türkiye'de korkunç bir işsizlik vardı. Kaldılar, zamanla ailelerini de getirdiler ya da Almanya'da aile kurdular. Kuşaklar, kuşakları takip etti. Birçokları için sancılı bir süreçti, halen de öyle. Ancak Prof. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin gibi Covid pandemisiyle mücadelenin en önemli aktörlerini üreten de bu süreç oldu. Dünün vasıfsız işçilerinin çocukları, bilim insanı, politikacı, siyasetçi, bakan, işveren, esnaf, sendika lideri, sporcu, sanatçı olarak yavaş yavaş da olsa toplumun etkin bir parçası oldular. Ancak eğitimini yarıda bırakan ya da genç yaşlarda sabıka kayıtlarına geçen gençlerle ilgili istatistiklerde Türkiye kökenliler halen en kalabalık grubu oluşturuyorlar.
İşin en ilginç yanı da buradaki Türkiye kökenli toplumun siyasal tercihleri... Almanya'daki seçimlerde siyasi yelpazenin solunda ya da ortasındaki Sol Parti, Yeşiller ve SPD'ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) oy verenler, Türkiye seçimlerinde çoğunlukla AKP'den yana oldu. Genel olarak Almanya'daki Türkiye kökenli toplumda sağcı, dinci ve muhafazakar eğilimlerin güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum esas itibarıyla "Avrupa'ya kafa tutan adam" algısından kaynaklanıyor. AKP iktidarı döneminde Avrupa'daki, özellikle de Almanya'daki Erdoğan algısı, taraftarlarının güçlü ve yaygın bir kitlesel örgütlenme ağı kurabilmelerini sağladı. Tabii bu her zaman böyle değildi, bir zamanlar Fethullah Gülen'in taraftarlarının da çok yaygın bir örgütlenmesi vardı. 70'li yıllarda ise dönemin sosyal demokrat başbakanı Bülent Ecevit'in popülaritesi, siyasi tercihleri belirliyordu.
*Gürsel Köksal ve Almanya'da Türkçe yayıncılığın öncülerinden Gazeteci - Yazar Altan Öymen (2008 - Mörfelden Walldorf)
"Türkiye'den politik göç devam ediyor"
Politik nedenlerle göç edenlere gelince... Bilindiği gibi Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarından bu yana politik nedenlerle zor durumda kalanların gönüllü ya da zorunlu sürgün yerlerinden. Bunlar uzun süre bir elin parmakları kadardı. Ancak 12 Mart ve özellikle de 12 Eylül faşizmi çok sayıda insanımızın baskıdan, takibattan kurtulmak, hayatını kurtarmak, bir süre nefes almak için Türkiye'den Almanya'ya (yasal ya da kaçak) gelmesine neden oldu. 12 Eylül faşizminin çözülmesiyle bu sürgünlerden bir bölümü Türkiye'ye döndü, ancak büyük bölümü kaldı. Ancak Türkiye'den Almanya'ya politik göç halen devam ediyor. 15 Temmuz'dan sonra da çok sayıda Fethullahçı'nın Almanya'ya geldiğini de biliyoruz. Bu insanların Almanya'yı tercih etmesi, Almanya'daki Türkiye kökenli göç toplumunun ekonomik ve sosyal gelişmesiyle ilgili.
Hem ekonomik hem de politik nedenlerle gelenlerin oluşturduğu topluluklar birçok yerde içiçe geçerek gelişimlerini sürdürüyorlar. Tabii bütün bu gelişme sürecinin homojen bir niteliği yok. Türkiye'deki sosyal ve siyasal yaşam tüm çeşitliliğiyle Almanya'ya da yansımış durumda. Dini örgütlenmeler, camiler ve bu camilerle ilgili dernekler, işveren örgütleri, spor kulüpleri, hemşehri dernekleri, halkevleri, Türkiye'deki bazı siyasi partilerin dernekler halinde faaliyet gösteren yurtdışı örgütleri, sol ve sosyalist hareketlerle bağlantılı derneklere Almanya'nın dört bir köşesinde rastlanabilir. Tabii bir de Alevi ve Kürtlerin eşit haklar mücadelesini sürdürmek ve desteklemek, Türkiye'de karşı karşıya oldukları baskıları Almanya'nın siyasal gündemine taşıyan örgütlenmeleri de önemli.
*Türkiye'den Almanya'ya göçle ilgili araştırmaların öncüsü Prof. Dr. Nermin Abadan Unat (2021, İstanbul)
"Türkiye kökenli gazetecileri bir çatı altında toplamak istedik"
Türkiyeli gazeteciler ve basın meslek kuruluşlarının Almanya'da oluşturduğu ağların önemli bir yerinde durdunuz yıllarca. Bu ağı oluşturma sürecinden ve süreç içerisinde yaşadıklarınızdan bahsedebilir misiniz?
