Amaçları, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın mahpus olduğu İmralı adasına en yakın liman kasabasında, 'Öcalan'a Özgürlük' mitingi düzenlemekti.
Güvenlik güçleri bu gösteriyi engellerken, gerek gidiş yolu boyunca, daha çok da dönüş yolunda, Kürt göstericiler, özellikle Bozüyük'te Kürt düşmanlığının etkisindeki organize ya da kendiliğinden hareket eden grupların saldırısına uğradı.
Bir çok büyük kentin yoksul Kürtlerin yaşadığı dış mahallelerinde de PKK yanlıları ya da sempatizanları güvenlik güçlerine karşı molotof kokteylli, taşlı, sopalı eylemler düzenlediler.
Neyse ki kimsenin canını yitirmediği olaylarda, on kadar yaralı var, yaklaşık 200 kişi de gözaltına alındı.
Hak var ama siyaset belirleyici
Olayın birkaç farklı boyutu var.
Toplantı-Gösteri-Yürüyüş Hakkı. Hukuki açıdan ve ilke olarak bakıldığında her yurttaşın, her sosyal grubun, başta ırkçılık olmak üzere ayrımcılık ve şiddet çağrısı yapmamak kaydıyla, gösteri yapma hakkı yasa ile güvence altına alınmış bir ülkede yaşıyoruz.
Kürt göstericilerin, Türk resmi makamları ve Türk kamuoyunun önemli bir kesimi tarafından "30 bin kişinin katili bölücü örgütün lideri" olarak kabul edilse bile, bu kişiye destek vermeleri, onun serbest bırakılmasını talep etmeleri en doğal, en meşru, en demokratik haklarından biridir.
Dolayısıyla güvenlik güçlerinin böyle bir gösteriyi engellemeleri, hukuki değil, ancak siyasi gerekçelerle açıklanabilir. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün olayı "provokasyon" olarak niteledikten sonra 'terörizme karşı mücadeleye devam edeceğiz' mealinden bir açıklama yapması, binlerce kişinin, içeriğine katılmasanız bile, bir talepte bulunmasını "terörizm"le özdeşleştirmesi çok da tutarlı ve mantıklı olmasa gerek.
İktidara geldiğinden bu yana özellikle "Kürt meselesi" konusunda devlet reflekslerini benimsemede pek güçlük çekmeyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının, Erdoğan'ın son Diyarbakır açıklamalarına rağmen meseleyi hala esas olarak bir asayiş sorunu olarak algılamasının yanı sıra , Gül'ün bu konuda Genelkurmay'dan farklı düşünmediğini gösteriyor.
Güvenlik güçlerinin göstericilerin can güvenliğini sağlamakla yetinip, gösterinin olaysız bir şekilde cereyan edip sonuçlanmasını sağlamaları gerekirdi. Devletin, Kürt taleplerini sürekli olarak şiddet ve yasakla savuşturmaya çalışması aslında son kertede PKK'yi güçlendiren bir siyaset.
İlke ve hukuk açısından bu gösterinin yasal ve meşru sayılması gerekirken, meseleyi konjonktür ve genel siyasi taktik ve strateji açısından değerlendirecek olursak, Gemlik gösteri girişiminin aslında çok da olumlu ve başarılı olmadığını hatta yanlış ve yersiz olduğunu da rahatça belirtebiliriz.
Gösteri hakkının var olması yapılan her gösteriyi siyasi olarak doğrulamaz, meşru da kılmaz. Özellikle Bozüyük'te meydana gelen saldırı/linç, organize ya da kendiliğinden olsun, durumun ne kadar hassas olduğunu gösteriyor.
PKK karşıtlığından Kürt düşmanlığına dönüşmekte olan kin ve nefret, başta Silahlı Kuvvetler ve hükümet tarafından engellenemezse, vahim sonuçlar doğurur.
Bilecik Valiliği ve Bozüyük'teki güvenlik güçleri saldırganlar hakkında acilen soruşturma açıp, suçluları yakalayıp adalete teslim edemezse, saldırganlar ödüllendirilmiş olur ve yeni saldırılara zemin hazırlanmış olur.
Barış mı gerginlik mi?