90'lı yıllardan itibaren Avrupa'daki Türkçe gazetecilik, hem merkezi Türkiye'de olan medya kurumlarının atılımlarıyla, hem de Avrupa'daki toplumun içinden çıkan özgün girişimlerle çok dinamik bir gelişim gösteriyordu. Frankfurt yakınlarındaki Türk matbaalarında basılan günlük gazeteler, teknolojik gelişmeler sayesinde Türkiye'deki güncelliğiyle çıkıyordu. Almanya'da (ya da Avrupa'daki) Türkiye kökenli toplumla ilgili haberlerin gazetelerdeki ağırlığı artmaya, bu haberlere özel sayfalar ayrılmaya, özel ekler verilmeye başlamıştı. Göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı birçok kentte onlara yönelik haftalık, aylık yerel gazeteler yayınlanıyordu. Türkiye'deki televizyon yayınları Almanya'da daha rahat izlenmeye başlamıştı. Bu süreç Türkçe yayın yapan Almanya merkezli televizyon kanallarının kurulmasına yol açtı. Dolayısıyla Almanya'da profesyonel olarak gazetecilik yapan Türkiye kökenli gazetecilerin sayısı arttı. Bunların bir bölümü Almanya vatandaşıydı, ancak Türkçe içerikler üretiyordu. Birçoğumuz Almanya'daki gazeteci örgütlerinin ve sendikalarının üyesiydik. Ancak gelişen Türkçeli yaşama eşlik edecek bir meslek kuruluşu ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Daha önce kurulmuş olan Türk gazeteciler cemiyeti ise bu gelişmeye ilgisizdi.
*Gürsel Köksal, Karikatürist Turhan Selçuk'a ATGB Onur Üyeliği plaketi ve kartını takdim ediyor (2005, Frankfurt)
2002 yılında aralarında Frankfurter Rundschau, HR (Hessen Radyo ve Televizyon Kurumu) gibi Alman medya kurumlarında çalışanlarının da yer aldığı 50'nin üzerinde profesyonel gazetecinin çağrısıyla Frankfurt'ta Avrupa Türk Gazeteciler Birliği'ni (ATGB) kurduk. Uzun süre başkanlığını yaptığım ATGB'nin hedefi, Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yaşayan ve Türkçe içerik üreten ya da Türkiye'yle kültürel, mesleki bağları olan gazeteciler arasındaki dayanışmayı geliştirme ve kurumsallaştırmanın yanı sıra gazeteciliğin evrensel ilkelerine uygun bağımsız denetim kurumlarını oluşturmaktı. Maalesef bunu başaramadık. Tabii çeşitli o dönemde hem Avrupa'daki Türkçe medya çalışanlarına, topluma yönelik, hem de Türkiye'deki iletişim özgürlüğü mücadelesiyle dayanışmayı hedefleyen çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik, Almanya'da hükümet ve çeşitli kurumlar nezdinde Türkçe medya çalışanlarını temsil ettik, Almanya'daki gazeteci meslek örgütleri ve sendikalarla kurumsal ilişkiler kurduk. 2016'da başkanlığını bıraktığım ATGB şimdilerde de varlığını sürdürüyor, ancak örgütlenmesi ve faaliyetleri konusunda fazla bilgim yok.
ATGB'yi kurarken Almanca medyada çalışan Türkiye kökenli gazetecileri de bu çatı altında toplamayı hedefliyorduk. Başlangıçta etkin bir biçimde bizimle olanlar da vardı. Bu arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu Almanya doğumlu ya da çok küçük yaşlardan itibaren Almanya'da yaşıyorlar. Tabii ki Almanca içerik üretiyorlar. Türkçe'nin Avrupa'da bir iletişim dili olarak varlığı ve gelişimi konusu, onların önceliği değil, dolayısıyla büyük çoğunluğu Türkçe üreten meslektaşlarıyla bir çatıda olmaya gerek görmüyor. Dolayısıyla onlara yönelik çağrılarımız çok az karşılık buldu. Bir süre sonra da Almanya'daki diğer göçmen kökenli gazetecilerle birlikte, Berlin merkezli "Yeni Alman Medya Çalışanları" (Die Neuen deutschen Medienmacher*innen) adı altında bir dernek kurdular. Bu tabii ki Almanya'daki ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele eden ciddi bir örgütlenme ancak bizim ya da şöyle söyleyeyim benim ATGB'nin kuruluş sürecinde ve genel başkanlığını yürüttüğüm dönem önümüze koyduğumuz hedefler onların çok uzağında.