PKK, Türk kamuoyunda giderek yükselen Kürt düşmanlığını körükleyecek, ona meşru zemin kazandırabilecek bir eylem planlamışa benziyor. Planlamamışsa bile bu eylemin sonuçları böyle...
Gerginliği tırmandırmaktan çıkarı olan önemli bir kesimin militarist-milliyetçi kesim olduğunu biliyoruz. Türk-Kürt gerginliği, Avrupa Birliği'nin (AB) de desteğiyle süren AKP'nin nispi çözüm arayışlarını akamete uğratıyor, üstelik genel demokratikleşme sürecini zayıflatıyor, çünkü askeri ve milliyetçi güçleri kuvvetlendiriyor.
Herhangi bir Kürt, hatta PKK kurmayı olarak düşünmeye çalıştığımızda, tüm söylemlere rağmen Türkiye idaresinin Kürt meselesinde siyasi ve barışçı çözüm için somut ve önemli bir adım atmamış olması, özel bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Bu hayal kırıklığı, şiddete dönüşü cesaretlendiriyorsa, verilen yanlış yöntemli mücadelenin, karşı tarafı güçlendirdiği unutulmamalı.
PKK, 1984'den bu yana Türkiye idaresine karşı silah ya da şiddetle mücadelede ulaşabileceği maksimum noktaya ulaştığını, bundan böyle şiddetle herhangi bir kazanım sağlayamayacağını hesaba katmıyor olsa gerek.
İşin ilginç yanı, "Türkiye Filistin oluyor", "PKK, 1992'deki durumundan daha güçlü" gibi gerçek dışı tespitler yapan Genel Kurmay'ın bu gözlem ve tahlilleri, PKK kurmayı tarafından da benimsenmiş durumda.
Dolayısıyla, Kürt meselesinin barışçı ve siyasi çözümü konusunda Türk Silahlı Kuvvetleri ve PKK, şiddet alanında kalmakta ısrar ettikçe aslında aynı safta yer almış oluyor.
PKK'lilerin ve genel olarak Kürtlerin, Erdoğan'ın sözel açılımlarından cesaret almış olmalarına rağmen, ve ateş-kesi fiilen uygulamalarına rağmen ilk aşamada 12 gerillanın vurularak, üstelik de anlaşıldığı kadarıyla vurulduktan sonra yakılarak öldürülmesi, Kürt cephesindeki barış umutlarını köreltiyor, azaltıyor.
Kürtlerin en küçük beklentilerinin dahi çok kısa süre içinde boşa çıkması bile Gemlikvari gerginlik yükseltici eylemleri haklı çıkarmasa gerek.
Brüksel'e karşı Kürt kozu
PKK kurmayı, AB ile müzakerelerin olası başlangıç tarihi olan 3 Ekim'i bir koz olarak kullanmaya hevesli. Kandil dağındakiler, 'Ankara, demokratik taleplere copla yanıt veremez. Sanki, biz de bu gövde gösterisini yapar, PKK'siz ve Apo'suz çözüm olamayacağını dosta düşmana gösteririz' mantığıyla hareket ediyor.
Bu mantıkta da iki sakat yan var: Birincisi, 1925'den bu yana Kürt meselesini sadece şiddetle ve inkarla çözdüğünü sanan ve bu çözümsüzlüğü ilelebet sürdürmek isteyen Türk idaresi, devlet çıkarı açısından hayati öneme sahip Kürt meselesi konusunda, AB istese bile, her halükarda bu konjonktürde PKK'nin ya da herhangi bir gücün talep ettiği kadar liberal olamaz.
İkinci olarak, "Kıbrıs" ve hatta "Ermeni" konusunda bile son derece anlayışlı davranan AB Komisyonu, özellikle 11 Eylül'den sonra, PKK'nin taleplerini eskisi kadar ciddiye almıyor.
PKK'yi terörist örgütler listesine koyan AB, PKK'nin yeniden şiddet yöntemlerine dönerek, Ankara-Brüksel ilişkilerini baltalamaya çalışmasına izin verecek bir yapı değil.
Dolayısıyla, her iki durumda da, hem eskisi kadar güçlü bir iç dinamik oluşturamayan PKK, hem de AB açısından ciddi bir güç olarak algılanmayan PKK, bu tür eylemlerle, kendi amaçladığı gerginlik politikalarına da hayat kazandıramaz.