Bu arada benzer isimli bir takım gazeteci derneklerinin de kurulduğuna dair haberler çıktı ancak onların "gazetecilik meslek ilkeleri" ya da "basın özgürlüğü" konusunda bir girişimlerine tanık olmadım. Belki böyle bir gündemleri vardır, ancak ben fark etmedim.
*Gürsel Köksal ve Gazeteci - Yazar Yüksel Pazarkaya (Frankfurt - 2010)
"Medya organlarının sayısı artıyor"
Göçmen/mülteci Türkiyeliler, yaşamları, sorunları, Almanya'daki Türkiye kökenli basına ne kadar ve nasıl yansıyor?
90'lı yıllardan itibaren hem Türkiye kökenli günlük gazete ve televizyonlar, hem de Almanya'daki haftalık ya da aylık yerel yayınlar Türkiye kökenli göçmenlerin yaşamlarını, sorunlarını oldukça geniş ve renkli bir şekilde yansıtıyordu. Son yıllarda gazete ve dergiler gerilerken, yaygınlaşan internet gazeteciliği sayesinde yayınlarının büyük bölümünü Almanya'daki yaşantıya ayıran medya organlarının sayısı da artıyor. Ancak geniş kapsamlı bu yayınların bir bölümünün Türkçe'nin düzgün kullanımı, içerik, görsellik, özgünlük, güncellik gibi konularda büyük eksiklikleri olduğunu söylemeliyiz. Çok düşük bütçeler söz konusu olduğundan içerikler de çok yüzeysel kalıyor. Tabii sayısı az da olsa her açıdan çok gelişmiş, çağdaş bir insanın dünyadan, Almanya'dan ve Türkiye'den haber gereksinimi karşılayabilecek düzeye yakalamış olan internet siteleri de var.
"Türkiye"de gazeteciliğe başlayanlar, Türkiye gündemini önemsiyor"
Türkiye'nin hem yakın tarih hem de günümüz sosyal ve siyasal gündemi, Almanya'ya yerleşmiş ya da orada doğmuş üçüncü kuşak aileleri Türkiye kökenli olan gazeteciler üzerinde ne kadar etki ediyor?
Türkiye'de yaşamış, gazeteciliğe Türkiye'de başlamış ve Türkçe içerikli medya için çalışan gazetecilerin büyük bölümü Türkiye gündemlini çok önemsiyor. Elbette içlerinde benim de yer aldığım bu meslektaşlarımızın bir bölümü Almanya'daki 60 yılı aşan göç sürecinin getirdiği sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel devinimin farkındalar. Burada Türkçe okuyan, dinleyen, seyreden kitlelere yönelik içerikler üretmeyi önemsiyor ve bunu yapıyorlar ya da yapmaya çalışıyorlar. Bir yandan da buradaki gündemin Türkiye için ilginç ve önemli bölümlerini, Türkiye'nin gündemine taşımaya çalışıyorlar. Öte yandan "Almanya'da doğmuş, üçüncü kuşak, aileleri Türkiye kökenli" gazeteciler için bu durum farklı. Bir bölümü çalıştıkları Almanca medyada zaten bu konuyla görevli olduğu için Türkiye'yle ilgililer. Bir bölümü ise haklı olarak kökenleri Türkiye'ye dayanıyor diye kendilerinden sadece Türkiye ve Almanya'daki Türkiye kökenli göçmenlerle ilgili uzmanlık beklenmesine isyan edip, "başka konularda da uzmanlaşabiliriz, etkili olabiliriz" diyerek, bu konulardan uzak kalıyorlar. Ancak onların büyük bölümünün de anne-babalarının geldiği ülkedeki gelişmelere kayıtsız kalmaları mümkün değil. Tabii içlerinde Türkçe okuyan, Türkçe yazanların sayısının zamanla azaldığını da söylemek gerekiyor.
*Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı, Türkiye'den gelen yayıncılar ve Almanya'dan gazetecilerle (2009)
Son yıllarda Almanca yazan Türkiye kökenli gazetecilerin bir bölümünden Türkiye-Almanya ilişkileri, Türkiye'deki siyasi gelişmeler, Türkiye tarihi, İslam, Almanya'daki Türk toplumuyla ilgili gelişmeler üzerine çok önemli kitaplar çıktı. Bir bölümünden de onların Türkiye'yle bağlarından, Türkiye'ye ilişkin yaşamışlıklarından, gözlemlerinden, özlemlerinden beslenen, Almanca çok güzel edebi eserler de yayınlandı. Örneğin onlardan biri, Gazeteci-Yazar Fatma Aydemir, bu yıl Alman edebiyatının en önemli ödüllerinden birinin adaylarından. Aydemir ikinci romanı "Dschinns" (Cinler) ile bu yılki Alman Kitap Ödülü'nün altı finalisti arasında yer alıyor. Almanca okuyan toplumun bir bölümünün Türkiye'yi, Türkiye kökenli göçmenlerin dünyasını onların kaleminden izlemesi çok önemli.
*Gürsel Köksal ve Gazeteci Günter Wallraff (2009 - Köln)
Son dönemlerde yine Türkiye'den Almanya'ya kitlesel bir göç hareketi yaşanıyor. Daha önceki göç dalgalarından yola çıkarak, son dönemde göç edenler ile daha önce göç edenler, Almanya'da ne tür bir etkileşimde bulunuyor?
Bu son göç hareketinin kitleselliğini 60'lı, 70'li yıllarla karşılaştırmak mümkün değil. Hatta şimdikini "kitlesel" olarak tanımlamak da zor. Ancak son yıllarda baskıya uğrayan, işini kaybeden, özgürlüğünü ve yaşamını yitirme tehditleriyle karşı karşıya kalan çok sayıda insanımızın Almanya'ya göç ettiği doğru. Aralarında çok sayıda akademisyen ve gazeteci de yer alıyor. Yeni gelenlerin bir bölümü daha önce oluşmuş mecralara katkıda bulunurken, onların girişimleriyle Almanya merkezli yeni yayın projeleri de ortaya çıktı. Örneğin TAZ (Tageszeitung) projesi olarak bir süre çıkan "taz.gazete"de çalıştılar. Bir dönemler "Almanya'nın Sesi" olarak bilinen Deutsche Welle'nin Türkçe yayınlarının kapsamı arttı. Ancak yeni gelenlerle, eskiler arasında ortak profesyonel yayın projeleri için kalıcı ve etkin bir işbirliği olmadı. (DD-FD)
GAZETECİLERDEN ALMANYA GÖÇÜ'NÜN 61 YILI
1- “Dünün vasıfsız işçilerinin çocukları, toplumun etkin bir parçası oldular”
2- "Göç olgusunun hayatlarımızda bıraktığı izleri inceliyorum"
3-"Almanya'da insanlar paralel toplumlar halinde yaşıyor"
4- İlknur Bilir: "Göçmenlik tam zamanlı bir iş gibi"
5- Elif Yalaz: "Buraya herkes bir şeylerinden vazgeçerek geliyor"
6-Ayşim Alpman: "Göç, mecbur kalmadıkça özenilecek bir durum değil"
"Gazetecilerden Almanya Göçü'nün 61 yılı"2021 yılı verilerine göre, Almanya'da 3 milyona yakın Türkiyeli yaşıyor. 30 Ekim 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında işgücü anlaşmasının imzalanmasının üzerinden geçen 61 yıllık sürede, Almanya'daki Türkiyelilerin sayısı sürekli olarak artış gösterdi. 1973 yılına kadar, anlaşmanın imzalanmasının üzerinden 12 yıl geçtiğinde, yaklaşık olarak 800 bin Türkiyeli Almanya'ya göç etmişti. Ekonomik temelli olarak gelişen bu göçün ardından, 1971, 1980 askeri darbeleri sırasında uygulanan baskı, 1990'lı yıllarda artan çatışmalar ve sonucunda köyleri boşaltılan, faile meçhul cinayetlere, gözaltında zorla kaybettirilmelere, toplu tutuklamalara maruz kalan Kürtler ve diğer muhalif kesimler, siyasi temelli göçle Almanya'ya gitti. 2013'teki Gezi protestoları ve 15 temmuz 2016'daki başarısız darbe girişimi kapsamında KHK'ler ile işlerinden çıkarılan, haklarında soruşturma hazırlanıp Fethullah Gülen Cemaatiyle ilişkilendirilenler ve 11 Ocak 2016'da "Bu Suça Ortak Olmuyoruz" bildirisi nedeniyle haklarında dava açılan, KHK ile işlerinden çıkarılan akademisyenler Almanya'ya göç etti. Bütün bu süreçlere gazetecilik yapanlar da dahil ve şahit oldu. 1961 yılındaki işgücü anlaşmasından bu yana ekonomik veya politik sebeplerle Türkiye'den Almanya'ya gitmiş, göçmen olmuş gazeteciler kendi hikayelerini, 61 yıllık göçün etkileri ve sonuçlarına dair gözlemlerini anlatıyor. Yazı dizisi bianet ve beraberce derneği ortaklığıyla, "Göçün Yüzleri: Almanya-Türkiye" projesinin bir parçası olarak yayınlanacak. |
*Fotoğraflar: Gürsel Köksal Arşivi