Örgüt lideri/lider örgütü
Tüm bu gelişmelerin altında yatan önemli bir iç örgütsel sorun da var: PKK'liler kendi liderlerine karşı rasyonel, mantıklı ve doğru bir siyasi perspektifle bakamıyorlar.
'Peygamber', 'Güneş', 'Vicdan' gibi duygusal ve ideolojik daha çok da feodal ya da puta tapanların söylemiyle Öcalan'a yaklaşan kadrolar, geniş açılı, derin perspektifli politikalar üretemiyor.
Tarihi, siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel boyutları olan son derece karmaşık bir sorunu, bir liderin şahsında, simge de olsa, bir tek insana indirgenmesi, hem anlamsız hem de demokratik bir tartışmayı engelliyor.
Bu yaklaşım, İmralı da Genel Kurmay'ın denetiminde olan Öcalan'ın konumunu da aslında son derece güç, karmaşık ve kuşkulu bir hale getiriyor.
PKK'nin dar bakış açısı, idealist yaklaşımı, 'Öcalan serbest bırakılırsa, Kürt sorunu çözülür' formülünü gündeme getiriyor ki, bu ihtimal hem siyasi olarak hem de mevcut bölgesel sorunlar nedeniyle hiç olmazsa orta vadede hiç mi hiç mümkün görünmüyor.
Güney'deki ABD varlığı
Türkiye'deki Kürt meselesinin önemli boyutlarından biri de Irak bağlantısı nedeniyle, doğrudan ABD ile ilişkili. Ankara, Irak Kürdistan'ındaki gelişmelerden son derece rahatsız.
Ankara'nın algılayışına göre içerdeki 'bölücü-terörist' dinamiklerle dışarıdaki Amerikan/Barzani/Talabani Kürt dinamikleri birleşmiş durumda. Ankara bu nedenle Irak hatta tüm Ortadoğu politikasını uzun süre salt PKK'ye endekslemiş durumdaydı.
Kırmızı çizgilerin berhava olması, "Çuval Operasyonu" ve Irak'a askeri müdahale olanaksızlığına rağmen, Ankara, bu Kürt fobisinden henüz ne içerde ne de dışarıda tamamen kurtulabilmiş durumda.
Türkiye idaresi bu nedenle, içeride PKK ya da Öcalan konusunda politika geliştirirken bu dış faktörlere de önemli bir ağırlık veriyor.
Keza PKK de, 2003'de ABD'nin Irak'ı işgal etmesi ve ülkedeki tek müttefikinin Kuzeydeki Kürtler olmasından bu yana, hem Ortadoğu'da hem de Türkiye'de ABD'yi kendi arkasında önemli bir kuvvet olarak telakki ediyor. Hatta Kürtlerin son zamanlarda AB'den çok ABD'ye yakın durdukları her eylemde belli oluyor.
Sonuç olarak, PKK, bir aylık ateş-kes sürecinden sonra, varlığını kanıtlamaya yönelik daha sert şiddet eylemlerine hazırlanır bir konumda. PKK Kurmayı, sadece kırsalda askeri alanda değil kentlerde ve toplumsal düzeyde de "Serhildan" provaları yapmaya hazırlanıyor.
Bu politika, Türk ve Kürt milliyetçiliğini azdırarak, gerginliği bir üst düzeye çıkarıp, askeri güçlerin kuvvet kazanmasını sağlar.
Ankara-Brüksel sürecinde AB'deki Türkiye karşıtlarının eline bir koz daha verir. Ve en önemlisi Türkiye'de zaten cılız olan demokratik açılımları frenler, Kürt haklarını savunmaya çalışan PKK dışındaki Türk ve Kürt grup ve şahsiyetleri de güç durumda bırakır.
PKK, Türkiye kamuoyunda ve siyaset dünyasında tecride gidici gerginliği arttırıcı şiddet eylemlerinden, Türkiye'de demokrasi ve sivilleşmeyi destekleyen eylemlere girse, askeri kesimleri değil, sivilleri güçlendiren eylemler gerçekleştirebilse, Türkiye toplumunun çok ihtiyaç duyduğu gerçekten demokrat bir muhalefetin lokomotifi bile olabilir. Ne var ki PKK böyle bir kaygıdan ve uğraştan son derece uzak görünüyor...(SON/RD)